12 Ocak 2018 Cuma

Yunan Mitolojisinde Tufan

O zaman ki inanca göre Zeus zamanında insanların çoğu yollarından çıkmış, kendini düşünmekten başkasını düşünmeye fırsat bulamaz ve tanrı tanımaz hale gelmiştir. Zeus, bu olaya çok sinirlenir ve insanları yok etme kararı alır. Diğer tanrılar kendileine kurban kesecek kimse kalmayacağını düşünerek çekimser yaklaşır. Zeus onlara daha iyi bir topluluk yaratacağını söyleyince tufan başlar. Zeus önce şimşeklerini kullanır fakat Olimpos Dağının yanacağını görünce (Olimpos Dağı tanrıların evi olduğundan yanmasını istemez) taktik değiştirir ve göğü kara bulutlarla doldurur. Alabildiğine yağmur yağmaya başlar. Bu arada Poseidon da devreye girer. Nehirlere ve denizlere taşmasını ve her yeri sularla doldurmasını emreder. Artık her yer sularla kaplıdır ve canlıların kaçacak hiç bir yeri yoktur. yok etmeye karar verir. Diğer tanrılar bu olayı desteklese de kendilerine kurban adayacak topluluğun kaybolma endişesiyle kaygılanırlar.
Deukalion ve Pyrrha - Yeniden Doğuş
Prometheus, inanca göre Zeus tarafından cezalandırılmış, kendi geleceği dışında tüm geleceği görebilen ölümsüzdür. Preometheus, gelecekteki sıkıntıları görür ve oğlu Deukalion'a bir sandık (ya da gemi) yapmasını söyler (Bazı kaynaklar da Deukalion rüyasında görür). Deukalion ve karısı Pyrrha bir sandık yapar ve azgın sular içinde yüzmeye başlar. Zeus, Olimpos Dağı'ndan baktığında bu iki kişi tarafından başka hiç bir canlının kalmadığını görür. Deukalion ve Pyrrha zaten inançlı olduğundan bunların ölmesini beklemez ve tufanı durdurur. Tufan 9 gün sürmüştür.
Deukalion ve Pyrrha, Artık yapayalnızdı ve Her şeyi bilen Themis'i bulmaya karar verirler. Themis'i bulduklarında ona yalvararak insan ırkını bir daha nasıl var edeceklerini sorar. Themis onlara taş toplayın ve arkanıza atın der.Deukalion ve Pyrrha taşları toplar ve Themis'in dediği gibi arkalarına attıkça taşlar insana dönüşür. Deukalion'un attığı taşlar erkek, Pyrrha'nın attığı taşlar kadın olur ve insan ırkı yeniden doğar.
Kaynakça: Dünya mitolojisi Büyük destan ve söylenceler antolojisi (Donna Rosenberg)
Yunan Mitolojisinde Tufan ile ilgili görsel sonucu

MISIR /TUFAN

Bilgilerinin belirli bir kısmını Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır. Bu yaklaşık olarak Atlantis'in batışına denk gelen bir tarihtir. Yani Herodot'un vermiş olduğu bu tarih. Tu­fan sonrası bizim uygarlığımızın başlangıç tarihidir... Geçmişte meydana gelen ve hemen hemen tüm kutsal ki­taplarda dile getirilen Tufan'ın etkileri, bazı bilimadamlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınır­lı kalmamıştır. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında sili­nemeyecek izler bırakmış olan bu büyük felâkeder dizisin­den, Dünya üzerinde en az etkilenen bölgelerin başında Orta­doğu gelmiştir. Bir zamanlar yaşanan ve Dünya'nın birçok bölgesini et­kileyen iki büyük doğal afetten söz etmeyen ulus ya da kavim yok gibidir. Dünya üzerinde birbirlerinden çok farklı bölge­lerde yaşamış olan tüm eski ulusların mitolojilerinde ve din­lerinde bu trajedik anıya yer verilmiştir. Yaşanan bu felâketler, dinlerde (özellikle de son üç dinde) "Tufan" olarak isimlendirilmiştir. Bu büyük felâkeder zincirinin ilkinde Mu Kıtası diğerin­de ise Atlantis Kıtası arkalarında küçük adacıklar bırakmak su­retiyle tamamen batmışlardır. Bu yaşananlarla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de pekçok ayet vardır: "Ad, Semud milletleri ile Ress'lileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik. Her birine misaller vermiştik ama din­lemedikleri için hepsini kırdık geçirdik." (Furkan Suresi: 25/38-39)
"Gerçekleşecek olan! Nedir o gerçekleşecek olan gün? Gerçek­leşecek olanın ne olduğunu sana ne bildirir? Semud ve Ad mil­letleri tepelerine inecek bu gerçeği yalanladılar. Bu yüzden Semud milleti zorlu bir sarsıntı ile yok edildi. Ad milleti de bu yüz­den önünde durulmaz dondurucu bir rüzgarla yok edildi... Ey in­sanlar! Su taştığı vakit, siz bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulak­lar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır." (Hakka Suresi: 69/1-7,11-12)0)
Anlatılanlar iki büyük etkenden bahsetmektedir: Su ve ateş... Tabii bu arada meydana gelen büyük depremleri de ilave etmek gerek... Yaşanan böylesi büyük felâketlere sebebiyet veren et­kenler nelerdi? Dünya eksenindeki kayma ve kutupların yer değiştirmesiyle birlikte gelen büyük sel baskınları ve ani iklim değişiklikleri Okyanus dibindeki gazlar ve bunun sonucu oluşan büyük depremler. Atlantis 'in son dönemlerindeçıkan savaşta majik tekniklerele birlikle doğa güçlerinin negatif alanlarda kullanımı. İşte bütün bunlar ve bunlara eklenen bazı diğer kozmik etkenler; dinsel kayıtlarda adına ''Tufan" denilen büyük bir trajedinin dünya üzerinde yaşanmasına neden olmuştu.
Birçok tarihçi Atlantis ve onun da öncesindeki Mu Uygarlığı nı efsanevi kıtalar olarak nitelendirmişlerdir. Tufan öncesi Mu ve Atlantis Uygarlıklan'nın bizlerden çok daha ileri düzeyde bir uygarlık olduklarını, bu basit mantık yürütmesinden bile çıkartabilmek mümkündür. Ama kuşkusuz ki, bunun için önce Atlantis ve Mu Uygarlık­ları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.
Tufan'dan sonra çok büyük bir gerileme yaşayan insa­noğlu, her şeye yeniden başlamak zorunda kaldığı için, ilkel kabileler dönemine geri döndü. Bu tam anlamıyla bir geri dö­nüştü... İnsanlığın aşağıya iniş sürecindeki çok önemli bir ge­ri adım böylelikle atılmış oluyordu...
Güneş iki defa battığı yerden doğdu... Tarihin babası olarak anılan ünlü tarihçi Heredot, Mısır'a yaptığı bir gezi sırasında bir rahipten duyduklarını kitabında şöyle anlatır: Bir Mısırlı Rahip bana: "Bilmiş ol ki , atalarımız zamaınnda Gü­neş iki defa battığı yerden doğdu, sonra aynı olay tekrar tersine meydana geldi" dedi Kur'an-ı Kerim'deki bir ayet ise, sanki Mısırlı rahiplerle söz birliği etmişçesine şöyle der: O, iki Doğu'nun Rabbi'dir , iki Batı'nın Rabbi'dir. " (Rahma n Suresi : 55/17 )
Atlantis'teki Osiris Öğretisi
Bu büyük felâketler zinciri henüz daha başlamadan önce Mu ve Atlantisli rahipler yaşanacaklardan haberdardılar ve bu konuda halklarını çok önceden uyarmışlardı. Beklenen Tufan'dan en az etkilenecek olan bölgeler tespit edildikten sonra buralara yoğun göçler düzenlemeye baş­lamışlardı. İşte bu bölgelerden biri de Mısır topraklarıydı. Mısır önce Mu'dan sonra da Atlantis'ten yoğun göçler almıştı. Tarihçilerin bir zamanlar bir türlü içinden çıkamadıkları; "Bir anda böylesine ileri düzeyli bir uygarlık Afrika'nın Kuzeyi'nde nasıl oluşmııştıır" sorusunun cevabı işte bu göç­lerde yatmaktaydı. Tarihin çok eski dönemlerinden başlayan, Atlantis'le Mu arasında sürekli bir irtibatın olduğu bilinmektedir. Bu irtibat Mu Bilgeliği'nin Atlantis'e taşınmasında çok önemli bir rol görmüştür. Orta Asya'nın muhtelif yörelerinde buluanan çok eski bir kültüre ait bilgiler veren taştabletlerden elde edilen ezoterık bilgilere göre, Mu'ya indirilen kozmik öğretinin kaynağı "Sirius Kültürü" idi.
Tabletler konumuzla çok yakından ilgili olan bir isimden bahsetmektedirler. Bu isim Osiris'tir... Günümüzden 18-20 bin yıl önce yaşamış olan bu kişi­den Atlanlisli bir bilge olarak söz edilmekledir. O dönemler­de Atlantis'te başlayan dejenerasyon hat safhaya ulaşmıştı, Osiris bilgisini derinleştirmek üzere doğduğu ülke Atlantis'i terkedip Mu Kıtası'na gitti. Oradaki Naakal Okullan'nda "MU Kozmik Öğretisi" ile ilgili inisiyatik dersler aldı. Daha sonra Atlantis'e geri döndü. Tüm yaşamını Atlantis halkını ay­dınlatmaya ve Mu Kültürü'nü anlatmaya adıyan Osiris, birta­kım çıkarları uğruna Kozmik Öğretiyi yozlaştırmış Atlantis rahip sınıfının etkisi altında oluşan yanlış anlayışları ve uydur­ma kavramları düzeltmeye çalıştı.
Halktan çok büyük destek gördü. Halk kısa süre içinde ona büyük bir sevgi ve saygıyla bağlandı. Sonunda Atlantis'in ruhani lideri oldu. Kendisini Atlantis Kralı Uranos'un yerine getirmek istediler. Fakat o bunu kabul etmedi. Ölümünden sonra kendisine bağlı inisiyelerce adının ya­şatılması için, Atlantis'te yaymaya çalıştığı Mu kökenli Koz­mik Öğreti'ye "Osiris Dini" adı verildi. Ve binlerce yıl bu öğ­reti Atlantis'e hakim oldu. '
Atlantis'te bunlar yaşanırken, Mu Kıtası'ndan çevre kıta­lara göçler de başlamıştı. Mu'nun önde gelen ırklarından biri olan Nagalar önee Burma'ya oradan da Hindistan'a, sonrasın­da ise iki kola ayrılarak bir kol Babile diğer bir kol ise Kızıldeniz üzerinden "Yukarı Mısır" tabir edilen Afrikan'ın Kuzey Doğu'sundaki Kızıldeniz kıyılarına yerleştiler. Eski tarihi ka­yıtlarda bu bölge ''Maiu" olarak isimlendirilmişti. Yukarı Mı­sır'daki Nübye'de yer alan Maiu, bu günkü Suakin kentinin yakınlarında, Kızıldeniz kıyısındadır.
Bu bölgelerde yerleşim birimlerinin kurulduğunu, hem Mısır kaynaklan hem de Hint kaynaklan teyid etmektedir. Bazı Yunan tarihçilerinin ve filozoflarının "Mısırlılar, Hindistan'dan gelmiş kolonicilerdir" demelerinin altında ya­lan gerçek işte budur.
Kitaplarını Hindistan'daki çeşitli gizli mabetlerdeki ka­yıtlardan yararlanarak kaleme aldığı bilinen dünyaca ünlü Hint tarihçisi Valmiki de, bu konuda son derece açık anlatım­larla bulunmuştur. Örneğin Rişi Mabedi'nin gizli kayıtlanrıdan aldığı bir alıntıda şöyle der:
"Hindistan'dan gelen Mayalar, Mısır'da bir koloni kurdular ve buraya Maiu adını verdiler."
Ramayana isimli ünlü eserinde ise daha ayrıntılı bir bilgi verir:
"Naakaller önce Hindistan'ın Dekkan bölgesinde yerleştiler. Sonra da dinlerini ve bilgilerini Babil ve Mısır kolonilerine aktar­dılar."
Kısaca özetlemek gerekirse:
Mısır topraklarına ilk ayak basanlar Mu kolonilerinin Naga koluydu. Nagalar Mu'da Naakaller olarak isimlendirilmekteydi. Bu nedenle eski tarihi kayıtlarda bazen Nagalar ba­zen ise Naakeller olarak bu toplum isimlendirilmiştir. Mu Kıtası batmadan önce gerçekleştirilen bu göç Mısırlılar'ın atalarını oluşturdu. Ancak Mısır, hem bu dönemde hem de Atlantis'in batışına yakın dönemlerde yoğun olarak Atlantis'ten de göç almıştır. Bu nedenle Mısır halkının ataları dedi­ğimiz zaman hem Mulular'ı hem de Atlantisliler'i bir arada ele almak gerekir.
Mısır toplumu o topraklarda sıfırdan başlayarak gelişim gösteren bir uygarlık değil, yapılan göçlerle gelişmiş bir kül­türün buraya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir ülkedir Hatta bir değil birbirine son derece benzeyen iki kültürün: Mu ve Atlantis Kültürü'nün...
Atlantis'ten yapılan göçler, bölgenin "Aşağı Mısır" ola­rak tabir edilen kesimine gerçekleştirildi. İlk büyük yerleşim birimi ve ilk büyük mabet Nil Deltası'ndaki Sais'te kuruldu. Daha önce Osiris Öğretisi'nin Atlantis'te nasıl bir geli­şim gösterdiğini görmüştük. Atlantis'ten Mısır'a gerçekleşti­rilen göçlerle, sözünü etmiş olduğumuz Osiris Öğretisi de Mısır'a taşındı.
Osiris Öğretisi'nin Mısır'a getirilişi, Atlantisli bir bilge olan Thot tarafından M.Ö. 14 bin yıllarında gerçekleştiril­miştir Yani Atlantis'in batışından yaklaşık 4.000 yıl ön­ce...
Thot zamanından Menes zamanına kadar yani MÖ. 14.000'den M.Ö. 5000'e kadar geçen tam 9000 yıl boyunca hu öğretinin gizli mabetlerde korunması Horus unvanı ile anı­lan rahiplerce sağlandı.
Bu konuda en açık yazılı kaynaklardan biri Herodot'a aittir. Herodot şöyle der:
"Horus, Kral Menes tahta geçmeden evvel Mısır'ın Hiyararşik yöneticisiydi."
Benzer bir başka anlatım da Mısırlı rahip ve tarihçi Manetho taralından kaleme alınmıştır:
"Mısır'daki bilgeler yönetimi 10.000 yıl devam eder. Bilgeler, Hiyeratik hükümdardırlar."
Mısır'ın Ölüler Kitabı'nda ise Horusla ilgili şöyle bir ta­nımlama yer alır:
"Horus, ilâhi babasının özünden geldi. Mısır'ın Yöneticisi oldu."
Gelenler kültürleriyle birlikte gelmişler ve bir anda Mı­sır'da büyük bir inisiyatik merkez kurmuşlardı. Ancak mabet­lerin derinliklerinde saklanan bu "inisiyatik sırlar" dışarıya hiç bir zaman tam olarak açıklanmadı. Halka "Osiris Yolu" adı altında son derece kapalı bir şekilde mitolojik hikâyeler tarzında, bilgiler üstü örtülü bir şekilde verilmekteydi. Buna karşın özel eğitime tabi tutulan son derece kısıtlı sayıdaki kişiye ise, Horus'un Rahipler'i ellerindeki sırları açık­lamaktaydılar.
Bundan dolayı Mısır'da "Osiris'in Yolu" ve "Horus'un Yolu" olarak bilinen, biri egzoterik diğeri ise ezoterik içerik­li iki ayrı öğreti ortaya çıkmıştı. Daha sonraları Horus Rahipleri de Osiris Rahipleri ola­rak anılmaya başlandı. Ancak sırların gizli tutulması konu­sunda hiç bir şey değişmedi. Ve sırlar asla dışarıya sızdı­rılmadı.
Günümüze kadar gelebilen taş tabletlerdeki ve diğer ya­zılı kaynaklardaki anlatılanlar, bu aktardıklarımızı birebir doğ­rulamaktadır. Dahası bu anlatılanlar, günümüzden birkaç bin yıl önce Mısır'a giden gezgincilerin ve tarihçilerin Mısırlı ra­hiplerden aldıkları bilgilerle de örtüşmektedir.
İşte birkaç örnek:
Girit'te Schliemann tarafından bulunan bir tablet:
''Mısırlılar, Misar'ın soyundan gelmektedir. Misar Tarih Tanrısı Thot'un çocuğuydu. Thot ise Atlantisli bir rahibin göçmen oğluy­du, ilk mabedini Sais'te kurdu ve orada ana vatının bilgeliğini öğretmeye başladı."
İkinci Hanedan, Firavun Sent Dönemi'ne ait bir başka papirüs:
"Firavun Sent, Atlantis'in izlerini araştırmak için, Batı'ya bir araş­tırma ekibini gönderdi. Mısırlılar 3350 yıl evvel beraberlerinde Anavatanları'nın tüm bilgeliği olduğu halde oradan gelmişlerdi."
Gerçekten de birçok eski kayıtta rahatlıkla görülebileceği gibi. Mısırlılar kendi kökenleri ile ilgili yaptıkları açıklamalar­da, ısrarla atalarının çok eski zamanlarda Nil kıyılarına yerleş-miş yabancılar olduklarını ileri sürmekteydiler. Bir toplumun kendi ataları için kullandığı "yabancı" ta­nımlaması son derece düşündürücüdiir. Bu tanımlama tüm açıklığıyla, atalarının bu topraklara sonradan gelmiş ki­ler oldukları anlamına gelir.
Buna benzer bir başka yazılı kayıt da Herodot'a aittir:
"Mısırlılar, Batı ülkelerindeki atalarının, yeryüzündeki en eski in­sanlar olduklarını söyleyerek övündüler."
"Solon Mısır'a gittiğinde Sais, Psenofis ve Heliopolis rahiplerin­den olan Suçis kendisine 9000 yıldır Mısırlılarla Batı ülkelerinin arasındaki ilişkilerin kesik olduğunu anlattı. Çünkü Atlantis'in depremler, ötedeki bir ülkenin de tufanlar sonucu yıkılması son­rasında çamular, denizi geçit vermez bir hâle sokmuştu."
Orfe ise tek bir cümleyle Mısır'ın kökenini özetleyivermiştir:
"Mısır, Poseidon'un kızıdır."
Bazı piramitlerin iç kısımlarında inşa edilmiş olan belirli yeraltı galerilerinin duvarlarına, eski bilgeliği ve Tufan Önce­si Uygarlığın kültür kökenlerini. Tufan sırasında kaybolmadan korunabilmesi amacıyla işledikleri birçok tarihçi tarafından belirtilmiştir. Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus 4. Yüzyıl'da şun­ları yazmıştır:
Atalarımızın belirttiğine göre bazı piramitlerin iç kısımlarında in­şa edilmiş olan belirli yeraltı galerilerinin duvarlarına, kadim bil­geliğin Tufan sırasında kaybolmadan korunabilmesi amacıyla kayıtlar işlenmişti.
Arap kaynaklarında da benzer kayıtlara rastlanmaktadır. Arap Tarihçileri'nden Abdül Latif, Kahire'deki inşaatlarda kullanılmak üzere Büyük Piramit'in dışını kaplayan cilalı kireçtaşı levhalarının sökülmesiyle birlikte, bir daha bulunması mümkün olmayan binlerce hi­yeroglifin de yok olup gittiğinden bahsetmiştir.
8. Yüzyıl'ın Astronom ve Astrologları'ndan Balky de "Büyük Piramitin dış yüzünde fiziğin her büyüleyici unsuru ile harikasının yazılı olduğunu" ileri sürmüştü.
Bir başka Arap Tarihçisi Masudi, Gize'deki iki Piramit'in altındaki tüneller ve yeraltı galerilerinden bahseder. Bunların giriş kapıları henüz bulunamamıştır. Eğer birgün bunlara ulaşılabilirse, buralarda saklanan Tufan Öncesi Uygarlıklar'a ait bazı gizli kalmış metinlerin de ortaya çıkartılması mümkün olabilecektir.
Bu yeraltı galeriler şebekesine giriş noktalarından en altından birinin, Büyük Piramit'in altındaki alt geçidin Vise ve Perring'in 1850 yılında yığdıkları döküntülerle kapanmış olan uç kısmında bulunduğu tahmin edilmektedir.
Masudi'nin kayıtlarında ilginç başka açıklamalarla daha karşılaşılmaktadır:
Büyük Tufan'dan önceki ilk Mısır Kralları'ndan biri olan Surid, en büyük iki piramidi inşa ettirmişti. Hikmetlerinin ve bilim ile sana­ta ilişkin bilgilerinin özetini içeren yazıtları, şifalı bitkilerin isimle­ri ile özelliklerini, matematik ve geometriye ilişkin her şeyi orada saklamalarını rahiplerine emretti. Kral, en sonunda da Piramit'in içine yıldızların konumları ile siklusların belirleyici unsurları, geç­miş tarihe ait kayıtlarla, geleceğe ilişkin kehanetler yerleştirdi.
Mesudi ayrıca, Mikerinos Piramidi'ne paslanmayan de­mir ve bükülebilen cam gibi, o dönemde ne olduğu anlaşıla­mayan garip objelerin de konulduğundan söz etmektedir. Masudi'nin yaşadığı 10. Yüzyıl'ın teknolojik imkânları gözönüne alındığında, paslanmaz çelik ve plastik benzeri maddelere olağanüstü sıfatını takmış olması son derece doğal karşılanmalıdır. Ancak doğal olmayan, bu maddelerden yapıl­mış objelerin o devirde Mısır'da bulunmasıdır. Ki bu da geliş­miş bir uygarlığın oradaki varlığının bir diğer kanıtıdır.
Masudi, "mekanik heykeller" ismini verdiği bir başka garip tanımlamada daha bulunur. Masudi, Gize Piramitleri'yle bağlantılı olan yeraltı galerilerinin, olağandışı yetenekleri olan bu "mekanik heykeller" tarafından korunduğunu ifade etmiş­tir. Kendilerine yaklaşanların niyetini anlayabilecek tarzda programlanmış olduğunu söylediği bu "mekanik heykeller" hâl ve tavırlarından ötürü içeriye kabul edilmeye layık olanlar dışında hiç kimseyi, yeraltı galerilerine sokmuyordu. Çünkü buna teşebbüs edenler ya felç geçiriyorlar ya da ölüyorlar­dı!...

MISIR /TUFAN ile ilgili görsel sonucu










Hint Mitolojisinin Nuh’u Manu/Tufan

Yaşadığı devrin M.Ö. 300 kadar erken veya M.S. 300 kadar geç bir tarihe tekabülettiği söylenen Manu, rivayetlere göre ilk kanun yapıcıdır. Sanskritçe “manava” kelimesi gibiİngilizce “man” (insan) kelimesininkökünün, etimolojik açıdan Manu kelimesine kadargötürülebileceği ileri sürülmüştür .Ünlü Hintolog Max Muller’in tahminlerine göre Manu,M.Ö.72 ile 184 yılları arasında yaşamış olmalıdır. Fakat Prof. M. Monier Williamsbu tarihi V. Yüzyıl olarak sabitlemiştir.Hindu mitolojisinde tanrılar ilk insan olan Manu’yu yaratmış ve obütün insanlığa hayat vermiştir. Manu dünyanın ilk kralı ve bütün Hindistan krallarınınatasıydı.Bazı Hint geleneklerine göre ise Manu,insanlığın eskiataları göz önüne alınarakverilmiş bir unvandır. Şu ankiperiyod yedinci Manu tarafından yönetilmektedir ve onaVaivasvata Manudenir. Kendisi Vivasvân ve onun karısı Samjnâ’nın oğludur. Karısı ise Sraddha idi. VaivasvataManu’nunasıl adı Satyavrataydı. Bu, yedinci Manu olup dünyanın ilkyöneticisidir .Hikâye,“Satapatha Brahmana”gibi ilk Hindu yazıtlarında bahsedilir vegenellikle dünya genelindeki diğer kültürlerde bulunan büyük tufan felaketleri ile mukayeseedilir.Özelliklede Nuh vegemisi ile kıyaslanır.Bir başka iddiayagöre Manu’nun (Nuh) 3oğlu vardı. Charma, Sharma ve Yapeti.Bu adlar etimolojik anlamda eski kültürlerin anlattığıHam, Shem ve Japheth’i çağrıştırmaktadır.DeğişikHint gelenekleri içindeManu,insanoğlunun atasıve dünyayı yönetenkral olarak tanınır.Buna göreManu, Vishnu’nunavatarı olan Matsya tarafından uyarılıp büyük bir gemi yaparak içine onun hayvan familyasınıve 9 çeşit tohumu doldurup büyüktufandan insanoğlunu kurtaran kişidir. Gemideki tohumlar“sular çekildikten sonra yeni ağaçlar,çimler ve bitkilerin yetişmesiiçin konulmuştur.11Ünlü Hint klasiği Mahabharata,Manuhakkında şunları kaydetmiştir:“Ve Manu’ya büyük bilgelik bahşedildi ve erdeme adandı. Ve o bir soyun atası oldu.Ve Manu’nun soyundan bütün insan ırkı doğdu. Brahmanas, Kshettriyas ve diğerleri onunsoyundantüremiştir ve buyüzden hepsine Manavas dendi. Daha sonra,BrahmanasKshattriyas ile birleşti ve Manu’nun oğulları (Brahmanas) kendilerini Vedaöğretilerine adadı.Manu’nun sahip olduğu diğer 10 çocuğun isimleri Vena, Dhrishnu, Narishyan, Nabhaga, Ikshakus, Karusha, Saryati,bir kız olanIla, PrishadhruveNabhagarishta Onların hepsikendilerini Kşatriya’nın uygulamalarına adadılar. Bunlara ek olarak, Manu’nun dünyada 50 oğlu vardı. Fakat biz duyduk ki onların hepsi birbirleri ile kavga edip yok oldular.”Matsya Purana’ya görebilge Manu,tanrı tarafından yaratılan ilk adam ve ilk insandı.Purana’da bahsedildiği şekliyle TanrıBrahma kutsal gücünü kullanarak tanrıça Shatrupa’yı(Saraswatinin ilk adlandırıldığı gibi) yarattı.Manu, Brahma ve Shatrupanın çiftleşmesi iledoğdu. Manu karısı Ananti’yi uzun bir kefaret (günahlardan arınma) yoluyla kazandı. Geriyekalan tüm insan ırkı Manu ve Ananti’den gelmedir. Manu ve Ananti’nin çocukları hakkındakidetaylar Bhagavata Purana’da bulunmaktadır. Ayrıca Manu(Manu Smriti=Manu kanunları)adlı eserin yazarı olarak düşünülmektedir. Bu eser Manu’nun birkaç keşişe verdiği nutukların özetlerini içermekteydi.İlk Manu’ya Svâyambura denir; kendini doğurmuş olanın yani Brahma’nın oğludur. Rivayetlere göre insanlar için kanun tanzim eden ve mükevvin olan yedi Manu vardır. İlkini yaratıcı Brahma doğurdu. Diğer altı Manu, sırasıyla ilkinin torunlarıdır. Bu yedi Manu’nun-Svayambuva ve diğerleri-büyük güçleri vardı. Kendi devirlerinde onların her biri, tüm bu hareket eden ve etmeyen varlıklar dünyasını yaratıp ona hükmetti. Bunların her biri bir Manu çağında hüküm sürmüştür. Meşhur hukuk kanunlarının derleyicisi olduğuna inanılan ilkManu’nun Svayambhu’dan zuhur ettiği düşünülür. İnanışa göre tufandan kurtarılan Manu yedinci Manu’dur. Bu Manu’nun ilk kadın Shatarupa’nın kocası ya da oğlu olduğuna da inanılır. Bundan başka Hint Mitolojisinde, ilk insan Manu’nun tanrıça İla ile ilişkisini k onu alan birçok mitolojiye rastlanır.Veda ve Hinduizme göre dünyanın yaratılışından sonra ilk defa kurban takdim eden insan; bir tufan esnasında, o zaman balık şeklinde dünyaya gelen Vişnu tarafından kurtarılmıştır. Manu’ya atfedilen eser, Brahmanların vazife, hak ve ahlakından malumat veren, M.Ö. 2. asır ile M.S. 2. asır arasında yazılan “Manu Kanunları” adlı hukuk kitabıdır.
Tufan niçin gerçekleşti?
Bazı Hint kaynakları tanrı Brahma’nın ağzından tufanın gerçekleşme sebebini birkaç gerekçeye bağlar.Bunlar;
1)Tanrılarla bağlantısını kaybetmiş insanların çoğalması,
2)Dünyada insanoğlunun “dharma”17yı günlük yaşantısından çıkarması ve tanrılarınyeni bir başlangıcın sırada olduğuna karar vermiş olmaları ,
3)Kardeşin kardeşten çalması, oğulların babalarını kandırmalarıve gençlerin büyüklerine daha fazla önem göstermemeleridir.
Tanrılar bu sebeplerle insanoğlunu helak etmeden önce güçlü bir inançla dharmaya yenidenbağlanmaları konusunda onlara üç yıl süre vermeyi kararlaştırırlar.Tanrı Vishnu Manu’yaTufanı Haber VeriyorFakat kaos ve k armaşıklık zamanı üç yıl boyunca devam eder.İşte bu sırada Tanrı Vishnu’nun ilgisi halen daha inancına ve imanına karşı dindar kalabilen birine çekilir Tanrı Vishnu bu adamın (Manu) kurtarılmaya değer olduğuna karar verir. Vishnu ilk defadünyadaki şekline (avatarına) girerek cennetten aşağıya iner. Bu avatarın adı Matsyadır ve tanrı Vishnu bir balık formundadır. Matsya, Manu’ya giderek onu eli kulağında olan kıyamet konusunda ve Manu’nun kurtuluşu hakkında uyarır . Manu’ya içinehayvanları ve bitkileri sığdırabileceği büyük bir gemi inşa etmeyi emreder. Manu bu duruma şaşırır. Çünkü Ookyanusun yakınlarında bile yaşamamaktadır
Geminin Yapımı
Matsya bu sure zarfında dünyada kalmaya karar verir. Manu’yagörevinde yardımedecekve insanoğlunun ne kadar daha kendilerinden uzaklaşabileceğini görecektir. Manu’nun gemiyi tamamlaması birçok ayını alır . Elimizdeki bilgiler gemininözellikleri hakkında bilgi vermemektedirler.
Tufanın Gerçekleşmesi
Manuve Tufan öyküsü, antik Sümer mitolojisinde, Kitabı Mukaddes’te ve Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssaya oldukça benzerlik göstermektedir. Manu Tufanı’nın öyküsü, Manu’nunelini suyla yıkarken küçük bir balığın kendisine gelmesiyle başlar. Balık dile gelerek bir selin bütün mahlukatı alıp götüreceğini ancak bunu kendisine yardım etmesi şartıyla yapacağını, öncelikle büyümesi gerektiğini söyler. Manu, balığı bir kavanoza koyar. Ona sığamayacak kadar büyüyünce bir gölcük kazıp balığı onun içine bırakır. Ona da sığamayacak kadar büyüyünce, Manu balığı denize salar. Büyüyen balık böylece tehlikeden uzak olur. Balık kısa bir zamanda, ileride (tüm balıkların) en büyüğü olacak “Caşa” haline gelir. Sonra da Manu’ya “sel, filan filan yıl gelip çatacak. Bu yüzden beni dinle ve bir gemi inşa et. Sel suları yükselince onun içine gir. Ben seni sel sularından koruyacağım” der. Manu, balık tarafından ona önceden söylenen yıl geldiğinde tavsiyesine göre hareket edip bir gemi yapar. Sel suları yükseldiğinde gemiye girer. Sonrabalık yüzüp onun yanına gelir. Manu geminin halatını balığın boynuzuna bağlar ve böylece hızla Kuzey Dağı’nın (Himalaya) oraya erişir. Balık o zaman şöyle der: “Ben seni kurtardım. Gemiyi bir ağaca bağla ve dağın tepesindeyken suların seni karaya oturtmasına müsaade etme. Sular çekildikçe sen de aşağı in.” O da bunun üzerine tedricen aşağı iner. İşte bu yüzdendeKuzey Dağı’nın o bayırına “Manu Yokuşu” denmektedir. Sel bütün mahlukatı alıp götürür,geriye bir tek gemidekiler veManu canlı olarak kalır.
Tufandan Sonra
Bir süre sonra evlat arzusuyla tapınıp kendini cezalandırmaya başlayan Manu, pişmiş aştan bir adak hazırlar ve sulara adak olarak, erimiş yağ, ayran, süt yağı ve lor sunar. Bir yıl içinde bu adaklardan bir kadın yaratılır. Kadın, üzerinden damlalar dökülür halde ayağa kalkar; erimiş yağ onun ayak izlerinde birikir. Manu bu defa evlat arzusuyla eşiyle birlikte tapınmaya ve kendini cezalandırmaya devam eder. İşte o kadın vasıtasıyla Manu’dan bir ırk türer. Bu, Manu’nun ırkıdır. O kadının vasıtasıyla hangi nimeti istediyse ona tevcih edilir(Satapatha Brahmana, 1:8).
Sonuç
Ölüm suları yahut tufan felaketlerinin başlama bitiş ve sonrasını aktaran rivayetlerin birbirine hayli benzediği görülen tufan öykülerinin genel olarak ortak konusu, yeryüzünü günahlarla doldurarak kutsal yasalara karşı gelen insanlar, içlerinden onları uyarmakla görevlendirilmiş kimseler, tanrısal bir cezanın yeryüzünü temizlemesi ve hayatın yeniden başlaması noktasına birleşmektedir. Çok sayıda gelenek, insanlığın yaşamasına son veren böylesi bir felaketten söz etmekte ve insanlığın efsanevi atası olacak birine vurguyapmaktadır. Hint tanrıları tarafından görevlendirilen Manu, öyküsü itibarıyla bu efsanevi atalardan biri olmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK
Batman Üni. Fen Ed. Fak. Öğ. Üyesi

İlgili resim

Çin mitolojisi Nuwa/Tufan

Büyük bir tufanı konu alan bir mitte Nü Wa ve hem erkek kardeşi hem de eşi olduğuna inanılan Fu Xi bir çiftçinin çocukları olarak yer alırlar. Çiftçi bir gün Gök Gürültüsünü yakalar ve hapseder. Pazara inmesi gerektiğinde, çocuklarına ne olursa olsun Gök Gürültüsü'ne su vermemeleri gerektiğini tembih eder fakat o gittikten sonra kızı Gök Gürültüsü'ne su verir. Bunun üzerine hapsedildiği yerden bir anda taşarak çıkan Gök Gürültüsü iki kardeşe ağzından bir diş verir; onlara dişi ekmelerini söyler. Eve döndüğünde çiftçi olanları anlar ve büyük bir fırtınanın vuku bulacağını sezerek demirden bir gemi inşa etmeye başlar. Çocuklar ise dişi ekerler. Ekilen yerden bir asma türer ve asmada büyük bir su kabağı büyür. Su kabağının içini açan kardeşler, içinde de ektikleri dişe benzer birçok dişin olduğunu görürler. Fırtına yaklaşırken su kabağının içindekileri çıkarırlar ve tam zamanında su kabağına binerler. Çiftçi ise bitirdiği gemisine biner. Uzun bir süre fırtına devam eder ve sular cennete kadar yükselir. Bu gerçekleşince cennetin kapısına vuran çiftçi cennettekileri kızdırır ve cennettekiler suyun bir anda çekilmesini sağlarlar. Altlarındaki suyun bir anda çekilmesi sonucu iki gemi de bir anda yere düşer. Çiftçinin demir gemisi yere çarpar ve parçalanır, çiftçi de bu esnada ölür. Çocukların yumuşak olan su kabağı ise hafifçe yere iner. Dünya'da yaşayan tek kişiler artık kardeşlerdir. Bunlara bu olaydan sonra "Fu Xi Kardeşler" ismi verilir; Fu Xi Çince su kabağı anlamına gelmektedir. Kardeşler evlenir ve kız kardeş hamile kalır, bir et parçası doğurur. Bunun üzerine et parçasını küçük parçalara böler ve bir kağıda sararlar. Fakat esen rüzgâr sonucu et parçaları etrafa dağılır. Bu et parçalarından da insanlar oluşur.
Bir başka büyük tufan miti ise İmparator Yu ile ilişkilidir. Bu mite göre Yu'nun babası Gun Yao tarafından Sarı Nehrin taşması sonucu oluşan selin kontrol altında tutulması ile görevlendirilir fakat sorunu 9 yıl boyunca çözemez. Bu sebeple Shun tarafından öldürülür ve Yu babasının yerine getirilir. Yu birçok kanal ve set inşa ettirir ve zorluk içinde geçen 13 yıl sonra sel sorunu çözülmüş olur. Shun, Yu'ya tımar vererek onu ödüllendirir ve ölürken egemenliğini Yu'ya bırakır. Bütük Tufanı kontrol altına alması sebebiyle genellikle Büyük Yu olarak anılır. Ayrıca, kendisinden önceki imparatorlar gibi, İmparator Yu olarak da anıldığı olur. Yu'ya dair bu anlatılar klasik Shu jing ve Shi jing en eski kısımlarında kendilerine yer bulmuşturlar.
Diğer Kültürlerde Tufan ile ilgili görsel sonucu

Sümerlilerde "Tufan"..

Sümerlilerin günümüze bıraktıkları en değerli (ve bilinen) miraslarından biri, "Gılgamış Destanı"dır. Destanda, başından geçen olaylar çok etkileyici bir dille anlatılan Gılgamış (ya da Gılgameş), bir Sümer kralıdır. Ölümsüzlüğü arayan bir adamın başından geçen olaylar örgüsünde, Sümerlilerin, yaradılış, tufan, ölüm ve ölümden sonra hayat gibi bir çok inanç konusu anlatılır. Gılgamış destanı M.Ö. 3000 yıllarına tarihlendirilmektedir. Bu kadar uzak geçmişe ait tarihlerde 1-2 yüzyılın çok da önemli olmadığını hatırlatmak isterim. Buraya, konumuzla ilgili bölümleri özetliyorum.. (Başından birçok olay geçtikten sonra) Gılgamış, son macerasında ölümsüzlüğü aramaya koyulur. Can yoldaşı Enkidu'nun ve canından çok sevdiği annesinin ölümü, onu sonsuz bir korkuya düşürmüştür. Birgün kendisinin de öleceği, herşeyi bırakıp, dünyayı terk edeceği korkusu onu yiyip bitirmektedir. Ölümsüzlüğü, ölümsüz birinden öğrenebileceğini düşünen Gılgamış, ölümsüz olan Ziusudra'yı (Babil kaynaklarında "Utnapiştim", Tevrat'ta Noah, İslamiyette Nuh) aramaya koyulur. Sayısız maceranın ardından, 'Ölü deniz'i ya da 'Ölüler Denizi'ni geçerek, Tilman Adasına, (bazı araştırmacılara göre Sina yarımadasına) Ziusudra ve karısının tek başlarına yaşadıkları adaya varır. Ziusudra, Gılgamış'a yaşadıklarını, en önemlisi tufan olayını anlatır. Burada, Ziusudra'nın ağzından anlatılan, Sümerlilerin "tufan" mitolojisine göre; Tufanın geleceğini bilen tanrılar, insan ırkının yok olması için, seslerini hiç çıkarmazlar. Çünkü, tanrıların başındaki tanrı 'Enlil', insan ırkından hoşlanmaz, insanların inançsızlıkları, hakaretleri, tanrılara değer vermeyişleri onu çileden çıkarmıştır. (ilginçtir, üç büyük din, İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilikte de tufana sebep olarak, aynı şekilde, yaradanın gazabına yol açan insanların inançsızlığı, azgınlığı ve sapkınlığı gösterilir) İnsanları bir tufanla yoketme kararı alan baş tanrı Enlil, bütün tanrılara, "insanlara yardım etmeyeceksiniz, tufanı hiçbiri öğrenmeyecek" diyerek, hepsine yemin ettirir. Yalnız, aralarından, kurnaz su tanrısı Enki (Ea), insan ırkını çok sevdiği için bir şekilde yardım etmek ister. Hemen dünyaya gider. Ziusudra'yı bulur. Kendisi, insanların girip (kiliselerdeki günah çıkarma odası gibi) tanrılara dertlerini, günahlarını anlatıp rahatladıkları odaya girer. Ziusudraya kapıda beklemesini söyler. İçeride Enki, bağıra bağıra tufan olayını anlatır. Böylece yeminini bozmamış, insanlara birşey söylememiş olacaktır, ama kapıda bekleyen Ziusudra, tanrının kendi kendine yaptığı bu konuşmayı duyarak herşeyi öğrenecektir. Enki tufan olayını bağıra çağıra anlatır, insanlara yardım edemeyeceği için üzgün olduğunu söyler. Yardım edebilseydi, insanların tufandan kurtulmak için neler yapmaları gerektiğini söyleyeceğini anlatır. Bu şekilde, Ziusudra'ya tufandan kurtulmak için neler yapması gerektiğini anlatmış olur. Tabii, kapıda bekleyen Ziusudra, herşeyi duyar ve hemen işe koyulur. Tanrısının verdiği talimatlara göre gemisini inşa eder, her canlıdan bir çift alır. Kendisine inananlarla birlikte (ki ailesi, hizmetçileri ve bir-iki arkadaşından başka kimse inanmaz) gemiye doluşurlar. Sular heryeri doldurur. Bütün şehirler suyla kaplanır, insanlar boğularak can verir. Olanları, dünyanın çevresinde dönen bir gemiden gören tanrılar, ağlarlar. Yarattıkları medeniyetin yokoluşunu izlemek onlara büyük acı verir. "Ne yaptık biz" diye dövünürler. Ziusudra ve yandaşları, sular çekilmeye başlayınca ortaya çıkan ilk kara parçasına çıkarlar. (Bu kara parçası Tevrat'ta Ağrı dağı, Kur'an'da Cudi dağı olarak geçer. Ancak "Cudi", Kur'an terminolojisinde, yüksek yer demektir) Hala yaşayan insanlar olduğunu gören tanrı Enlil, hemen yanlarına gider. Tabii, ardından diğer tanrılar da onu takip ederler. İlk başta sinirlenen Enlil'i, diğer tanrılar sakinleştirirler. Bir anlaşma yapılır. Artık insanlar, tanrılarına hürmet göstereceklerdir, karşılığında da tanrıların koruması olacaktır. Bir daha insanlık böyle bir felaket yaşamayacaktır, bu son felakettir. Çünkü böyle bir felaketi gören tanrılar, insanları sevdiklerini anlarlar. Gılgamış efsanesinde anlatılan bu tufan olayı, bilinen en eski tufan hikayesidir. Günümüzden 5000 yıl öncesine, M.Ö. 3000 yıllarına tarihlenmektedir. Anlatılan tufan olayının, bugün üç büyük din tarafından kabul edilen tufan olayına benzerliği tartışılmaz. Dünyanın diğer bölgelerinde anlatılan tufan efsaneleri de düşünülünce, dünyamızın gerçekten bir tufan yaşadığı kesine yakın bir şekilde ortaya çıkıyor. Birçok kişi, bugün kutsal kitaplarda anlatılan tufan efsanesinin orijinalinin, Sümer efsanesi olduğunu düşünüyor.

Sümerlilerde "Tufan".. ile ilgili görsel sonucu

Altay ve Saha Türklerinin inancında "Tufan Efsanesi”

Altay ve Saha Türklerinin inancında "Tufan Efsanesinin çeşitli varyantları mevcuttur. Altay Türklerine ait Tufan efsanesini ilk defa rahip Verbitskiy tespit etmiştir. Bu rivayetlere göre Tufan'dan önce yeryüzünün hâkimi Tengiz Han idi. Bu zamanda Nama adlı meşhur bir adam vardı. Tengri Ülgen buna Tufan olacağını, insanları ve hayvanları kurtarmak için bir gemi yapmasını söyledi. Nama’nın üç tane oğlu bulunuyordu. Oğullarına gemiyi inşa etmelerini söyledi ve Ülgen'ın öğrettiği biçimde bir gemi yapıldı. İnsanlar ve hayvanlar gemiye alındı. Gökyüzünü sis kaplayıp, yerin altından sular fışkırmaya başladı. Gökyüzünden de yağmur yağıyordu. Bir müddet sonra sular çekilip, kara parçaları suyun yüzüne çıktı. Nihayet gemi bir dağın tepesinde karaya oturdu. Suyun derinliğini öğrenmek için Nama kuzgun, karga ve saksağanı gönderdi, fakat bunlar dönmedi. Bunun üzerine güvercini yolladı ve güvercin gagasında bir dal ile geri döndü. Nama daha önce gönderdiklerini görüp görmediğini güvercine sordu. Güvercin üçünün de bir leşe konup gagaladığını söyledi. Nama onlara kıyamete kadar leş ile beslensinler diye bedduada bulundu. Tufandan sonra Nama, "Yayık Han' adıyla tanrılar arasına girdi. Bir başka Altay rivayetine göre, yer yaratılmadan önce su vardı. Ülgen bir gün suya bakarken, üzerinde yüzen bir toprak parçası gördü. Bu toprağın insan vücuduna benzeyen bir yapısı vardı ve buna "kişi olsun" dedi. Toprak da derhal insan oldu. Ülgen buna Erlik adını verdi. Erlik bir müddet geçtikten sonra, Ulgenden daha büyük ve kudretli olmak istedi. Nihayet Ülgen’e düşman oldu. İnsanlar da ağaç dalındaki meyveler gibi bitti.
Başka bir kaynakta sel bütün yeri kapladığında, Tengiz (Deniz) yerin üzerinde efendi idi. Tenqizın yönetimi altında Nama adında iyi bir erkek yaşardı. Nama'nın Sozun Uul, Sar Uul ve Balık adlarında üç oğlu vardı. Tanrı Olgen, Nama'yo bir kerep yapmasını buyurdu.
Nama, sandığın yapması işini üç oğluna bıraktı. Oğulları, kerepi bir dağ üzerinde yaptılar. Kerep yapıldıktan sonra Nama, onu her biri seksen kulaç olan sekiz halatla köşelerinden yere bağlamalarını söyledi. Böylece su seksen kulaç yükseldiğinde durum anlaşılacaktı. Bundan sonra Nama, ailesi ile çeşitli hayvanları, kuşları alarak kerepe girdi.
Yeryüzünü sisler kapladı. Dünya korkunç bir karanlığa gömüldü. Yerin altından, ırmaklardan. denizlerden sular fışkırdı. Gökten sağanaklar boşandı.
Yedi gün deprem oldu.
Yedi gün dağlar ateş püskürdü. Yedi gün yağmur yağdı.
Yedi gün fırtına oldu ve dolu yağdı. Yedi gün kar yağdı.
Bundan sonra müthiş soğuk oldu.
Yedi gün sonra yere bağlanan halatlar koptu, kerep yüzmeğe başladı: suyun seksen kulaç yükseldiği anlaşıldı

altay dagları ile ilgili görsel sonucu

Diğer Kültürlerde Tufan





Güney Amerika'nın Aztec-Toltec kayıtları, Coxcox, Trzpi ya da Teocipactli'nin eşi, çocukları ve hayvanlarıyla birlikte servi ağacından yaptıkları görkemli bir salla Tufanı nasıl atlattıklarını anlatır. Sular dünyamızı kaplar ve Tufan tam 52 yıl sürer. Ortalık yatışınca Coxcox, karayı bulsunlar diye kuşlar uçurur. Yırtıcı kuşlar çürümüş insan ölülerini yemek için kalırlarken bir güvercin ağzında bir dalla geri döner gelir. Coxcox'un salı o sırada Colhuacan dağının tepesine oturmuştur.


Maya efsanelerinde de Tufan olgusu vardır, ama kurtulanlar gemi yapıp bundan yararlanmak yerine, derin mağaralara saklanmışlardır. Buradaki Tufana, yangın ve deprem de karışmıştır: "göklerden büyük gürültüler geldi ve ardı arkası kesilmeyen yağmurlar gece gündüz yağdı. İnsanlar evlerin damlarına tırmanmaya çalıştılar, fakat evler suların altında kaldı. Gökler yere iniyordu sanki karalar çöktü ve bir anda her şey sona eriverdi."


Kuzey Amerikalı Huron Kızılderilileri "Büyükata" larının başından geçen olağanüstü serüveni bugün de hikâye etmektedirler. "Büyükata", karısı, ailesi ve hayvanlarıyla, başlayan Tufandan kurtulmak için bir sala binmiş ve öyle kurtulmuşlardır.


Britanya'nın Galler yöresi efsanelerine göre, Dwyfan ve Dwyfach büyük felaketten bir gemiyle kurtulmuşlardır. Dalgalar Gölü adı verilen Llynllion'un patlaması sonucu oluşan korkunç seller durulunca, Dwyfan ve Dwyfach yeniden Britanya halkını oluşturmaya başlarlar.


İskandinav Edna efsaneleri Bergalmer ile eşinin büyük bir tekneyle Tufan'dan kurtulduğunu anlatır. Alaska’da yaşayan Tlingit kabilesinin Tufanla ilgili hikâyesi de şöyledir. "Tufan başladığında kabile halkı büyük, çok büyük kanolara bindiler ve sular onları yüksek bir tepeye sürükledi. O tepeye vardıklarında aşağıya baktılar ve ağaçların, hayvanların ve insanların suların şiddetli akıntısına kapılarak hızla uzaklaştıklarını gördüler."


Litvanya efsanelerinde ise birkaç çift insanın ve hayvanın yüksek bir dağın tepesinde bir kabuğun içinde barınarak kurtuldukları anlatılır. 12 gün 12 gece süren rüzgârlar ve seller yüksek dağa erişip oradakileri de yutacağı zaman, Yaratıcı onlara dev bir ceviz kabuğu atar. Dağdakiler ceviz kabuğu ile yolculuk yaparak felaketten kurtulurlar.


KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...