23 Aralık 2017 Cumartesi

Semendire Kalesi
Semendire (Smederevo) Kalesi’ni Sırbistan’ın XV. asırdaki despotu Brankoviç, Belgrad’ı Macarlara kaptırınca çok kısa süre içerisinde yaptırmıştır. Türkler Belgrad’ı iki kere kuşatmış; Fâtih Sultan Mehmet Macarlardan alamamış, ancak Kânûnî 1521’de fethedebilmiştir. O târihe kadar Semendire Kalesi Semendire Sancağı’nın, yâni bugünkü Sırbistan’ın Osmanlı dönemindeki başkenti olarak kaldı.

Görüntünün olası içeriği: açık hava

Otranto Kalesi


Fatih zamanında, Gedik Ahmed Paşa'nın, Otranto'ya (Taranto) yaptığı sefer (1480).
Aragon ve Napoli kralı olan Alfonso, Akdeniz'de büyük bir imparatorluk kurmak amacıyla, Osmanlı Devleti'ne karşı düşmanca bir siyaset takip etti; Arnavutluk'ta İskender Bey'e yardım ederek, Türkleri Adriyatik kıyılarından uzak tutmak istedi. Yerine geçen oğlu Ferdinando I de, babasının siyasetini sürdürdü. Eğriboz adasının alınmasından sonra Ferdinando I, Osmanlılara karşı kurulan haçlı ittifakına girdi. Osmanlı Devleti de Venedik ile barış yaptığı halde (1479), Napoli krallığı ile anlaşmaya yanaşmadı. Fatih, Napoli krallığına karşı harekete geçti. Osmanlı Devletine vergiyle bağlı olan Zenta, Kefalonya ve Ayamavra adaları beyi Leonardo'nun Osmanlı Devletinin izni olmadan, Napoli kralının akrabalarından bir kızla evlenmesi sebep sayılarak Napoli krallığına savaş açıldı ve Güney İtalya'nın alınmasına karar verildi. Osmanlı Devletini bu sefere, Napoli krallığıyla savaş halinde olan Venedik de teşvik etti. Gedik Ahmed Paşa, Otranto limanına asker çıkardı ve Otranto alındı (11 Ağustos 1480). Gedik Ahmed Paşa, Otranto yakınındaki diğer kalelerin de ele geçirilmesiyle uğraştığı sırada, Fatih öldü; oğlu II. Bayezid Han, Gedik Ahmed Paşa'yı geri çağırdı. Gedik Ahmed Paşa, yerine Hayreddin Paşa'yı bırakarak İtalya'dan ayrıldı. Ferdinando I, Macar kralı Matyas Corvinus'un da yardımıyla, Türklerin zaptettiği kaleleri ve Otranto'yu geri aldı (10 Eylül 1481). II. Bayezid Han, Cem Sultan olayı yüzünden İtalya meselesiyle uğraşamadı.

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü ve açık hava

Kanije Kalesi

Otomatik alternatif metin yok.




Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş topraklara sahip olduğu zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun en batıdaki kalesidir. Türkler tarafından alındıktan sonra 1601′de Tiryaki Hasan Paşa’nın ünlü savunması ile kurtarılmıştır. Önceleri Zigetvar’da bulunan eyalet merkezinin buraya taşınmasıyla eyalet merkezi oldu. 1690′da Habsburg ordusu tarafından geri alınan kent, Osmanlılar bölgeden çekilince şehir stratejik önemini kaybetmiş ve 1702′ de Viyana’dan gelen bir karar ile kale yıkılmıştır.

İdam edilen 44 Veziriazam

İdam edilen 44 Veziriazam ile ilgili görsel sonucu
İmparatorluğun kurucusu Osman Gazi’nin 1324 yılında ölümüyle yerine oğlu Orhan Gazi geçmişti. Ankara’nın Nallıhan ilçesine bağlı Cendere köyünde yaşayan Ali adlı Türk köylüsünün medrese eğitimi gören oğlu Kara Halil Efendi o sıralar yeni fethedilen ve devletin ilk başkenti olan Bursa’ya kadı olarak atanan kişi oldu. Bu kişi Orhan Gazi’den sonra tahta çıkan I. Murat döneminde henüz yeni kurulan Kazasker’lik (bir çeşit Adalet Bakanlığı) makamına da getirildi. Tutsak alınan Hıristiyan çocuklarının türk köylü aileleri yanında İslam eğitimiyle yetiştirilerek Yeniçeri ordusunun kurulmasını ilk olarak gerçekleştiren kişi odur. I.Murat’ın önce veziri, sonra vezir-i azam’ı olmuş, adı da Kara Halil Efendi’den Çandarlı Halil Hayrettin Paşa’ya dönüşmüştür.


Halil Paşa vezir-i azam olduğu zaman, oğlu Çandarlı Ali Bey kazaskerliğe atanmıştı. Bu kişi de terfi ederek 1387-1406 yılları arasında I. Murat, Yıldırım Beyazıt ve Süleyman Çelebi dönemlerinin vezir-i azamı olmuştur. Ali Paşa’nın bir de kardeşi vardır İbrahim Paşa. O da Yıldırım’ın Timurlenk’e tutsak düşmesinin ardından oğulları arasında başlayan iktidar kavgasını kazanan I. Mehmet’in veziri, daha sonra da ll. Murat’ın veziriazam’lığını yapmıştır.

BİRİNCİ İDAM
Çandarlı İbrahim Paşa’nın ölümünden sonra oğlu Çandarlı Halil Paşa geldi vezir-i azam’lığa. Tabii o sıralarda Osmanlı’nın idam edeceği BİRİNCİ (ilk) vezir-i azam olacağını henüz bilmemektedir. II.Murat zamanında Çandarlı Halil Paşa devletin mutlak egemeni gibi olmuş, bütün gücü elinde toplamıştır. II. Murat’ın ikidarı henüz on üç yaşındaki oğlu II. Mehmet’e bıraktığı, sonra tekrar geri aldığı, sonra tekrar geri verdiği çalkantılı dönemlerden sonra 1451 yılında II.Murat ölür, II. Mehmet üçüncü ve son kez padişah olur. Tecrübeli vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa’nın da üstün gayretleriyle İstanbul Fethedilir.

II. Mehmet artık “Fatih” olmuştur. İşte ancak ondan sonradır ki yaşlı vezir-i azam Bizans’tan rüşvet olarak torik balıkları içinde altın aldığı ve kuşatmayı uzattığı gibi gülünç isnatlarla İstanbul’da tutuklanıp Edirne’ye gönderilir. Orada cellatlar urganlarla gelip 24 yıllık sadrazam Çandarlı Halil Paşa’yı boğarak idam ederler.1 Haziran 1453.

Paşa’nın o sırada kazasker olan oğlu azledilir. Edirne kadısı olan diğeri Süleyman Çelebi ise Fatih’in oğlu II. Beyazıt döneminde vezir-i azamlığa kadar yükseldikten sonra İnebahtı seferinde ölür. İşte bu tarihten sonra imparatorluk yönetimi artık tümüyle Türk kökenlilerden çözülüp devşirmeden yetişmiş devlet adamlarının eline geçer. Fatih ise Çandarlı Halil Paşa ile başlattığı vezir-i azam idamlarını sürdürecek ve sonraki iki vezir-i azamını daha cellatlara verecektir.

İKİNCİ İDAM
Çandarlı’dan sonra iki yıl İshak Paşa’nın vekalet ettiği veziriazamlığa 1455’de Mahmut Paşa getirilir. 12 yıl sadarette kaldıktan sonra 1467’de azledilip, onun yerine getirilen Rum Mehmet Paşa da üç yıllık iktidarından sonra boğdurulan Osmanlı veziriazamlarının İKİNCİsi olarak 1470’de boğduruldu.

ÜÇÜNCÜ İDAM
Yine ikinci kez sadarete getirilen Mahmut Paşa bu defa sadece iki yıl sadarette kaldıktan sonra 1474 yılında önce azledilmiş sonra da boğdurulmuş, böylece Mahmut Paşa da Fatih tarafından boğdurulan Osmanlı veziriazamlarının ÜÇÜNCÜsü olmuştur.

İstanbul’a dönülürken AfyonKarahisar’a gelindiğinde vezir-i azamı Mahmut Paşa’nın önce otağını kurdurup içine girmesini bekleyip, sonra da ; “ -Gidin şu herifin kafasına yıkın çadırını” diye emir vermiştir. İçoğlanı, bostancı, ortada her kim varsa koşuşup Mahmut Paşa’nın kafasına yıktılar çadırını. Yerine Rum Mehmet Paşa’yı getirdiler.
Zalim bir adam olan Rum Mehmet Paşa önüne geleni kılıçtan geçirdi, Cami, türbe ve medreseleri bir güzel yağmaladı, ağır vergiler aldı. Aynı gazabı sürdürmek için bir de Varsak Türkmenleri’nin üstüne yürüdü. Ancak Varsak beylerinden Uyuz bey tarafından bozguna uğratıldı ve gaspettiği mal, para her ne varsa ona kaptırdı. Bu yenilgi ve hakkındaki dedikodular nedeniyle boğdurulması üzerine ikinci kez sadarete getirilen Mahmut Paşa’nın dramı daha değişiktir. Azline sebep olan esas hadise Otlukbeli zaferinin ardından Tebriz’e doğru kaçan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın peşinden gitmemesi olmuştur.

Öte yandan Paşa’nın bir hadise nedeniyle şehzade Mustafa ile de arası açıktır. Kadın düşkünü olan Şehzade kendisi seferdeyken Mahmut Paşa’nın karısına tecavüz etmiş, Paşa karısını boşamış, ama Fatih’in emriyle kadını tekrar nikâhlamak zorunda kalmış. Şehzade’nin ölümü üzerine Paşa’nın düşmanları vezir-i azamın pek keyiflendiğini, Şehzade’yi onun zehirlemiş olabileceği isnadını yaymaya başladılar. O sırada azledilmiş durumda olduğu için Edirne dolaylarındaki çiftliğinde sürgünde yaşamakta olan Mahmut Paşa bu söylentiler yüzünden Fatih’e başsağlığı dilemek için İstanbul’a geldiği sırada tutuklanarak Yedikule zindanlarına attırılır. On sekiz gün sonra da boynuna cellat kemendi geçirilir. Bugünkü İstanbul’un Mahmut Paşa semtine ismini bırakan işte bu paşadır.

DÖRDÜNCÜ İDAM
Fatih Sultan Mehmet’in veziriazamlarından (Mahmut Paşa’nın yerine gelen) Gedik Ahmet Paşa da oğlu II. Beyazıt tarafından boğdurtulmuştur. Boğdurtulan DÖRDÜNCÜ vezir-i azamdır.

1474’de veziriazamlığa getirilen Gedik Ahmet Paşa 1474 yılında Fatih tarafından Arnavutluk seferine memur edilir. Paşa inatla bu sefere çıkmaya karşı durması üzerine azledilir. Rumeli hisarına hapsedilir. Ama kısa bir süre sonra da hapisten çıkarılıp kaptan-ı deryalığa atanır. Bu arada Fatih’in çok sık azlettiği veziriazamların yerine bir yenisi bulunamadığı zamanlarda hep İshak Paşa geçici olarak göreve getirilmektedir. İshak Paşa’nın 1453 – 1492 arasında hiç idam olmadan tam üç kez vezir-i azamlık yapabilmesinin belki de tek nedeni parlak herhangi bir özelliğinin olmamasıdır. Fatih kendi dönemindeki yedi değişik veziriazam’dan üçünü boğdurtmuş, birini hapsetmiş, sonuncusunu da yeniçeriler öldürmüştür.


Yirmi yaşında tahta çıktığında iki yaşındaki kardeşi Ahmet’i öldürterek işe başlayan Fatih “tahta kim çıkarsa kardeşini öldürtebilir” yasasını getirmişti. Elli bir yaşında öldüğünde arkasında büyük oğlu Beyazıt’la küçük oğlu Cem olmak üzere iki şehzade bıraktı. İktidar kavgası daha o ölmeden başladığından Fatih kendini güvenceye almak için iki oğlunun da iki çocuğunu yani iki erkek torununu rehin olarak yanında tutmaya başlamıştı. Kendisinin de Gedik Ahmet Paşa’nın da gönlü yirmi üç yaşındaki Cem’den yanaydı. Buna karşılık yeniçeri otuz dört yaşındaki Beyazıt’ı tutuyordu. Kanlı uğursuz bir yığın kavga oldu. Sonunda II. Beyazıt tahta çıktı. Cem Sultan Rodos’a kaçtı.

II. Beyazıt tahta çıktığı zaman eski vezir-i azam Gedik Ahmet Paşa Gelibolu’daki donanma ile İtalya seferine çıkmak üzereydi. Fatih’in ölümüyle yerine büyük oğlu Beyazıt’ın geçtiğini görünce seferden vazgeçip İstanbul’a döndü. II. Beyazıt, padişahlığı şerefine Edirne’de tantanalı bir içki meclisi kurmuş, Gedik Ahmet Paşa’yı da sofrasına davet etmişti. O sofra Gedik Ahmet Paşa için ölüm sofrası oldu. O sırada davetlilere beyaz kaftanlar armağan edilirken, eski vezir-i azam Gedik Ahmet Paşa’ya siyah bir kaftan getirildi. Ziyafetin sonunda kapı dibinde bekleyen cellada teslim edildi. Cellatlar orada boğdular (18 aralık 1482) Gedik Ahmet Paşa’yı Cem’den yana olduğu sanıldığı için.

II. Beyazıt Gedik Ahmet Paşa’dan başka vezir-i azam boğdurmadı. Ama oğlu Yavuz Selim 1512 yılında kendisini devirip tahta çıkınca…. Sekiz yıllık iktidarı süresinde atadığı altı değişik vezir-i azam’dan üçünü idam ettirdi.
Hatta bunlardan Dukakin oğlu Ahmet Paşa’yı bizzat kendi eliyle öldürmek için hançerlemiş, ama tam öldüremediğinden yere yığılan vezir-i azam’ın kafasını yanındaki akağalara kestirmiştir. O dönemde halk arasındaki en yaygın beddua şöyleydi. “ -İnşaallah Yavuz’a vezir-i azam olursun.”

BEŞİNCİ İDAM
Gedik Ahmet Paşa’dan sonra idam edilen BEŞİNCİ veziriazam II. Beyazıt’ın son, Yavuz Selim’in de ilk veziriazam’ı olan ve 1512 yılında boğdurulan Koca Mustafa Paşa’dır.

II. Beyazıt döneminin önemli devlet adamlarından olan Koca Mustafa Paşa bir devşirmeydi. Sultan Beyazıt, kendisinden kaçıp Rodos şövalyelerine sığındıktan sonra şantaj aracı olarak kullanılan ve sonunda Papa VIII. Inosan’a satılan kardeşi Cem’i almak üzere pazarlık etsin diye Roma’ya göndermişti kapıcıbaşı Mustafa Ağa’yı. Papayla yaptığı anlaşma sonucu Cem Sultan’ın öldürülmesini sağladığı ve bu suretle Beyazıt’ın son ve Yavuz’un ilk veziriazamı olduğu söylenir.
II. Beyazıt’ın sekiz oğlundan ilk beşi Beyazıt’ın sağlığında ölmüş, geriye sadece Ahmet, Korkut ve Selim kalmışlar. Daha Beyazıt’ın sağlığında başlayan taht kavgası yine kardeş savaşlarına dönüşmüştü. En küçükleri olan Yavuz Selim’in babasıyla savaşı göze alması ve onu tahttan indirmesi, ağabeyleriyle giriştiği tuzaklı kavgalar ve ölmüş ağabeyleri Şehinşah, Alemşah, ve Mahmut’un sarayda kalmış çocukları Mehmet, Musa, Emin, Orhan ve Osman’ı dahi boğdurtmasıyla ilgili hikayeler ilginçtir. Ağabeyi Ahmet ve Korkut herikisi de kapıcıbaşı Sinan ağa tarafından kementle boğularak öldürülmüşler.

Yavuz babasından kalma veziriazam Koca Mustafa Paşa’yı 1512 yılında kendisiyle birlikte yemek yerken sırtına kara kaftan giydirterek hemen orada kementle boğduruyor.

ALTINCI İDAM
Öldürülen ALTINCI veziriazam görevde sadece iki buçuk ay kalabildikten sonra kellesi alınan (Arnavut asıllı Hıristiyan asilzade iken kendi iradesiyle Müslüman olup Osmanlı hizmetine giren ve hızla yükselerek Çaldıran dönüşünde veziriazamlığa getirilen) Dukakin oğlu Ahmet Paşadır. Kendisine yöneltilen suçlama yeniçeri ayaklanması düzenlemek.

YEDİNCİ İDAM
Osmanlı tarihinde Çandarlı Halil Paşa, Rum Mehmet Paşa, Mahmut Paşa, Gedik Ahmet Paşa, Koca Mustafa Paşa ve Dukakin oğlu Ahmet Paşa’dan sonra öldürülen YEDİNCİ veziriazam Yunus Paşa’dır.

Sultan Selim Mısır seferinden dönüşte at üstünde Yunus Paşa’yla yan yana konuşa konuşa Bülbis’ten geçerlerken birden atını durdurur ve derhal solaklar kethüdasına emrederek oracıkta Yunus Paşa’nın kafasını kestirir. Öfkesi yine de geçmez. Kesik kafayı eline alır ve üç gün boyunca yanında taşıyarak Katya’da gömdürür. Tarih 1517 Eylülü. Göreve gelişinden yedi ay sonra katledilen veziriazamın suçu sohbet sırasında Sultanın Mısır valiliğine Çerkez Hayır Bey’in getirilmesi yolundaki kararını eleştirmesi.

SEKİZİNCİ İDAM
Yavuz’un beş yıl içinde üç veziriazamını idam ettirmesinden sonra SEKİZİNCİ idam olan Pargalı İbrahim’e kadar 19 yıllık bir duraklama sözkonusu. Bu arada öldürülmeyen sadrazamların çoğu sille tokat dövülüyor ama kelleyi kurtarıyorlar.

Yavuz’un tek oğlu olduğu için kardeş öldürme derdine düşmeden tahta çıkan Kanuni Sultan Süleyman Rodos’u alır almaz ilk iş olarak orada unutulup kalmış olan büyük amcası Cem Sultan’ın oğluyla torununu buldurup boğdurmak. Gençliğinden itibaren hep yanında olan ve birçok defa onun hayatını kurtarmış olan İbrahim 1523’den yatağında boğdurtulduğu 1536’ya kadar 13 yıl sadrazamlık yapmış.

DOKUZUNCU İDAM
İdam edilen DOKUZUNCU veziriazam Kanuni’nin veziriazamlarından Kara Ahmet Paşadır. Yavuz Selim’in kızı Fatma Sultan’la evli olan Damat Rüstem Paşa da yine Hürrem’in kışkırtmasıyla bir divan toplantısından sonra arz odası önünde cellada teslim ediliyor. Tarih 28 eylül 1555.

Kanuni’nin ölümünden sonra onun oğlu ve torununun iktidarlarında tam 40 yıl boyunca hiçbir veziriazam idam edilmemiş. III. Murat tahta çıkınca beş erkek kardeşini boğdurtuyor. Oğlu III. Mehmet tahta çıktığında ise bol kardeş sahibi olduğu için önce 19 (on dokuz) erkek kardeşini boğduruyor, daha sonra da saltanatının sonuna doğru on altı yaşındaki kendi oğlu şehzade Mahmut’u ve Mahmut’un annesini.

ONUNCU İDAM
III. Mehmet döneminde veziriazam Ferhat Paşa önce azlediliyor sonra da 1595 yılında cellatlara boğdurularak idam ediliyor. Ferhat Paşa Osmanlı tarihindeki fitne fücur kurbanı edilerek idam edilen ONUNCU veziriazamdır. Ondan sonra daha 34 veziriazam daha idam edilmiştir.

ONBİRİNCİ İDAM
Ölüm cezasına çarptırılan ONBİRİNCİ veziriazam yine III. Mehmet’in veziriazamlarından Hadım Hasan Paşadır. Veziriazamlığının yedinci ayında Safiye Sultan’ın yaptıracağı Yeni Cami’nin temelini atmaya giderken bostancıbaşı tarafından yakalanıp önce beş altı gün Yedikule zindanlarında hapsedilmiş sonra da boğularak idam. Mayıs 1598.

ONİKİNCİ İDAM
III. Mehmet bir veziriazamını daha boğdurtmuştur. O da Yemişçi Hasan Paşa. Ölüm cezasına çarptırılan veziriazamların ONİKİNCİsi. Aşırı rüşvetçi Safiye Sultan’ın önerisiyle göreve getirilen Arnavut asıllı bu sadrazamın işkenceyle vergi toplatma ve bol bol adam öldürtme huyu var. 1603 eylülünde azlediliyor. Daha sonra da yeniçeri ocağını başkaldırmaya teşvik suçlamasıyla Sütlüce’deki konağına bir bostancıbaşı gönderilip kendi konağının bahçesinde boğdurularak idam ediliyor.

ONÜÇÜNCÜ İDAM
Üçüncü Mehmetten sonra yerine oğlu I. Ahmet geçiyor. I. Ahmet sadece iki veziriazam boğdurtmuş . Derviş Paşa ve Nasuh Paşa. Bunlar da ONÜÇÜNCÜ ve ONDÖRDÜNCÜ idamlar. Derviş Paşa Bosnalı. Bostancıbaşı (yani sarayın baş celladı) olarak göreve başlamışken sultanın gözüne girerek hem vezirliğe hem de kaptan paşalığa terfi ediyor. Sultan I. Ahmet o sırada veziriazam olan Lala Mehmet Paşa’ya İran’a sefer başlatma emri veriyor. Durup dururken başlatılmış olan Avusturya savaşı sürüp gitmekte iken bir de İran’ savaş açılmasına karşı çıkan sadrazam’a sultan “bak canından olursun ha” deyince Lala Mehmet Paşa öyle kahroluyor ki felç iniyor. Birkaç gün içinde de ölüyor. Sultan Ahmet Derviş Paşa’yı başvezir yapıyor. (Mayıs 1606)

Ölen Lala Mehmet Paşa’nın malına mülküne el konuluyor. Parası orduya dağıtılıyor. Padişah mallarının yetim kalan çocuklarına bırakılmasına izin veriyor. Ancak yeni veziriazam Derviş Paşa bu mallara da el koyarak Lala Mehmet Paşa’nın çocuklarını çırılçıplak açıkta bırakıyor. Zengin Yahudilerden sonradan ödeme vaadiyle gümüş ve mücevher toplayıp üzerine yatıyor vb. Kendisine öfkelilerin artması üzerine Demirkapı’dan Saraya doğru (sarayı basmak üzere) tünel kazdırttığı söylentisi çıkartılıyor. Sultan Ahmet ise bu söylentinin doğruluğunu araştırmaya bile gerek görmeden öldürülmesini emrediyor. Sarayda şehzadeler muallimhanesine girdiği sırada acemioğlanlar tarafından öldürülüyor. Aralık 1606. Veziriazamlığı toplam 7 ay.

ONDÖRDÜNCÜ İDAM
Öldürülen ONDÖRDÜNCÜ sadrazam Nasuh Paşa. 1611 ağustosunda göreve gelmiş. Padişahın bir emrine kaşı çıkması üzerine Ekim 1614’de katline ferman verilmiş. Kendisini boğan cellat Ohrili Hüseyin Ağa da daha sonra Ohrili Hüseyin Paşa namıyla veziriazam olmuştur.

Sultan Ahmet’ten sonra her an celladı bekleye bekleye geçirdiği ondört yılın sonunda delirmiş durumda olan I. Mustafa iktidara geliyor. Deli olduğu iyice açığa çıkınca (1 yıl sonra) indiriliyor. Yerine II. Osman çıkıyor (1618). Genç Osman’ı onsekiz yaşındayken yeniçeriler deviriyor. Önce ırzına geçip sonra boğuyorlar (1622). Deli Mustafa yine iktidara getiriliyor. Ama gerçekten deli olduğu için çaresiz tekrar tahttan indirilerek I. Ahmet’in oğlu henüz onbir yaşındaki IV. Murat tahta çıkarılıyor. (1623)

ONBEŞİNCİ İDAM
Veziriazam idam ettirme rekoru IV. Murattadır. Kendisi altı veziriazamını idam ettirmiştir. Küçük kardeşi Deli İbrahim idi. Onun oğlu, yani IV. Murat’ın yeğeni Avcı Mehmet de altı baş vezirini idam ettirerek amcasının rekorunu egale etmiştir.
Dördüncü Murat’ın boğdurduğu veziriazamların ilki, idam edilenlerin ONBEŞİNCİsi Mere Hüseyin Paşa. Arnavut asıllı bu kişi Satırcı Mehmet Paşa’nın aşçıbaşısı. Mısır valiliğinden sonra veziriazam oluyor. Yirmi gün sonra azlediliyor. Sonra tekrar göreve getiriliyor. Yedi ay süren ikinci döneminden sonra temmuz 1624’de öldürtülüyor. Suçu Genç Osman olayında ortalığı karıştıranlardan birisi olmak.

O dönemde padişah emriyle değil de ayaklanmalar sırasında yeniçeriler tarafından yakalanıp öldürülen çok sayıda veziriazam daha var. Mesela Genç Osman olayı sırasındaki veziriazam Dilaver Paşa, daha sonra iktidara gelen Ohrili Hüseyin Paşa, ve Davut Paşa da idam edilenler listemize dahil olmayıp, bu şekilde yeniçeriler tarafından öldürülen veziriazamlar arasında.

ONALTINCI İDAM
Dördüncü Murat’ın boğdurduğu veziriazamların ikincisi, idam edilenlerin ON ALTINCIsı Kemankeş Kara Ali Paşa. Kendisi tahta çıktığı sırada veziriazamlık minderinde oturmakta olan bu kişi oniki yaşındaki padişah tarafından 3 Nisan 1624 günü saraya davet edilerek boğduruldu.

ONYEDİNCİ İDAM
Dördüncü Murat’ın boğdurduğu veziriazamların üçüncüsü, idam edilenlerin ON YEDİNCİsi Hadım Mehmet Paşa dır. Diğer adıyla Gürcü Mehmet Paşa. Eski veziriazamlardan Semiz Ali Paşa’nın kölesi ve akağası olan bu kişi özellikle Sipahilerin gemi azıya almaları ve ısrarla Gürcü’nün kellesini istemeleri üzerine öldürüldü. Ondört yaşındaki IV. Murat doksan yaşındaki eski veziriazamın oturduğu konağa cellat göndererek paşayı kendi konağında boğdurdu.

ONSEKİZİNCİ İDAM
Boşnak Hüsrev Paşa idam cezasına çarptırılan ON SEKİZİNCİ veziriazam. Dördüncü Murat’ın boğdurduğu veziriazamların da dördüncüsü. 1632 Martında gizli bir emirname ile Tokat’ta boğdurtulan bu kişinin veziriazamlığı üç yıl sekiz ay sürmüş. Gereksiz yere kan dökmekten hoşlanan bu kişi öldürteceği kişileri önüne getirtir, uzun uzun seyreder, sonra da kendilerini otağındaki bir iskemleye oturtarak orada boğdururmuş. Kendisi boğduruluncaya kadar veziriazamların da otoritesi mutlak. İdam umur-u adiyeden gündelik bir olay Osmanlı için. Ne suçlunun mahkemeden geçmesine gerek var ne de borulu trampetalı korkutucu infaz törenlerine.
Osmanlı düzeninde devlete en yararlı olan da idam edilebilir, en yararsız olan da. Padişahın iradesi mutlaktır ve bu irade önünde kaliteliyle kalitesiz eşittir. Bazen bir aşçı, bir cellat, bir uşak, bir arabacı da atanabilir veziriazamlığa. Padişahın çevresindeki bu kullar da kendi bölgelerinde küçük birer padişahtırlar. İstediklerini asarlar keserler.


****



ONDOKUZUNCU İDAM
Topal Recep Paşa, 1453’den sonra idam edilen veziriazamların ONDOKUZUNCUsu idi. Kendisi boşnaktı ve Bostancıbaşılıktan, yani saray cellatlığından gelmeydi. Gürcü Mehmet Paşa’nın idamına yol açan ve Hafız Ahmet Paşayı on yedi yerinden bıçaklayarak öldüren kişidir. Sultan IV. Murat henüz yirmi yaşında iken Şubat 1632’de veziriazam oldu. Üç ay sonra da yeniçerilerle aşırı sıkı fıkı olduğu için boğdurtuldu.

YİRMİNCİ İDAM
Sultan IV. Murat’ın idam ettirdiği veziriazamların altıncısı ve sonuncusu, genel sıralamada ile padişah emriyle öldürtülmüş vezir-i azamların YİRMİNCİsi Tabanıyassı Mehmet Paşadır. Görevden alınması hapsedilmesi var ama sadaret makamında beş yıl kalabilmiş. Azledidikten üç yıl sonra Yedikule zindanlarına atılıp orada boğdurulduğu 1639 yılında henüz 50 yaşında.

YİRMİBİRİNCİ İDAM
İdam edilen YİRMİ BİRİNCİ veziriazam, Deli İbrahim’in veziriazamı Kemankeş Kara Mustafa Paşadır. Macar veya Arnavut olan bu kişinin özelliği okuma yazma bilmemesi, ama çok iyi ok atarmış. İki kez istifa edip istifası kabul edilmedikten sonra Ocak 1644’de boğdurtulmuş. Beş yıl dört ay görev yaptıktan sonra idam edildiğinde elli yaşında kadarmış.

YİRMİİKİNCİ İDAM
Deli ibrahim’in boğdurttuklarının ikincisi, idam edilenlerin YİRMİ İKİNCİsi Hersekli Salih Paşa. Kendisi Babıalide ikinci divanı yapmakta iken gezintiye çıkan sultanın önüne bir araba çıkması üzerine “İstanbul’a araba girmemesi yasağının niye uygulanmadığından şikayetle” veziriazamın yanına getirilmesini emrediyor. Paşayı Deli İbrahim’in gittiği Davutpaşa’daki üfürükçünün evine getiriyorlar ve hemen orada imamın bahçesindeki kuyunun ipini alarak boğuyorlar..
Deli İbrahim ise sekiz yıl iktidarda kaldıktan sonra 1648’de tıpkı büyük ağabeyi II. Osman gibi zorla tahttan indirilerek öldürülüyor. Yerine oğlu IV. Mehmet (Avcı Mehmet) geçiyor. otuz dokuz yıl süren iktidarında altı vezir idam ettirdikten sonra o da babası Deli İbrahim gibi tahttan zorla indiriliyor.

YİRMİÜÇÜNCÜ İDAM
Avcı Mehmet’in idam ettirdiği ilk veziriazam Sofu Mehmet Paşa. Genel sıralamada idam edilen YİRMİ ÜÇÜNCÜ veziriazam. Deli İbrahim samur ve amber vergisi koydu diye ayaklanan yeniçeri kendisini tahttan indirip, son veziriazamı (Hazerpare) Ahmet Paşayı parça parça ediyorlar. Ölümünden sonra adının Hazerpare oluşu o yüzden. İdam edilmeyip yeniçeri tarafından parçalandığı için bizim listemizde yok. İşte Sofu Mehmet Paşa yeniçeri tarafından Hazerpare’nin yerine getirilen veziriazam. Tahttan indirilip boğdurulurken infazında hazır bulunduğu Sultan İbrahim’in yerine tahta çıkan oğlu IV. Mehmet henüz yedi yaşında. O yüzden bir yıl istediği gibi yönetiyor imparatorluğu. Ama sonunda padişahın babaannesi Kösem Sultan ile yeniçeriağası Murat ağa birleşip karşısına çıkıyorlar bir bahaneyle sadaretten azlediliyor (1649). Malkara’ya sürgün edilip orada boğduruluyor.

YİRMİDÖRDÜNCÜ İDAM
Avcı Mehmet’in idam ettirdiği ikinci veziriazam Torhoncu Ahmet Paşa. Genel sıralamada idam edilen YİRMİ DÖRDÜNCÜ veziriazam. Kendisi devletin gelirleriyle giderlerini düzenleyerek bütçe yapmaya çalışan ilk veziriazam. Yaptığı düzenleme padişahın annesi Turhan Sultan’ı kızdırdığından 1653 yılının mart ayında saraya davet ediliyor. Torhoncu’yu kızlarağası karşılayıp önce sadaret mührünü almış elinden sonra kendisini bostancılara teslim edip boğdurmuş. Dokuz ay veziriazamlıktan sonra öldüğünde altmış yaşındaymış.

YİRMİBEŞİNCİ İDAM
Avcı Mehmet’in idam ettirdiği üçüncü veziriazam İbşir Paşa. İki yüzyıl süresince cellada verilen YİRMİ BEŞİNCİ veziriazam. Abaza kökenli bu paşa 1654’de Halep valisiyken veziriazamlığa getirilmiş. Teklifi aldığında önce bunu tuzak sanıp İstanbul’a gitmeyi aylarca geciktiriyor. Ancak sonra IV. Mehmet’in hocası Reyhan Ağa geliyor Halep’e. Yanında padişahın İbşir Paşa’ya dokunmayacağına dair üstüne el basıp yemin ettiği Kuran var. Veriyor Kuran’ı veziriazama ve kendisini İstanbul’a getiriyor. Ancak o sırada sadaretten kaptanı deryalığa kaydırılmış olan Kara Murat Paşa sipahiyle yeniçeriyi veziriazam İbşir Paşa’ya karşı ayaklandırıyor. Bunun üzerine öldürülmesine ferman çıkarılıyor. Saraya davet edilip orada boğduruluyor. Veziriazamlığı iki ay sürmüş.

YİRMİALTINCI İDAM
Avcı Mehmet’in boynuna kement dolattığı dördüncü veziriazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa. İdam edilen veziriazamların YİRMİ ALTINCIsı. Köprülü Mehmet Paşa’nın damadı, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın da eniştesi. Fazıl Ahmet Paşa’nın ölümünden sonra getiriliyor veziriazamlığa.

Hiç neden yokken başlattığı ikinci Viyana seferinde de bir türlü zafer kazanamıyor. Kış geldiği için ordusuyla Bağdat’a çekildiği sırada azledilerek ölüm cezasına çarptırılıyor. Veziriazamlığı yedi buçuk yıl sürmüş. Arkasında iki yüz bin kişilik ordusu varken İstanbul’dan tek başına gelen bir cellada, hiç ses çıkarmadan boynunu uzattığı sırada elli yaşında. Tarih 25 Aralık 1683.



YİRMİYEDİNCİ İDAM
Avcı Mehmet’in boğdurttuğu beşinci veziriazam Kara İbrahim Paşa. İdam edilen veziriazamların YİRMİ YEDİNCİsi. Merzifonlu’yu padişaha gammazlayarak idamına neden olan ve 16 Aralık 1683’de onun yerine veziriazamlığa getirilen kişi. Avusturya’ya açılan savaş devam ettiği halde bir türlü cepheye gitmeyip çeşitli kulis entrikaları çevirdiği ve ayrıca da hastalıklı olduğu için Aralık 1685’de azledildi. Üçbin keselik servetine el konuldu. Rodos’a sürgün edildi ve orada boğularak öldürüldü. Tarih 1687. Veziriazamlığı iki yıl kadar sürmüştü. Öldüğünde altmış sekiz yaşında idi.

YİRMİSEKİZİNCİ İDAM
Avcı Mehmet’in idam ettirdiği altıncı, idam edilen veziriazamların YİRMİ SEKİZİNCİsi Sarı Süleyman Paşa. O da Merzifonlu’ya kumpas kuranlardan biri ve Kara İbrahim’den sonra sıra ona geliyor. . Aralık 1685’de geldiği veziriazamlıkta yedi ay kalabilmiş. Avusturya ordularına yenilip, kendi ordusu da kendisine karşı ayaklanınca cepheden kaçıp saklanmaya başlıyor. 16 Ekim 1687’de yakalanarak boğdurulmuş.

YİRMİDOKUZUNCU İDAM
Avcı Mehmet otuzdokuz yıllık iktidarı süresince altı veziriazam boğdurttuktan sonra tahttan zorla indirildi. 1687 yılında onun yerine kırk altı yaşında tahta çıkarılan kardeşi II. Süleyman’ın onca seneler boyunca cellatı beklemekten sinirleri yıpranmıştı. II. Süleyman’ın dört yıllık iktidarı döneminde bir tek veziriazam idam edildi. Nişancı İsmail Paşa. Sarı Süleyman Paşa’nın idamından sonra yerine geçen Siyavuş Paşanın da sarayına saldıran yeniçeriler tarafından vurulması üzerine veziriazam oldu. İsyanı bastıran İsmail Paşa da altmış bir günlük sadaretinden sonra Nisan 1689’da azledildi. Bİr süre Kavala kalesinde hapsedildi. Oradan gönderildiği Rodos’ta oraya gönderilen kapıcıbaşı Kara Bayram tarafından infaz edildi. 1690. Cesedi Rodos’a gömülüp kellesi İstanbula getirildi. Nişancı İsmail Paşa idam edilen veziriazamların YİRMİ DOKUZUNCUsudur.

OTUZUNCU İDAM
II. Süleyman dört yıllık iktidarından sonra 1691’de ölünce yerine kardeşi II. Ahmet geçti. O da bir veziriazam idam ettirdi.Arabacı Ali Paşayı. Genel sıralamada idam edilen OTUZUNCU veziriazam. Ohri’de doğmuş. Hayata imamlıkla atılmış. Yavaş yavaş yükseldikten sonra, sürüp giden Viyana kuşatmasında şehit düşen Fazıl Mustafa Paşa’nın yerine getirilmiş. Cepheye gidip savaşa katılmak yerine hazırlık yapma bahanesiyle Edirne’de oyalanıyor. Asıl maksadı siyasal rakiplerini elemek. Bu arada yaptığı bir yanlış nedeniyle azledilerek Rodos’a sürgün gidiyor. Azlinden on ay sonra da orada boğdurularak idam ediliyor. Mayıs 1693.

OTUZBİRİNCİ ve OTUZİKİNCİ İDAMLAR
II. Ahmet de iktidarda dört yıl kalıyor. 1695 yılında yerine Avcı Mehmet’in oğlu II. Mustafa geçmiş, o da iki veziriazamı idam ettirmiştir. Dimetoka’lı Sürmeli Ali Paşa genel sıralamada idam edilen OTUZ BİRİNCİ veziriazam, Daltaban Mustafa Paşada OTUZ İKİNCİ veziriazamdır. 1695 Nisanında Sürmeli Ali Paşa Hasoda köşküne çağrılıyor. Elinden mührü alınıp, mallarına el konduktan sonra Çeşme’ye sürülüyor.Veziriazamlığı bir yıl sürmüş. Daha sonra da Çeşme’den Edirne’ye getirtilerek 29 Mayıs günü boğdurtuluyor. Öldüğünde elli yaşlarında. Daltaban Mustafa Paşa da ayni şekilde davet edildiği Hasoda köşkünde elinden mührü alınarak üç gün hapsedildikten sonra 28 Ocak 1703 gününün akşamı boğdurulmuş.

Veziriazam idam eden ilk Sultan olan Fatih’ten on beş padişah sonra gelen II. Mustafa’ya kadar OTUZ İKİ idam olmuş. Daha sonraki dönemlerde ON İKİ veziriazam daha idam edilecek.

OTUZÜÇÜNCÜ İDAM
III. Ahmet’in idam ettirdiği ilk veziriazam Çorlulu Ali Paşa. Babası berber. Kendisini kapıcıbaşı Kara Bayram Ağa yetiştirmiş. Kara Bayram Ağa II. Süleyman’ın Girit’e sürdükten sonra idam ettirdiği veziriazam İsmail Paşa’yı oraya giderek boğan ve başını kesip İstanbul’a getiren kişi. Kendisi Prut kahramanı Baltacı Mehmet Paşa’nın veziriazamlıktan ilk azli üzerine 30 Mayıs 1706’da sadarete atanmış. 15 Haziran 1710 günü azlediliyor. 27 Aralık 1711’de hapsedildiği Midilli kalesinde kafası kesilip İstanbul’a getiriliyor. Çorlulu Ali Paşa idam edilen veziriazamlar listesinde OTUZ ÜÇÜNCÜ.

OTUZDÖRDÜNCÜ İDAM
III. Ahmet’in idam ettirdiği ikinci veziriazam Gürcü Yusuf Paşa. İkinci kez azledilen Baltacı Mehmet Paşa’nın yerine getirilmişti. İyi bir askerdi ama devlet işlerinden pek anladığı yoktu. Rusya siyaseti nedeniyle 31 kasım 1712’de azledildi. Hapsedilmesi için Rodos kalesine gönderildi ve orada on beş gün sonra boğularak idam edildi. Kesilen başı Edirne’den Vidos’a gitmiş olan padişahın önüne konuldu. Bir yıl süren veziriazamlığı sona erdiğinde yaşı altmışa yakındı. Gürcü Yusuf Paşa idam edilen veziriazamlar listesinde OTUZ DÖRDÜNCÜ.

OTUZBEŞİNCİ İDAM
Lale devri padişahı III. Ahmet’in idam ettirdiği beş veziriazamlık listede üçüncü, Fatihten bu yana idam edilen veziriazamlar listesinde OTUZ BEŞİNCİ kişi Hoca İbrahim Paşa. Kendisi Serez’li ve çok macera yaşamış birisi. Donanmada hocalık, sarayda cellatlık, derken cezayir’e kaçıp çımacılık, sonra tekrar İstanbul. Kayıkçılık, balıkçılık. Derken bir gün III. Ahmet’in tebdil kıyafet dolaştığı bir zamanda onun kayığına binip, kendisinden hoşlanması ve benim adamım olur musun demesiyle başlayan devlet görevi. 1703. Girit’ten vali Kalaylıkoz Paşayı gizlice İstanbul’a getirme. Kalyon kaptanlığı, kaptan-ı deryalık. Ve nihayet Veziriazamlık. 4 Nisan 1713. Sadareti yirmi bir gün sürmüş. 27 Nisan 1713 günü Haseki Kara Mustafa’ya boğdurtulup cesedi Tunca kıyısına gömülüyor.

OTUZALTINCI İDAM
Aslında Gürcü Yusuf Paşa’nın azlinden sonra yerine gelen kişi Silahtar Süleyman Paşa. 12 Kasım 1712. Ancak ondan sonra veziriazam olan Hoca İbrahim Paşa kendisinden önce idam edildiği için listemizde Silahtar Süleyman Paşa’nın sırası OTUZ ALTINCI olarak görünmektedir. Süleyman Paşa sadarette beş ay kalıp siyasi bir durum nedeniyle azledilmiş, Rodos’a gönderilmiş. İdamı ise iki yıl sonra olmuş. Ekim 1715’te katline ferman gönderilerek boğdurulup kesilen başı İstanbul’a gönderiliyor. Neden idam edildiğini kimse anlayamamış.


OTUZYEDİNCİ İDAM
III. Ahmet’in boğdurttuğu beşinci ve, Fatihten bu yana idam edilen OTUZ YEDİNCİ veziriazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşadır. Nevşehir’den İstanbul’a iş aramaya gelen bu kişi eski saray masraf kâtibi akrabası Mustafa efendinin tavassutuyla sarayın helvacı ocağına yazdırılmış. Önce kâtipliklerde yükseliyor. III. Ahmet’in henüz şehzade iken gözüne giriyor. 1716 Avusturya savaşlarında Niş defterdarlığı, top ve cephane nakli işleri yapıyor. Ordu yenilince, ordu temsilcisi olarak durumu padişaha anlatmak üzere Edirne’ye gelme. Veziriazam vekilliğine atanma. Damat Ali paşa’nın şehit düşmesiyle on dört yaşında dul kalan (kendisinden kırk dört yaş küçük) padişahın kızı Fatma Sultan ile evlenme. 10 Mayıs 1718’de veziriazamlığa çıkış. Veziriazamlığı tam on üç yıl sürüyor. Lale bahçeleri, Sadabad eğlenceleri, derken 1730 yılının eylülü geldiğinde Patrona Halil isyanı patlıyor.

Padişahın kız kardeşi Hatice Sultan’ın ağabeyine öğrettiği akıl şöyle;
- Eğer tahtını kurtarmak istiyorsan, isyancıların kellesini istediklerini feda et. Hepsini öldürtüp cesetlerini ver onlara.
Padişah da aynen öyle yapar. O sırada yetmiş yaşında olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın, kaptanıderya Kaymak Mustafa Paşa’nın ve kethüda Mehmet Paşa’nın öldürülmelerini emreder. Üçü de boğularak cesetleri Alayköşkü tarafındaki duvardan isyancıların önüne atılır. Neİbşir Paşa/strongvşehirli’nin cesedi bir arabayla Sultanahmet meydanına taşınarak orada parça parça edilmiştir.

OTUZSEKİZİNCİ İDAM
III. Ahmet yirmi yedi yıllık saltanattan sonra tahttan indirilince yerine I. Mahmut padişah oldu. Yıl 1730. I. Mahmut yirmi dört yıllık iktidarı süresince sadece bir veziriazamı boğdurttu. Kaba kulak İbrahim Paşa’yı. Fatihten bu yana idam edilen OTUZ SEKİZİNCİ veziriazam olarak. O da iş bulmak için Şebin Karahisarı’ndan İstanbul’a gelen bir köylü çocuğu. Saraya yanaşmış. Getir götür işleri derken kapıcılar kethüdalığı, arkasından vezirlik ve Halep valiliği, sonra da Veziriazamlık. 22 Ocak 1731.

Çeşitli saray entrikaları sonucu 1732’de azledildikten sonra sürgün gittiği Ağrıboz Muhafızlığı, Bosna valiliği, on yıl kadar Girit’te bir kasabada sürgün hayatı, derken azlinden on bir yıl sonra boğdurtulur, başı kesilir ve padişah I. Mahmut’a gösterilmek için İstanbul’a götürülür.

OTUZDOKUZUNCU İDAM
I. Mahmut’tan sonra kardeşi III. Osman iktidara geliyor. Elli altı yaşında çıktığı tahtta üç yıl kaldıktan sonra elli dokuzunda ölmüş. Ağabeyi I. Mahmut, amcası III. Ahmet, babası II. Mustafa ve dedesi Avcı Mehmet gibi o da idam edilen veziriazamlar listesine yeni bir katkı yapmış. Onun boğdurttuğu veziriazam Silahtar Bıyıklı Ali Paşa. Yoksul bir İstanbul ailesinin çocuğu olmakla beraber eli yüzü düzgün, boyu posu çekimli, sesi pek güzelmiş. Sarayda kiler odası, müezzinbaşı’lık, hasoda, silahtarlık, henüz sakalı bile yokken vezirlik, bol gelirli Aydın Muhassallığı, sonunda veziriazamlık. Tarih Ağustos 1755. Silahtar Bıyıklı Ali Paşa’nın sadareti altmış üç gün sürüyor. Yalan söylemek, aşırı haraç ve rüşvet almak gibi suçlardan III. Osman’ı birden kızdırıyor. Hiç beklenmedik bir anda azledilerek, saraydaki orta kapının sahanlığına hapsedilmiş ve hemen boğdurulmuş. Ekim 1755. Padişah iki saat sonra yanlış yaptığını anlayıp pişman olmuş üzülmüş, ama bu arada paşa da idam edilenlerin OTUZDOKUZUNCUSU olarak tarihe geçmiş.

KIRKINCI İDAM
III. Osman’ın yerine geçen III. Mustafa on yedi yıl iktidarda kalmış. Listemizdeki KIRKINCI ve KIRKBİRİNCİ veziriazamları da boğdurtan o. III. Mustafa’nın kızıp boğdurttuğu ilk ve listemizdeki KIRKINCI veziriazam Bahri Mustafa Paşa. Üçüncü kez veziriazamlığa atanışı 1 Kasım 1763. Üçüncü kez azledilişi 30 mart 1763. Topkapı bölümüne hapsedilerek orada iki gün sorguya çekildikten sonra Midilli’ye sürülüyor. Suçlama çok fazla para yürüttüğü iddiası. Kıbrıs’tan toplanan vergiler öteden beri veziriazamlara ait. Ne var ki Bahri Mustafa Paşa Kıbrıs vergilerine zam yapıp orada ayaklanmalara neden olmuş. Ayrıca İstanbul’dan da, daha başka vilayetlerden de zorla epey para kaldırmış. Midilli’ye sürülmesinden sonra hakkında birikmiş şikayetlerin ayyuka çıkması üzerine oraya bir bostancı gönderilerek Paşa boğdurulup kellesi İstanbul’a gönderilmiş.

KIRKBİRİNCİ İDAM
III. Mustafa’nın idam ettirdiği ikinci, listemizdeki KIRKBİRİNCİ veziriazam Yağlıkçızade Emin Mehmet Paşa’dır. Babası Osmanlı’nın ilk Hindistan elçisi, zengin yağ tacirlerinden Hacı Yusuf Ağa. Kendisi de gençliğinde babası ile oralarda altı yıl kaldığı için önceki lakabı Hindi Emin Efendi. 20 Ekim 1768’de veziriazam yapılıyor. Ne varki bu paşanın askerlikle yakından uzaktan bir ilişkisi yok. Rus savaşında ordu başkomutansız kalmış. Buna bir de zahire darlığı eklenmiş. Paşa da cephede hastalanıp yataklara düşmüş. 12 Ağustos 1769’da padişah kendisini azlediyor. Kapıcıbaşılardan Şirinzade Halil Ağayı bir idam fermanıyla gizlice Edirne’ye gönderiyor. Yağlıkçızade Emin Mehmet Paşa sürgüne gitmek için cepheden Edirne’ye geldiğinde boğularak idam ediliyor ve saray arkasındaki piyade kışlası mezarlığına gömülüyor. Sadareti on ay sürmüş.

III. Mustafa’dan sonra tahta çıkacak olan üç padişah da tek tek birer veziriazam boğdurarak idam edilmiş veziriazamların kırkdört kişilik listesini nihayet tamamlayacaklardı.

KIRKİKİNCİ İDAM
I. Abdülhamit’in iktidarı zamanında sıkıntılı bir dönemde Ispartalı Halil Hamit Paşa veziriazam yapıldı. 31 Aralık 1782. Padişahı devireceği iddiasıyla 31 Mart 1785 günü azledildi. Önce Gelibolu’ya sonra Tekirdağ’a gönderildi. Sonra bir fermanla Cidde ve Habeş valiliğine atandı. Hazırlıklarını Bozcaada’da yapması emrolundu. O sırada gelen bir fermanla valilikten de azledilip zorunlu olarak İstanköy adasında oturmaya memur edildi. Daha Bozcaadada iken gelen fermanla bu defa idamı emredildi. Fermanı alan Kara Kethüdazade Ali Bey kendisini orada boğarak idam etti ve kestiği başını İstanbul’a getirdi. Genel sıralamada Halil Hamit Paşa idam edilen KIRK İKİNCİ veziriazam oldu.

KIRKÜÇÜNCÜ İDAM
I. Abdülhamit’in 1789’da ölümünden sonra ağabeyi III. Mustafa’nın oğlu III. Selim çıktı tahta. İktidarının ikinci yılında o da bir veziriazam öldürttü. Listedeki KIRK ÜÇÜNCÜ veziriazam Rusçuklu Şerif Hasan Paşa. Rumeli’deki vezirler arasında çekilen kura ile 16 Nisan 1790 tarihinde veziriazam seçilmişti. Rus cephesinde ardı ardına uğranan bozgunlardan sonra suç onun üzerinde kaldı. Azline ve idamına karar verildi. Ancak, arkasında büyük bir ordu gücü olduğu için kandırma yoluna gidildi. Önce kendisine övgülü bir hattı hümayun gönderildi. Ve 13 şubat 1791’de elinden mührü hümayun alınıverdi. Arkasından başka bir hattı hümayun ile Belgrad’ı teslim almaya memur edildiği bildirildi. Bu da yine ikinci bir uyutmacaydı. Paşa’nın her türlü kuşkusu dağıldıktan sonra, önce karargahtan çıkarılarak Şumnu Ayanı’nın konağı yanındaki bir eve götürüldü. Orada uyurken kurşunla vurularak öldürüldü. Başı kesilerek İstanbul’a gönderildi. Katlinde göze çarpan yenilik iple boğma yerine kurşunla öldürülmesi.

KIRKDÖRDÜNCÜ İDAM
Geldik idam edilen KIRK DÖRDÜNCÜ ve sonuncu veziriazam olan Benderli Ali Paşaya. Yıl 1821. II. Mahmut padişahlığının on üçüncü yılında Benderli Ali Paşa henüz dokuz günlük veziriazam. Fatih’in emriyle ilk idam edilen veziriazam Çandarlı Halil Paşa’nın Bizans casusluğuyla suçlanması gibi Benderli Ali Paşa da Yunan casusluğuyla suçlanıyor. Yunan isyanı dolayısıyla devlet aleyhinde faaliyet suçlamasıyla dokuz günlük veziriazam azledilip üzerinden bir ay geçince de idam ediliyor.

22 Aralık 2017 Cuma

Sasani döneminden kalma, gümüş üstüne altın çizgilerle işlenmiş av sahneleri (İ.S. V.-VI. yy’lar).

Otomatik alternatif metin yok.


Fetihten sonra İstanbul

Fetihten sonra İstanbul'a çeşitli evrelerden getirilen halkın yerleştirildiği yerleri şu şekilde belirtebiliriz.Rumeli’den, Üsküp’ten gelenler Üsküplü mahallesine, Yenişehir’den gelenlerYenimahalle’ye, Mora Rumları Fener Mahallesine, Edirne’den 50 YahudiTekfur Sarayı çevresine, Anadolu'dan Konya Aksaraylıları Aksaray’a, Akka, Gazze ve Rumeli’den gelenleri Tahtakale’ye, Arnavutlar Silivri kapısına,Safed’den gelen Yahudiler Hasköy’e, Anadolu Türkleri Üsküdar’a, Amasya,Karaman, Tokat, Sivas ve Bayburt’tan gelen Ermeniler Sulumanastır’a, Lange,Yenikapı, Kumkapı ve Hasköy’e, Karamanlı Hristiyanlar Yedikule’ye, Manisalı-lar Macuncu Mahallesine, Eğirdir ve Emekdereliler Eğrikapı’ya, Bursalılar EyüpSultan’a, Konyalılar Küçük Karaman’a, Karamanlılar Büyük Karaman’a, Türeliler Vefa’ya, Çarşamba Ovalılar Çarşamba’ya, Kastamonulular Kazancı Mahallesine,Trabzonlular Beyazıt Cami çevresine, Gelibolulular Tersaneye, İzmirlilerBüyük Galata’ya, Avrupalılar Küçük Galata’ya, Samsunlular Tophane’ye yerleştirilmişledir.
İstanbul’un ilk mahalleleri adlarını oraya yerleştirilen fetih gazilerinden almışlardır.
Bu arada yabancılara ilişkin adlar da konulmakta idi 1477 yılında
İstanbul'un o zaman ki nüfus dağılımı şöyledir:
Milletler Aile sayısı
Müslüman 9.486
Rum-Ortodoks 3.743
Yahudi 1.647
Ermeni 434
Karaman’dan gelen Rumlar 384
Galata ahalisi 332
Diğer gayrimüslimler 267
Çingeneler 31
_____________
TOPLAM 16.32427
N. Tahiroğlu; a.g.e., s.30.

İlgili resim

Nakşı- Rüstem'deki 3 kaya mezarı




4 büyük Akamenid kralının mezarları, sağdan sola doğru; Xerkes, Büyük Darius, I. Artaxerkes ve II. Darius’a aittir. Büyük Dairus’un mezarı diğerlerinden daha büyük ve daha iyi korunmuş durumdadır. Bu mezara doğru baktığınızda göreceğiniz doğan güneş sembolü, bağımsızlığı sembolize etmekte, ve yanında kutsal ateşin yandığı bir tapınak görülmektedir. Darius’un başının üzerinde koruyucu melek “Forouhar” havada asılı durmaktadır. Kraliyet tahtı iki sıralı dizilmiş toplam 14 kişi tarafından taşınmaktadır. Bunlar Akamenid imparatorluğunda yaşayan 14 değişik toplumu temsil ediyor. Her bir taşıyıcının üzerindeki çivi yazısında Bu bir Part, bu bir Sattagid... vs. şeklinde ait olduğu toplum yazılıdır. Girişin iki yanındaki yazıtlarda Babil ve Elam dillerinde Zerdüşt tanrısı Ahura Mazda’ya saygı ifade eden sözler yazılıdır. Bu mezarların aslında birer mağara oldukları ve çevreleri düzenlenerek kral mezarı haline getirildiği sanılmaktadır. İranlılar ulusal destanları olan şehname’deki kahramanları Zaloğlu Rüstem’in bu kayalığı kendi gücüyle yonttuğunu düşündükleri için buraya Nakş-ı Rüstem ismini vermişlerdir.
Otomatik alternatif metin yok.

Artaxerxes’in mezarı

Otomatik alternatif metin yok.


III. Artaxerkesin mezarı dağın içine oyularak yapılmış


Persepolis'in hemen arkasındaki tepede 2. Artaxerxes’in mezarı bulunur. Buradan şehrin görünüşü çok daha belirgindir. Kral ve eşinin defnedildiği taş mezarın üst kabartmasında, Kral ve Ahura Mazda resmedilmiş. Bulunduğu yüksek tepede taştan oyma yoluyla elde edilmiş bu pano-resim, 2 bin yıldan beri zamana meydan okurcasına orada duruyor. Dönemin Zerdüşt inancı buraları çoktan terketmiş ama bu inancı hala gururla temsil ediyor gibi.

100 Sütunlu Saray

Otomatik alternatif metin yok.


Persepoliste bulunan en büyük kalıntı burasıdır. 70 m x 70 m boyutlarındaki bu salona girmeden önce ziyaretçiler ana salonun karşısındaki dört sütunlu küçük salonda bekletilir ve 100 sütunlu saraya iki boğa heykelinin arasından girerlerdi. Giriş kapısında sıra sıra askerler beklerdi. Kral, tütsülerle çevrili bir durumda oturur, etrafında maiyeti ve hazineden sorumlu bakanıyla beklerdi. Kral hediyeleri getirenleri ödüllendirirken, Krala daha önce verilmiş olan dilekçeler de bu sırada cevaplandırılırdı. Bir sonraki delegasyon gelmeden önce getirilen hediyeler güney kapısından çıkartılarak hazineye götürülürdü. Delegeler / temsilciler geldikleri yollardan ülkelerine dönmeden önce kayıt bürosuna kaydedilirdi. Bu bilgileri içeren çivi yazılı 3.500 kadar kil tablet, günümüze kadar korunabilmiştir
Otomatik alternatif metin yok.

Kışlık Saray

Apadana’nın güneyindeki sarayın kazı çalışmaları henüz tamamlanmamıştır. Darius’un Tachara’sı (Kışlık Sarayı) diye bilinen bu mekan, güney girişindeki 3 dilde hazırlanmış yazıtlara göre Apadana’dan 2 metre kadar yüksekte olacak şekilde inşa edilmişti. Persepoliste sadece bu binanın pencereleri ovanın güney bölümüne bakıyordu. Bu sarayın yapımına Darius başlamış ve Xerxes tarafından bitirilmiştir. Saraydaki sütunlar taştan değil ahşaptandı. Girişlerin ve pencerelerin ince işçiliği bugüne kadar gelebilen parçalarda açıkça görülmektedir. PERSEPOLİS

Tüm Milletler Kapısı

Otomatik alternatif metin yok.



Bu kapı 1. Xerkes zamanında yapılmıştır ve büyük kütleli yapısıyla çok etkileyicidir. Kapıdan geçildiğinde dört ayrı yöne gidilebilir. Batı yönüne gidildiğinde ana saraya girilirdi. Bu girişin iki tarafına dev boyutlarda boğa heykelleri yerleştirilmişti. Boğa sembolü, o dönemlerde kralı ve kralın gücünü temsil ederdi. Dört yönden hangisine gidilirse gidilsin taş sütunlarla destekli koridorlarla karşılaşılırdı. Duvarları hurma dallarıyla süslenmiş olan bu koridorlardan biri 100 Sütunlu Salona gitmeden önce ziyaretçilerin bekletildiği yere açılırdı. Koridorların duvarları tuğla örülüydü, bu sayede Apadana Sarayını ve özel yaşam yerlerini önceden görmek mümkün olmazdı. Bu duvarların sadece alt kısımları günümüze kalabilmiştir.

PERSEPOLİS

Apadana merdivenleri kabartmalarla süslüdür.
PERSEPOLİS
Apadana Merdivenleri

Bu merdivenlerin dayandığı paneller ve üzerlerindeki rölyefler (taş üzerine kabartma sanatı) çok iyi korunmuş durumdadır. Rölyeflerde dini içerikli semboller ve Yeni Yıl (Nevruz) kutlamaları anlatılmaktadır. Buradaki çivi yazılarında Elamca, Babilce ve Eski Farsça dilleri kullanılmıştır.

Bu merdivenleri üç bölümde incelemek gerekir. Kuzeydeki panel, Perslerin ve Medlerin saraya kabul edilmelerini gösterir. Güneydeki panelde başka çeşitli milletlerin saraya kabulleri resimlerle anlatılmıştır.



Ortadaki merdivenlerin kuzey ucundan tırmanmaya başlayın (Apadana sarayına yüzünüzü döndüğünüzde orta merdivenin sağ köşesinden) ve kuzeye doğru giden basamakları çıkmaya başlarken Nevruz kabulünün başladığı anı hayal edin. Kralı ziyarete gelen bütün gruplar, kraliyet muhafızları tarafından yönetiliyor.
Otomatik alternatif metin yok.

AĞRI DAĞI EFSANELERİ

Otomatik alternatif metin yok.

AĞRI DAĞI EFSANELERİ Efsanelerin en eskisi, 1404 yılında İspanyol elçisi Claviye’nin, Karakoyunlu Türkmenlerinden duyduğu ve yazıya aktardığı efsane... Allahuekber, Süphan, Elegez ve Ağrı Dağı’nın adlarının Nuh Peygamber tarafından verildiği anlatılan ve Claviye tarafından yazıya geçirilen efsane şöyle: “Nuh Peygamber, suların bütün dünyayı kapladığı sırada suda yaşayanlardan başka her türlü hayvanlardan erkekli dişili birer çift alıp üç oğlu ve üç gelini ile gemiye kapanıp, canlarını kurtardılar. Bir gün geminin demiri bir dağın tepesine ilişip içindekileri yer oynamasından korkuya düşürürken, Nuh Peygember hayretle (Allahuekber) dedi ve bu yerin adını belledi. Aradan günler geçtikten sonra yine bir sarsıntı olmuştu. Peygember yine şaşırarak (Süphanallah) dedi ve burayı da belledi. Sonunda sular çekilip, azalınca, gemi bir dağın tepesine oturup, kızakladı ve kaldı. Hazreti Nuh ve oğulları küreklere asıldılarsa da gemiyi yürütemediler. Bu arada Nuh Peygember (Ne ağır dağ) dedi. Sonradan bütün sular çekilince, gemiden indiler ve secdeye vardılar. Gemideki son erzak kırıntıları ve kalıntılarını Sürmeli Çukuru’nda herkes çıkarıp, buğday, arpa, pirinç, nohut, mercimek, üzüm, ceviz, fındık, fıstık, incir, dut kurusu, pekmez ve balı karıştırarak son yemeği (aşure aşı) bir arada yediler. Nuh Peygember, sofrasını silkeleyip Sürmeli Çukuru’na döktüğünde bu Iğdır Ovası çok bereketli olmuştur. Dağın adı da geçen zaman içinde Ağrı’ya dönüşmüştür.”

DİĞER EFSANELERDEN BAZILARI
Ağrı Dağı’yla ilgili “Büyük ve Küçük Bacı” efsanesi ise şöyle: “Çok eski zamanlarda Sürmeli Çukuru uçsuz bucaksız, düzlükler halindeydi. Ağrı Dağı’nın yerinde büyük bir orman vardı. Günlerden bir gün iki bacı elele vererek evlerine odun getirmek üzere ormana giderler. Birkaç günde vardıkları bu ormanda çerden çöpten toplayıp, birer yük hazırlarlar. Sıra sırtlarına almaya gelince büyük bacı, (Bacı bacı kurban olam. Ne olur gel sırtıma bu yükü kaldır) der. Küçük bacı kaldırmaz ve üstelik de (Canın çıksın kendin kaldır) der. Büyük bacı yalvarır, yakarır olmaz. Çaresiz kalır (Gel ben senin sırtına kaldırayım) der. Küçük bacı buna da razı olmaz. Aralarında bir kavga başlar. Saç saça kavgada, ikisi de kan ter içinde kalır. Hareket edemezler ve birbirlerine beddua etmeye devam ederler. Küçük bacı (Allah seni öyle bir dağ etsin ki, yaz, kış başında kar eksik olmasın). Büyük bacı da (Sen de öyle bir dağ olasın ki, başından yılan, çıyan eksik olmasın) Tanrı beddualarını kabul eder, büyük bacı Büyük Ağrı Dağı olur, başında yaz, kış kar eksik olmaz. Küçük bacı da Küçük Ağrı Dağı olur ve tepesinde yılan ve çıyan eksik olmaz.”

AĞRI DAĞI’NDAKİ DEVLER
“Zaloğlu Rüstem ile devler uzun yıllar mücadele etmişler. Bu mücadelenin en önemlisi Ağrı Dağı’nda olmuş. Devleri mağlubiyete uğratan Rüstem, onların ancak Ağrı Dağı’nda toplanmasını sağlamış ve insanlığa çok kötülükleri dokunan bu mahlukların neslinin türememesi için Tanrı’ya el açmış (Tanrım, biz ölüp gideceği. Artık bizim gibi kuvvetli kimse yaratmayacaksın. Bu durumda bunları, Ağrı Dağı’ndan aşağı indirme.) Bu dilek Tanrı tarafından kabul edilerek, devler tılsıma dönüştürülür.”

YAŞAR KEMAL’İN AĞRI DAĞI EFSANESİ

Roman kahramanı Ahmet, İshak Paşa Sarayı’nda oturan Beyazıt Paşası Mahmut Han’ın kızı Gülşah’ı sever. Ama yörenin töreleri çok önemli engeller teşkil eder. Efsane, Ahmed’in dağda bir deprem yüzünden, yamaçtaki Küp Gölü’nün derinliklerinde yitip gitmesi ile mutsuz ve acılı sonla biter.

10 Aralık 2017 Pazar

Hudeybiye Antlaşması


İlgili resim

hudeybiye barış antlaşması
İmza
- yer Mart 628
Hudeybiye
İmzacı devletler
Mekkeli Müşrikler
MedineliMüslümanlar
Dilleri
Arapça
Hudeybiye Antlaşması başka bir deyişle Hudeybiye Barışı, 628 Mart'ında MedineliMüslümanlarla Mekkeli Müşrikler arasında yapılan barış antlaşmasıdır.
Hicretin altıncı yılıydı. İslam hızla yayılırken Mekke'liler korku ve çaresizlik içindeydiler. Hendek savaşındaki başarısızlıklarıda bu korku ve çaresizliği derinleştirmişti. Tam da bu sırada Peygamber Muhammed ve ashabı Beytullah ziyareti için Mekke'ye doğru yola çıktılar. Mekke'liler müslümanların savaş için geldiklerini zannedip korkuya kapıldılar, anlaşma teklif ettiler.Ve böylece 628 yılında hudeybiye barış antlaşması imzalanmıştır. Hudeybiye ismini imzayı attıkları yakın köyün isminden almıştır. Bu antlaşma ile Mekkeliler İslam Devletini hukuken tanımışlardır.


Maddeleri:
Müslümanlarla karşı taraf arasında 10 yıl savaş olmayacak, iki tarafın hiçbiri diğerinin malına ve canına el atmayacak.
Müslümanlar bu yıl Beytullah'ı ziyaret etmeksizin geri dönecekler. Gelecek yıl üç günden fazla olmamak üzere Mekke'ye gelip Beytullah'ı ziyaret edecekler. Bu üç gün süresince Mekkeliler şehir dışına çıkacaklar.
Müslümanlardan Kureyş'e sığınacak olursa, geri döndürülmeyecek, fakat onlardan müslümanlara sığınanlar geri döndürülecek
Müslümanlardan Hac, Umre ve ticaret için Mekke'ye gideceklerin canları ve malları güven altında olacak. Kureyş tarafında Mısır'a ve Şam'a gidenlerle ticarette bulunmak üzere Medine'ye gelenlerin de canları ve malları güven altında bulunacak
Kureyş'den başka diğer kabileler isterlerse müslümanların, isterlerse Kureyş'in koruması altına girebilecek.
Önemi :
Mekkeliler, Müslümanların siyasî varlığını resmen kabul ettiler.
Barış ortamının oluşması islamiyet'e geçişi hızlandırdı.
Mekke'nin fethi kolaylaştı.
Müşriklerin müslümanlığın varlığını tanıdığı resmi ilk belgedir.Prof. Muhammed Hamidullah tarafından bulunup tanıtılmıştır.

Medine Sözleşmesi

Medine Sözleşmesi ile ilgili görsel sonucu

Medine Sözleşmesi veya Vesikası Hicretin ilk yılında Medine’de ensar ve muhacirler ile farklı din ve inançlara mensup kabileler arasındaki anlaşmazlıkları sonlandırmayı ve toplumun barış içinde yaşamasına imkan sağlamayı amaçlamıştır. İnsanların bir arada yaşamasına yönelik bir Anayasa veya Toplum Sözleşmesi niteliğindedir.Bismillâhirrahmânirrahîm.


1. Bu kitap (yazı), Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli mü’minler ve Müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir).

2. İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet (câmi’a) teşkil ederler.

3. Kureyş’den olan Muhâcirler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler ve onlar harp esirlerinin fidyei necâtını mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.

4. Benû ‘Avf’lar kendi aralarında âdet olduğu vechile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir ve (müslümanların teşkil ettiği) her zümre (tâife), harp esirlerinin fidye-i necâtını mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

5. Benû Hârisler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile evvelki, şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü’minler arasında iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

6. Benû Sâide’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

7. Benû Cuşem’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

8. Benû’n-Neccâr’lar kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

9. Benû ‘Amr İbn ‘Avf’lar, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

10. Benû’n-Nebît’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

11. Benû’l-Evs’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü’minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir…

12. Mü’minler kendi aralarında ağır malî mes’uliyetler altında bulunan hiç kimseyi (bu halde) bırakmayacaklar, fidyei necât veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve mâkul bilinen esaslara göre vereceklerdir.

Hiçbir mü’min diğer bir mü’minin mevlâsına (kendisi ile akdî kardeşlik râbıtası kurulmuş kimse) mümâna’at edemez (Diğer bir okunuşa göre: Hiçbir mü’min diğer bir mü’minin mevlâsı ile, onun aleyhine olmak üzere bir anlaşma yapamayacaktır).

13. Takvâ sahibi mü’minler, kendi aralarında mütecâvize ve haksız bir fiil îkaını tasarlayan yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da mü’minler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evlâdı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.

14. Hiçbir mü’min bir kâfir için, bir mü’mini öldüremez ve bir mü’min aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez.

15. Allah’ın zimmeti (himâye ve temînatı) bir tekdir; (mü’minlerin en ehemmiyetsizlerinden birinin tanıdığı himâye) onların hepsi için hüküm ifade eder. Zîra mü’minler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlâsı (kardeşi) durumundadırlar.

16. Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara muârız olanlarla yardımlaşılmaksızın, yardım ve müzâheretimize hak kazanacaklardır.

17. Sulh, mü’minler arasında bir tekdir. Hiçbir mü’min Allah yolunda girişilen bir harpde, diğer mü’minleri hâriç tutarak, bir sulh anlaşması akdedemez; bu sulh, ancak onlar (mü’minler) arasında umumiyyet ve adâlet esasları üzere yapılacaktır.

18. Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün (askerî) birlikler, birbirleriyle münâvebe edeceklerdir.

19. Mü’minler, birbirlerinin Allah yolunda (uğrunda) akan kanlarının intikamını alacaklardır.

20. Takvâ sahibi mü’minler, en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar.

Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himâyesi altına alamaz ve hiçbir mü’mine bu hususta engel olamaz (yani Kureyşliye hücûm etmesine mani olamaz).

21. Herhangi bir kimsenin, bir mü’minin ölümüne sebep olduğu katî delillerle sâbit olur da maktûlün velîsi (hakkını müdafaa eden) rızâ göstermezse, kısas hükümlerine tabî olur; bu halde bütün mü’minler ona karşı olurlar. Ancak bunlara, sadece (bu kaidenin) tatbiki için hareket etmek helâl (doğru) olur.

22. Bu sahîfe (yazı)nın muhteviyatını kabul eden, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan bir mü’minin bir kaatile yardım etmesi ve ona sığınacak bir yer temin etmesi helâl (doğru) değildir; ona yardım eden veya sığınacak bir yer gösteren Kıyâmet Günü Allah’ın lânet ve gazabına uğrayacaktır ki o zaman artık kendisinden ne bir para tediyesi ve ne de bir tavîz alınacaktır.

23. Üzerinde ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir.

24. Yahudiler, mü’minler gibi, muharebe devam ettiği müddetçe (kendi harp) masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.


25. Benû ‘Avf Yahudileri, mü’minlerle birlikte [İbn Hişâm'da bu, 'ma'a' (= ile) olarak, Ebû Ubeyd'de ise 'min' (= den) olarak zikredilir] bir ümmet (: câmi’a) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, mü’minlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlâları ve gerekse bizzat kendileri dahildirler.

Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm îkâ eder, o sadece kendine ve âile efradına zarar (vermiş) olacaktır.

26. Benû’n-Neccâr Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.

27. Benû’l-Hâris Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.

28. Benû Sâ’ide Yahudileri de Benû ‘avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.

29. Benû Cuşem Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.

30. Benû’l-Evs Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.

31. Benû Sa’lebe Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm îka eder, o sadece kendini ve aile efradını zarardîde etmiş olacaktır.

32. Cefne (âilesi) Sa’lebenin bir kolu (batn) dur; bu bakımdan Sa’lebe’ler gibi mülâhaza olunacaklardır.

33. Benû’ş-Şuteybe de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır.

34. Sa’lebe’nin mevlâları, bizzat Sa’lebeler gibi mülâhaza olunacaklardır.

35. Yahudilere sığınmış olan kimseler (Bitâne), bizzat Yahudiler gibi mülâhaza olunacaklardır.

36. Bunlar (Yahudiler)’dan hiçbir kimse (müslümanlarla birlikte bir askerî sefere), Muhammed’in müsaadesi olmadan çıkamayacaktır.

Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilemeyecektir. Muhakkak ki bir kimse bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve âile efradını mes’ûliyet altına sokar; aksi halde haksızlık olacaktır (yani bu kaideye riâyet etmeyen bir kimse haksız vaziyette olacaktır). Allah bu yazıya en iyi riâyet edenlerle beraberdir.

37. (Bir harp vukuunda) Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Muhakkak ki bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır. Onlar arasında hayırhahlık ve iyi davranış bulunacaktır. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareketler olmayacaktır.

Hiçbir kimse müttefikine karşı bir cürüm îka edemez: Muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir.

38. Yahudiler müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri müddetçe masrafda bulunacaklardır.

39. Bu sahîfenin (yazının) gösterdiği kimse lehine Yesrib vâdisi dahili (cevf), harâm (mukaddes) bir yerdir.

40. Himâye altındaki kimse (cârr), bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ve ne de (kendisi) cürüm îka edecektir.

41. Himâye verme hakkına sahip kimselerin izni müstesnâ, bir himâye hakkı verilemez.

42. Bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimseler arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münâzaa vak’alarının Allah’a ve Resûlullah Muhammed’e götürülmeleri gerekir. Allah bu sahîfeye (yazıya) en kuvvetli ve en iyi riâyet edenlerle beraberdir.

43. Ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edecek olanlar, himâye altına alınmayacaklardır.

44. Onlar Müslümanlar ve Yahudiler) arasında, Yesrib’e hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.

45. Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlar tarafından) bir sulh akdetmeye veya bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlara) aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, mü’minlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır; din mevzuunda girişilen harp vak’aları müstesnâdır.

Her bir zümre, kendilerine ait mıntıkadan (gerek müdafaa ve gerekse sâir ihtiyaçlar hususunda) mes’uldür.

46. Bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimseler için ihdas edilen şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların mevlâlarına ve bizzat kendi şahıslarına, bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir muhafazakârlık ile tatbik olunur. (Kaidelere) muhakkak riâyet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır. Ve haksız şekilde kazanç temin edenler, sadece kendi nefsine zarar vermiş olurlar. Allah bu sahîfede (yazıda) gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riâyet edenlerle beraberdir.

47. Bu kitap (yazı), bir haksız fiil îka eden veya cürüm işleyen (ile cezâ) arasına engel olarak giremez. Kim ki bir harbe çıkar, emniyette olur veya kim ki Medine’de kalırsa yine emniyet içindedir; haksız bir fiil ve cürüm îkaı halleri müstesnâdır. Allah ve Resûlullah Muhammed himayelerini, (bu sahîfeyi) tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza eden kimseler üzerinde tutacaklardır.

HAZARLAR (630-968)

Otomatik alternatif metin yok.


■ Göktürkler ve Sihirlerle aynı soydan geldiği varsayılan, Don-Volga nehirleri arasında Kafkasya’nın kuzeyinde yaşayan Hazarlar, Göktürklerin yıkılışıyla bağımsız hale gel­diler.
■ Sasanilerle savaştılar. Bizanslılarla ticari ilişkiler kurdular. Müslümanların ilerleyişine karşı da Bizans’la işbirliği yaptılar. Bunun nedeni Museviliğe inanmalarıydı.
■ Hazarlar, Musevilik dinini kabul eden tek Türk devletidir.
■ Halk arasında Müslüman, Hristiyan, Şama- nist olanlar da vardı. Halk arasındaki dava­lara Müslüman, Hristiyan ve Şamanlardan oluşan bir hakimler kurulu bakıyordu. Bu durum, dini hoşgörünün göstergesidir.
■ Uzakdoğu ile Bizans, islam ülkeleri ile ku­zeydeki Slavlar arasındaki ticaret yolları Hazarların kontrolünde idi. Bu yüzden dev­letin ana gelir kaynağı ticaretti.
Özellikle Rusların devlet ve ordu teşkilatı üzerinde çok etkili olmuşlar. Hazarlar ile Araplar arasındaki ilk savaşlar Halife Osman zamanında başladı. Emeviler zamanında şiddetlenen savaşlar Abbasiler zamanında şiddetini yitirdi. Hazarlar, Arapların Doğu Avrupa’ya girişlerini engel­leyen bir unsur oldular. Hazarlar, Peçenek ve Rus saldırıları sonu­cu zayıflamış, Ruslar tarafından yıkılmış­lardır.




Moğollar





Moğollar
10 Aralık 2014, 22:38

Türklerin genellikle Tunguz adını verdiği Moğollar , güneyde Çin Seddi'nden kuzeyde Baykal Gölü'ne kadar olan sahada , siyasi birlikten yoksun olarak kabile hayatı yaşıyorlardı. Avcılık ve hayvancılıkla geçinen bu kabileler , uzun yıllar Hun , Göktürk ve Uygur Türklerinin egemenlikleri altında yaşamışlardır. XII. yüzyılın sonlarında Moğolistan ve civarındaki bölgelerde yaşayan ve birbirleriyle mücadele halinde olan en güçlü boylar Keraitler, Naymanlar , Merkitler ,Oyratlar ve Moğollardo. Moğollar , ilk zamanlarda diğer boylar arasında güçlü ve tanınmış bir boy olmakla birlikte , bu kabileler Cengiz Han tarafından bir yönetim altına alındıktan sonra , genel bir milli isim olarak Moğol ismi kabul edilmiştir.




Cengiz Han ve Moğol İmparatorluğu'nun Kuruluşu



Asıl adı Temuçin olan Cengiz , 1155 yılında Moğolistan'da doğmuştur. Moğol kabile reislerinden Yesügey'in oğlu olan Temuçin , babası öldüğünde henüz 12 yaşında idi. Babasından hiç bir şey kalmayan Temuçin, annesi Ulunike ve kardeşleriyle çok zor günler yaşamıştır. Devletinin temelini çok geç atabilen Temuçin , bu yüzden fetihlere e geç başlayabilmiştir. Boylar arasındaki savaşlarda başarılı olan Temuçin , daha sonra Merkitleri , Keraitleri ve Noymanları yenmiştir. Çeşitli Moğol kabilelerinin birleşerek , Temuçin'e karşı hükümdar olarak seçtikleri Camuka'yı 1204 yılında etkisiz hale getirerek Moğolistan'ın tamamına hakim olmuştur. 1206 yılında Moğol reislerinin bir araya geldiği kurultayda Temuçin , Çingiz ( Cengiz ) ismini ve han unvanını alarak Moğol Devleti'ni kurmuş , kendisine de Karakurum şehrini merkez yapmıştır



Cengiz Han'ın Fetihleri



Cengiz Han, düzenli ve disiplinli ordusu ile kısa zamanda ,Moğolistan'daki hakimiyetini güçlendirdikten sonra, Kırgızları itaat altına aldı ve 1209 yılında da Doğu Türkistan'daki Turfan Uygur Devleti'ne son verdi. Karluklar ise savaşmadan Cengiz Han'ın hakimiyetini tanımışlardır. 1211 yılında Merkit ve Nayman adlı iki Moğol kabilesini de hakimiyeti altına alan Cengiz Han , böylece Harzemşahlar Devleti ile komşu olmuştur

Cengiz Han , 1211-1216 yılları arasında Çin'e karşı birçok sefer düzenlemiştir. Kuzey Çin'deki Hitay ve Tangurları yenerek başkentleri Pekin(Hanbalık)'i 1211 yılında fethetmiştir. Cengiz Han başkenti Karakurum'a dönerken Çin'in zenginliklerini ve bilim adamlarını da yanında götürmüştür. 1218 yılında Cengiz Han , Harzemşahlar Devleti'nin hükümdarı Muhammed Harzemşah döneminde bir Moğol ticaret kervanını , ticaret yapmak düşüncesi ile Harzemşahlara göndermiştir. Ancak Harzemşahların Otrar valisi İnalcık , kervandakilerin casusluk yaptıkları düşüncesiyle hepsini öldürtmüş ve mallarına da el koydurmuştur. Bu olayı haber alan Cengiz Han , Harzemşahların hükümdarı Muhammed Harzemşah'tan , Otrar valisini cezalandırmak için kendisine verilmesini ve zararın da tazmin edilmesini istemiştir. Ancak bu teklif Harzemşahlarca reddedilmişti. Bunun üzerine Cengiz Han'da 1219-1220 yıllarında Harzem Seferi'ne çıktı. Bu seferde Otrar , Buhara , Semerkant ve Gürgenç gibi şehirler alınarak tahrip edildi. Yoluna devam eden Cengiz Han Maveraünnehir'i geçerek Hazar Denizi'nin güney ve kuzeyinden iki kol halinde Doğu Avrupa'ya kadar gitmiştir. Burada da Alanları ve Kıpçakları yenen Cengiz Han , daha sonra da Horasan ve Gazne üzerinden İndus kıyılarına inerek Pençap'ı ( Kuzey Hindistan ) istila etmiştir. Güney Çin'deki karışıklıklar üzerine Moğolistan'a dönen Cengiz Han , 1227 yılında ölmüştür. Cengiz Han öldüğünde , kurduğu devletin sınırları doğuda Çin Denizinden batıda Almanya sınırlarına , kuzeyde Sibirya'nın orta bölgelerinden güneyde Himalaya dağlarına kadar uzanıyordu.






Moğol İmparatorluğu'nun Parçalanması



Cengiz Han , ölmeden önce ülkesini dört oğlu arasında paylaştırmıştı. Moğol töresine göre en büyük oğlu ülkenin en uzak kısmını , en küçük oğul da ata ocağını alırdı. Cengiz , büyük oğlu Cuci'ye Ukrayna'dan Aral gölüne kadar uzanan Doğu Avrupa ve Kuzey Türkistan topraklarını , Çağatay'a Doğu Türkistan ve Maveraünnehir'i , Ögeday'a ülkenin doğu toprakları olan Çungarya'yı , Tuluy'a da baba ocağı yani Moğolistan ve Kuzey Çin'i

Cengiz Han ölünce yerine vasiyeti gereği oğlu Ögeday geçti. Ögeday döneminde Kore alındı. Kuzey Çin tamamen İmparatorluğa bağlandı. Rusya ve bütün Doğu Avrupa istila edildi. 1241 yılında Ögeday'ın ölümüyle ülkeyi 1246 yılındaki Kurultay toplantısına kadar karısı Töregene yönetmiştir. Daha sonra Moğol İmparatorluğu'nun başına , kağan seçilen Tuluy'un oğlu Mengü geçmiştir. Mengü , kardeşleri Kubiley ve Hülagü ile Çin ve Orta Doğunun fethine devam etmiştir. 1258 yılında Cengiz Han'ın torunu Hülagü , İran ve Irak'a sefer düzenleyerek Abbasi halifeliğini ortadan kaldırmıştır.

Cengiz'in torunu Kubilay'ın devlet merkezini Karakurum'dan Pekin'e taşıması ve merkezi otoritenin de giderek zayıflamasıyla Moğol İmparatorluğu toprakları üzerinde dört büyük devlet ortaya çıkmıştır. Cengiz Han'ın oğulları ve torunları tarafından kurulan bu devletler; Kubilay Hanlığı , Çağatay Hanlığı , Altın Orda Devleti ve İhlanlı Devletidir.
Alıntı_

5 Aralık 2017 Salı

Abdülaziz Han'ın İntikamını Kim Aldı?

Abdülaziz Han'ın İntikamını Kim Aldı? ile ilgili görsel sonucu

Çerkes Hasan, genç yaşında Abdülaziz Han'ın katlinde büyük rol oynayan Hüseyin Avni Paşa'yı öldüren ve bu uğurda canını feda eden subaydır. İşte Çerkes Hasan'ın hikayesi...
Hasan Bey'in ablası Neşerek kadınefendi, Sultan Abdülaziz Han'ın hal' edildiği gün Dolmabahçe Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na nakledilirken mücevher sakladığı şüphesiyle omuzundaki şal, padişahın gözleri önünde Hüseyin Avni Paşa tarafından çekilip alınarak hakârete uğramıştı. Kadınefendi, omuzları açık bir şekilde boğazdan getirilmiş ve hastalanmıştı. Sultan Abdülaziz Han'ın vefatı üzerine ise şok geçirerek 11 Haziran günü vefat etmiş idi.
Hüseyin Avni Paşa halden sonra Çerkes Hasan'ın İstanbul'da birinci orduda bulunmasını tehlikeli görerek, kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesiyle onu merkezi Bağdat olan altıncı orduya tayin etti. Ancak Hasan Bey gelişen olaylar üzerine Bağdat'a gitmeyi reddetti. Bilhassa ablasına karşı yapılan muamele kendisini son derece sarstı ve Hüseyin Avni Paşa'ya haddini bildirmeye karar verdi. Bağdat'a gitmeyi reddedince tutuklandı. Gideceğine söz verince serbest bırakıldı. Bekar olan Hasan Bey, eniştesi Ateş Mehmed Paşa'nın Cibali'deki evinde, dul halasının yanında oturuyordu. Bu konağa gidip baştan ayağa silahlandı. Görevden alınmasına rağmen halâ hassa yaveri kordonlarını takıyordu. Çerkes Hasan akşam olunca, önce Hüseyin Avni Paşa'nın Kuzguncuk'daki konağına gitti. Hizmetçilerinden onun Midhat Paşa'nın konağında olduğunu öğrenince geri döndü. Abdülaziz Han'ı şehid ettiren paşalar, başarılarının zevki içinde bazı devlet mes'elelerini görüşmek için 15 Hazıran gecesi Midhat Paşa'nın Bayezıt'daki konağında toplanmışlardı. Konakta, sadrazam Rüştü Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa, hariciye nazırı Reşid Paşa, bahriye nazırı Kayserili Ahmed Paşa, Cevdet Paşa, Şerif Hüseyin Paşa, maıiye nazırı Yusuf Paşa, Halet Paşa ve Müşir Rıza Paşa bulunuyordu. Hasan Bey, Midhat Paşa'nın konağına rahatlıkla girdi. Üniformalı olduğu ve sarayla ilgisi bulunduğu için hizmetçiler haber getirdi zannettiler. Bu sebeble kolayca konağın üst katına çıktı Elinde tabancalarından biri olduğu halde kablnenin toplantı yaptığı salona girdi.
'Davranmayın!' diye bağıran Hasan Bey, aynı zamanda tabancasını ateşleyerek Hüseyin Avni Paşa'yı göğsünden ve karnından vurdu. Orada bulunan paşalar korku içinde bitişik odaya sığınırlarken, Hüseyin Avni Paşa can havliyle kendini sofaya attı. Lakin Hasan Bey onu öldürmeye azmetmişti. Üzerine yürürken beline sarılan ve kendisini durdurmaya çalışan bahriye nazırı Kayserili Ahmed Paşa'nın ellerini ve kulaklarını çerkes kaması ile kesti. Daha sonra Hüseyin Avni'nin üzerine çökerek kamasını bir kaç defa karnına sapladı. Ağzını kulaklarına kadar kesti. Avni Paşa'yı öldürdükten sonra salona dönen Hasan Bey, hariciye nazırı Raşid Paşa'yı da öldürdü. Kayserili Ahmed Paşa, yaralı halde salonun bitişiğindeki odaya sığındı. Çerkes Hasan, Midhat ve Ahmed paşaları da öldürmek için sığındıkları odanın kapısını omuzladı. Arkasına konan masanın üzerine şişman HaIet Paşa oturtulduğu için kapıyı zorladığı halde açamadı. Bu sırada Hasan Paşa, karakoldan gelen askerler tarafından yaralı olarak yakalandı. Merdivenlerden inerken, bahriye kolağası Şükrü Bey tarafından ağır şekilde tahkir olunması üzerine, bir kaç manga asker arasında çizmesinde sakladığı küçük tabancasını çıkarıp onu da öldürdü. Çerkes Hasan bu vak'ada beş kişi ôldürdü.
Yaralananların sayısı çeşitli kaynaklarda 2 ila 10 kişi arasında olduğu söylenmektedir. Bunların hepsini Hasan Bey yaralamış olmayıp, bazısı asker tarafından aşağıdan açılan ateş neticesinde yaralanmıştır.
Çerkes Hasan, yakalandıktan sonra şimdiki İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasının yanındaki Süleymanıye Kışlası'na götürüldü. Yaralarını tedavi ettirmeyen Hasan Bey, kısa süren duruşmadan sonra, askerlikten ihraç edilerek idama mahkum edildi. Sorgusu sırasında; 'Nefsim için bu işi yapmadım, millet için yaptım. Gayem; bundan sonra kimse padışah hal' etmek falan gibi şeylere cesaret edemesin' demiştir. Ertesi gün Bayezıt meydanında idam edildi. Hüseyin Avni Paşa'nın ölümü halk arasında sevinçle karşılandı. Çerkes Hasan'a ise o nisbetle acı duyuldu ve gönüllerde milli kahraman olarak yerleşti. Senâi, Naim, Hilmi Efendiler, Müşir Eşref Paşa gibi şairler, Çerkes Hasan Bey hakkında mersiyeler yazarak kahramanlık ve cesaretini terennüm ettiler. Eşref Paşa mersiyesinden bir bölüm:
Rabb-i izzet Cennet etsin kabrini Çerkes Hasan Kâmet-i Avni'ye ol esnada biçmişti kefen. ______________________________ Kaynak: Bir darbenin anatomisi

İlk Matbaa Uygur Türkleri tarafından kullanıldı

İlk Matbaa Uygur Türkleri tarafından kullanıldı ile ilgili görsel sonucu


İlk Matbaa Uygur Türkleri tarafından kullanıldı
Yapılan en son tarihi araştırmalar Uygur Türkleri’nin XI. asırda matbaayı tanıdıklarını ortaya koyar.19. asrın son demlerinde Tung-Huang mevki’nin yakınında üstü duvarla örtülü bir mağarada bizim için çok önemli olan bir kaç Uygur matbaa harfleri de ele geçmiştir. Yapılan araştırma ise matbaa harflerinin 1209 yılından çok daha öncesine ait olduğunu ortaya koymuştur.Nitekim matbaanın tarihi ile uğraşan İngiliz bilgini Carter’a göre de yeryüzünde mevcut en eski matbaa harfleri Uygur dilinde olup Türkçedir.


Uygurların Türk Tarihindeki Yeri Ve Önemi
Karluk ve Basmiller’le birleşerek II. Göktürk Devletini yıkan Uygurlar Orhun bölgesinde Uygur Devletini kurdular.(745)

Kurucuları : Kutluk Bilge Kül Kağan

Merkezleri : Ordubalık (Karabalsagun)’dur.

Kutluk Bilge Kül Kağan Türklerin şehir kuran ilk hükümdarıdır.

İlk Türk şehri Ordubalık’ tır.

Bilge Kül Kağan’dan sonra MOYEN-ÇOR başa geçmiş, onun döneminde Müslüman Araplar(Abbasiler) ile Çinliler arasında Talas Savaşı yaşanmıştır.

Talas Savaşı Tarım Havzasının Uygurların eline geçmesini ve Çin’in Orta Asya’dan çekilerek zayıflamasına yol açmıştır.

Bögü Kağan devrin de Uygur Türkleri ile Çin arasında iyi ilişkiler kuruldu, ticaret gelişti.

Bögü Kağan Çin’e yardım amacıyla “Tibet Seferine” çıktı.

Bögü Kağan Tibet seferi sırasında iki MANİ (MANİHEİZM) rahibini yanına alarak ülkesine geri döndü. Bu rahipler Uygur Türkleri arasında Mani dininin yayılmasına sebep oldular. Ayrıca Türkler arasında Budizm’de yayılmaya başladı.

Mani Dini: Avlanmayı, et yemeyi ve savaşmayı yasaklayan bir dindi.

Mani Dininin Uygurlar üzerindeki Etkileri:

1- Uygurlar Savaşçılıklarını kaybettiler.

2- Yerleşik hayata geçtiler.

3- Yerleşik hayata geçmeleriyle Uygurlar ticaret, bilim, sanat ve edebiyat gibi bir çok alanda geliştiler.

840 yılında bir başka Türk kavmi olan Kırgızlar, Uygur Devletine son verdiler. Kırgızlar’ın Orhun Bölgesine girmeleri sonucu Uygurlar, Kansu ve Turfan bölgelerine göç etmek zorunda kaldılar.

Kırgızların bu saldırıları buradaki Türk nüfusunun azalmasına sebep olmuştur. Bu yüzden bu en eski Türk Yurdu, daha sonra Kırgızları yenen Moğolların eline geçerek kolayca Moğollaşmış, MOĞOLİSTAN olarak anılmıştır.

KANSU (SARI UYGUR) DEVLETİ:

Kırgızlardan kaçarak Kansu Bölgesi’ne gelen Uygurlar tarafından kurulan bu devlete Sarı Uygur Devleti de denilmektedir. 1209’da Moğolların hakimiyetine girmiştir.

TURFAN (DOĞU TÜRKİSTAN) UYGUR DEVLETİ:

Kırgızların saldırıları neticesinde Uygurların bir kısmı Turfan Bölgesi’ne gelerek, burada yeni bir devlet kurdular. Bu devletleri de Moğollar tarafından 1207’de yıkıldı.

Cengiz Han’ın egemenliğine girmelerine rağmen medeniyette geliştiklerinden Moğollar’ı devlet teşkilatı, ticaret, bilim, sanat, alfabe gibi konularda etkilediler.

Moğolların Türkleşmesinde önemli bir rol oynadılar.

-Şehircilik, tarım ve ticarette ileri gitmişlerdir.

-Okur-yazar oranları yüksek olup, 14 harfli alfabeleri vardır.

-Türeyiş ve Göç destanları vardır. “Orta Oyunu” Uygurlardan gelmektedir.

-Gök tanrı inancını terk edip yabancı dine inanan ilk Türk topluluğudur

-Bögü Kağan zamanında girdikleri Manihaizm dini, savaşçı karakterlerini kaybetmelerine neden olmuştur

-Tahta harfli matbaayı kullanmışlardır.

-Uygur beylerinden Eratna, Orta Anadolu’da bir devlet kurmuştur. Kayseri’deki türbesinde (Köşk Medrese) yatmaktadır.

-Uygurlar, Göktürkler devrinde yukarı Selenge boylarında yasamışlardır.

-On boydan meydana gelmişlerdi. Onun için On Uygur şeklinde de anılmışlardır.

-Uygurlar’ın başlarındaki idareciler, el teber (küçük kral) unvanını taşıyorlardı

1.Mançur Çin İstilâsına Kadar Doğu Türkistan

Tarihine Kısaca Bakış

Müslüman olduktan sonra Türklerin kurdukları ilk devlet olan Karahanlılar Batı Türkistan’ın Yedisu, Seyhun Fergana bölgeleriyle, Doğu Türkistan’ın Cungarya, Yarkent, Taklamakan çölü, Talas, Çu, Kaşgar bölgelerine hakim bulunuyordu. Daha sonra doğu ve batı diye ikiye ayrılan Karahanlılar devletinin batı kolu 1133’te, Doğu kolu da 1221’de Karahıtaylar tarafından ortadan kaldırıldı.

Uygurlar, Moğollar, Kartuklar ve Türkeşler birleşerek 1209’da Karahıtay’ların hakimiyetine son verdiler. Bu defa ismen Cengiz Han’a tabi, fakat hakikatte müstakil olmak üzere Doğu Türkistan’ın kuzey bölgesinde Uygurlar, güney bölgesinde Doğlatlar ismiyle, birer devlet kuruldu. 1514 senesinde Doğu Türkistan’da hakimiyet Doğlatlar’a mensup Saidiye’lere intikal etti. Merkezi Yarkent olan Saidiye devletini, 1679’dan itibaren merkezi Kaşgar olan Hocalar saltanatı takip etti.

Doğu Türkistan’da çıkan dahili kargaşalıklardan faydalanan Mançu sülalesi idaresindeki Çinliler 1757-1759 arasında Doğu Türkistan’ın kuzey bölgesini 1760’da da güney bölgesini fiilen zapt ve işgal ettiler.

1.Mançur Çin İstilâsı

1760-1863

Çinliler dinî, siyasî bir husus olarak kabul ettiklerinden herkesin resmî Çin dinine katılmasını istiyorlardı. Bu isteklerini bir kanunla Doğu Türkistan’a da uygulamaya kalkışınca çatışmalar başladı, Çünkü Çin kanunları İslâmiyet’in ruhuyla tam aaaat teşkil ediyordu. Beylerinin etrafına toplanmış olan Doğu Türkistanlılar Çin idaresine karşı devamlı ayaklandılar. 1822’de başlayan hareketin önderi Cihangir Han Kaşgar’ı ele geçirerek bir hükümet kurdu, daha sonra Yarkent, Yenihisar ve Hoten’i de ele geçirerek hakimiyet sahasını genişletti.

1824-1825 yıllarında müstakil olan bu müstakil idareye 1827’de Çinliler son verdiler. İkinci büyük ayaklanma 1845 yılında Mehmet Emin Han idaresinde oldu. Mehmet Emin Han, Kaşgar’da bir hükümet teşkil ettiyse de bu hükümet uzun sürmedi. Çinlilerin işgali 1863 senesine kadar devam etti. 1862-1863 senelerinde Doğu Türkistan’da çıkan millî ihtilâllerde bütün Çinliler imha edilerek Kuçar, Yarkent Kaşgar ve İli’de birer şehir devleti kuruldu. 1863’te devletinin reisi (askerî Kumandan) Yakup Han iktidarı ele geçirerek îli şehir devleti müstesna bütün bu devletçikleri birleştirdi.

Kaşgar merkez olmak üzere “Ba-Devlet” adıyla kuvvetli bir merkezî idare kurmaya muvaffak oldu. Ba-Devleti’ni İngiltere, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu resmen tanıdı. Yakup Han bu devletlerle siyasî münasebetler kurdu. Ticarî antlaşmalar akdetti. Orta Asya’da büyük bir nüfuz rekabetine giren İngiltere ve Rusya Yakup Han’ı kendi taraflarına çekebilmek için büyük gayretler sarf ettiler, Buna rağmen Yakup Han hiçbir teşebbüste bulunmayan Osmanlı İmparatorluğuna tabi olmayı tercih etti. Bu maksatla yeğenini fevkalâde salahiyetlerle hususî mümessil olarak İstanbul’a gönderdi ve Sultan Abdülaziz’e resmen biat etti.

Sultan Abdülaziz bu biati kabul ederek Kolağası Kâzım ve İsmail efendilerin başkanlığındaki askeri bir talim heyetini büyük ve kıymetli hediyelerle Kaşgar’a gönderdi. Yakup Han, Sultan Abdülaziz Han namına Doğu Türkistan’ın bütün cami ve mescitlerinde hutbeler okuttu ve sikkeler bastırdı. Fakat Doğu Türkistan devleti ancak 1876 senesine kadar yani 13 sene devam edebildi.

2.Mançur Çin İstilâsı

1876-1911

Yakup Han İngiltere ile Rusya arasındaki nüfuz rekabetinden faydalanamadı. Bir taraftan Rusya diğer taraftan Çinliler bu devleti ortadan kaldırmak için anlaştılar, Çinli general Tse-Tsung-Tng’ın kumandasında gönderilen büyük bir Çin ordusu, Rusya’nın yardımları sayesinde Doğu Türkistan’a gelip Yakup Han’ın Millî orduları karşısında mevki aldı.

Bu ebedî Türk yurdunu istila için gelen düşman ordularının hücum için fırsat kolladığı bir sırada Yakup Han’ın zehirlenerek ansızın ölmesi, oğullan ile kumandanları arasında ihtilaf çıkmasına sebep oldu. Bu durumdan faydalanan (Aslında bu durumu hazırlayan) Çinliler Doğu Türkistan’ı adeta harpsiz kolayca zapt ve işgale muvaffak oldular. Böylelikle Doğu Türkistan tarihte ikinci defa Çinlilerin (Mançu) fiili işgaline uğradı.

Umumî Çinli Valiler Dönemi

1911-1933

1911’de Çin’de Mançu İmparatorluğu yıkılarak yerine Çin Cumhuriyeti kuruldu. Çin’de kargaşalıklar baş gösterdi, dahili savaşlar başladı. Fakat bu durumdan Doğu Türkistan Türkleri faydalanamadılar. 1911’den itibaren başlayan Kuzey Çin ve Güney Çin mücadelesini Milliyetçi Çin-Komünist Çin mücadelesi takip etti.

Çin’de Cumhuriyet u İmparatorluk hükümetinin tayin etmiş olduğu Doğu Türkistan’daki umumi valiler yerlerinde kaldılar, ismen ve hukuken Çin hükümetine bağlı, fakat faaliyette tamamen bağımsız olan bu askeri valiler, Doğu Türkistan’ı 1933 senesine kadar diledikleri gibi vahşi, barbar bir şekilde idare ettiler.

1931’de Doğu Türkistan’ın Kumul şehrinde başlayan hürriyet, istiklâl mücadelesi 1933 senesine kadar bütün Doğu Türkistan sathına sirayet etti. Memleketin her tarafında Çinliler mağlûp ve perişan oldular, imha edildiler. Neticede merkezi Kaşgar’da olmak üzere 12 Kasım 1933 tarihinde bütün Doğu Türkistan’a şamil “MÜSTAKİL DOĞU TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ DEVLETİ” resmen kurularak dünyaya ilân edildi. Bu devletin kurucuları ve hükümet azaları şu değerli kimselerden meydana gelmişti,

1- Reisicumhur……………… Hoca Niyaz Hacim Baki Niyaz

2- Başvekil……………………. Sabit Damulla Abdülbaki

3- Harbiye Nazırı…………… Uraz Bey

4- Erkan H. Reisi…………… General Mahmut Muhiti

5- Dahiliye Nazırı………….. Zeyyid Zade Yunus Beğ

6- Hariciye Nazırı………….. Kasım Can Hacı

7- Maarif Nazırı…………….. Abdülkerim Han Mahdum

8- Evkaf Nazırı……………… Şemseddin Türdi

9- Adliye Nazırı…………….. Zarif Kari

10- Ziraat ve Ticaret Nazırı. Abdulhasan Musa Bey

11- Maliye Nazırı……………. Ali Akhun

12- Sıhhiye Nazırı…………… Abdullah Gani

Milliyetçi Çin hükümetinin iç savaşlarla meşguliyeti dolayısıyla Doğu Türkistan’a yeni bir ordu gönderemeyeceğini hesaplayan ve Doğu Türkistan’ın müstakil genç Türk devleti yaşadığı takdirde, Rus esareti altındaki Bati Türkistan, Azerbaycan, Îdil-Ural, Kuzey Kafkasya ve Kırım gibi diğer Türk ülkelerine örnek olacağından korkan Sovyet-Rusya o sıralarda yalnız Urümçi’de tutunabilen mahsur Çin kuvvetleri kumandanı ile anlaşarak Ruslar’ın Çinli kıyafetine soktuğu kızıl ordunun en seçme birliklerini modern silâh ve uçaklarla takviye ederek, mahdut sayıdaki derme çatma silâhlarla fakat imanla savaşan millî kuvvetlerin üzerine iki koldan saldırttı. Komşu devletlerden altın karşılığı silâh ve cephane tedarik edemeyen Millî kuvvetler bu durum karşısında mukadder olan mağlûbiyetten kurtulamayınca genç Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devleti de ortadan kaldırıldı. (Doğu Türkistan ne zaman istiklâli için ayaklanmışsa devamlı Rusları karşısında bul-muştur.

Avrupa’nın Asya siyasî haritalarına baktığımızda 1876-1949 yıllan arası Doğu Türkistan devamlı Rus nüfuzu altında olarak gösterilmektedir. 1935 senesinde Batı ve Doğu Türkistan’ı gezen ve görüp yaşadığı olayları “Solo Turkestan ve Verbotene Reise” adındaki pek ilgi çekici kitaplarında anlatan Ella Maillart Rus konsoloslarının Doğu Türkistan’da Çinli valilerden daha hükümran olduklarını, Çinli valilerin onların yanında ellerini birleştirip devamlı başlarını eğerek konuştuklarını anlatmaktadır. Çinli valiler ise her an bir ayaklanmanın başlayacağı korkusu içerisinde idiler.

Doğu Türkistan adını kendilerin değil yerli halkın kullanmak istemediğini, buradaki halkın Çin soyundan Uygurlar olduğunu söylüyorlardı. Ancak benim görüştüğüm Doğu Türkistanlı herkes kendilerinin Müslüman Türk olduklarını söylüyorlardı. Siz Uygur musunuz diye sorduğumuzda Uygur adına evet diyen çıkmadığı gibi bu adın ne ifade ettiğini de çok kimse bilmiyordu, demektedir.

Rus İstilâ Dönemi

1934-1944

Milliyetçi Çin dahil olmak üzere, Doğu Türkistan’ın bütün dış âlemle ilgisini kesen Sovyet-Rus kuvvetleri, Doğu Türkistan’ı fiilen işgal ve tahakkümü altına aldı. Süratle iktidara geçirdiği general Şin-Sı-Say vasıtasıyla Doğu Türkistan’da tedhiş rejimi kurarak, büyük bir temizlik ve sosyalizasyon hareketine girişti. Bu durum 1933-1934 senesinden 1943 senesine kadar fasılasız devam etti.

İkinci dünya harbinde Hitler’in ordularının süratle ilerleyerek Moskova’nın yakınlarına kadar sokulduğu bir sırada o zamana kadar Ruslar’ın emellerine sadakatle hizmet etmiş ve Rus müşavirlerinin verdiği her emri kayıtsız şartsız yerine getirmiş bulunan Şin-Sı-Say zuhur eden bu fırsattan faydalanarak gizlice Mareşal Çang-Kay-Şek hükümetiyle anlaştı. Ve 1943’te Çin kuvvetleri Doğu Türkistan’a girdi. Milliyetçi Çin hükümeti General Şin-Şi-Say’ı geri çekti, yerine merkezden general U-Cing-Şin’i umumî vali olarak Urümçi’ye gönderdi.

Hürriyet ve istiklal mücadelesinden yılmayan Doğu Türkistan Türkleri 1944’te İli bölgesinde Milliyetçi Çin kuvvetlerine karşı yeniden ayaklandılar. Bu sırada Rus-Alman harbi de yavaşlamış, hat-ta Rusların lehine gelişmeye başlamıştı. Doğu Türkistan işlerine müdahale fırsatı kollayan Ruslar başlangıçta İli bölgesi milliyetçilerine yardım ettiler.

Böylelikle îli bölgesi havzasında merkezi Kulca olmak üzere, Tarbagatay ve Altay vilayetlerinden müteşekkil müstakil “DOĞU TÜRKİSTAN CUMHURİYET DEVLETİ” kuruldu. Ve 1944 Ekiminde resmen ilân edildi. İkinci defa istiklâline kavuşan Doğu Türkistan Türklerinin kurduğu bu devletin kurucuları ve hükümet erkânı şu değerli kimselerden ibaret idi.

1- Reisicumhur……………… Ali Han Töre

2- Reisicumhur Muavini…. Hekim Han Hoca Beğ

3- Genel Sekreter………….. Abdürrauf

4- Maliye Nazırı……………. Enver Musabay

5- Maarif Nazırı…………….. Seyfeddin Azizi

6- Adliye Nazırı……………… Mehmed Can Mahdum

Sadece üç vilâyete münhasır küçük bir devlet olmasına rağmen, Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin tek başına Milliyetçi Çin orduları ile savaşarak bu orduları mağlûp ve perişan etmesi, ayrıca Rus esaretindeki Türk ülkelerine ve hususiyle bitişik Batı Türkistan’a karşı kötü emsal teşkil edebileceği kaygısı, Ruslarda korku ve endişe yarattığından Sovyet-Rusya türlü entrikalarla millî hükümeti, Çang-Kay-Şek hükümetiyle sulh yapmaya zorladılar.

Böylece 1946 senesinde iki hükûmet temsilcileri arasında varılan bir antlaşma neticesinde, müstakil Doğu Türkistan Cumhuriyeti feshedilerek, Milliyetçi Çin ile müştereken bir koalisyon hükümeti kurulması kararlaştırıldı. Sovyet Rusya böyle bir antlaşmayı imzalamayı reddeden Reisicumhur Ali Han Töre’yi bir gece tuzağa düşürerek Rusya’ya kaçırdılar ve yerine kendi piyonlarım (taraftarlarını) geçirdiler.

Eski Türkçenin grameri


Eski Türkçenin gramerini yazmış olan Annemarie von Gabain, Uygur metinlerini y ve n ağzı olmak üzere iki ana ağız grubuna ayırır. Köktürkçedeki ń sesini n’ye çeviren metinler n ağzını, y’ye çeviren metinler y ağzını oluştururlar. Eski Uygur Türkçesi dönemi, yazı dili olarak Göktürkçeye dayanan, onun devamı olan bir dönemdir. Başka bir deyişle Göktürkçe ile Uygurca aynı yazı dilinin iki koludur. Eski Uygur Türkçesinde görülen az sayıdaki ses ve biçim farklılıklarından bir kısmı ağız farkından, bir kısmı da zaman farkından kaynaklanmaktadır. Göktürkçe ve Uygurca arasındaki asıl önemli fark, söz varlığında ortaya çıkar. Göktürkçenin söz varlığında Türkçe kökenli kelimeler hâkimdir; Çince veya Soğdakçadan girmiş olan alıntı kelimeler çok azdır. Göktürk metinlerinde bozkır yaşayışı, savaşçılık ve devlet düzeniyle ilgili kelimeler ağırlıktadır. Uygur metinlerinde ise Maniheizm ve Burkancılıkla ilgili kelimeler hâkimdir. Bunlar da Sanskritçe, Çince ve Soğdakçadan alınmıştır. Çok defa da kavramlara Türkçe karşılıklar bulunmuştur. Temel söz varlığı ise her iki dönem metinlerinde aynıdır
Kaynak; Ahmet Bican Ercilasun, Başlangıçtan Günümüze Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2010, s. 226, 272-283. ISBN 978-975-338-589-3

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...