12 Ocak 2018 Cuma

MISIR /TUFAN

Bilgilerinin belirli bir kısmını Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır. Bu yaklaşık olarak Atlantis'in batışına denk gelen bir tarihtir. Yani Herodot'un vermiş olduğu bu tarih. Tu­fan sonrası bizim uygarlığımızın başlangıç tarihidir... Geçmişte meydana gelen ve hemen hemen tüm kutsal ki­taplarda dile getirilen Tufan'ın etkileri, bazı bilimadamlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınır­lı kalmamıştır. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında sili­nemeyecek izler bırakmış olan bu büyük felâkeder dizisin­den, Dünya üzerinde en az etkilenen bölgelerin başında Orta­doğu gelmiştir. Bir zamanlar yaşanan ve Dünya'nın birçok bölgesini et­kileyen iki büyük doğal afetten söz etmeyen ulus ya da kavim yok gibidir. Dünya üzerinde birbirlerinden çok farklı bölge­lerde yaşamış olan tüm eski ulusların mitolojilerinde ve din­lerinde bu trajedik anıya yer verilmiştir. Yaşanan bu felâketler, dinlerde (özellikle de son üç dinde) "Tufan" olarak isimlendirilmiştir. Bu büyük felâkeder zincirinin ilkinde Mu Kıtası diğerin­de ise Atlantis Kıtası arkalarında küçük adacıklar bırakmak su­retiyle tamamen batmışlardır. Bu yaşananlarla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de pekçok ayet vardır: "Ad, Semud milletleri ile Ress'lileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik. Her birine misaller vermiştik ama din­lemedikleri için hepsini kırdık geçirdik." (Furkan Suresi: 25/38-39)
"Gerçekleşecek olan! Nedir o gerçekleşecek olan gün? Gerçek­leşecek olanın ne olduğunu sana ne bildirir? Semud ve Ad mil­letleri tepelerine inecek bu gerçeği yalanladılar. Bu yüzden Semud milleti zorlu bir sarsıntı ile yok edildi. Ad milleti de bu yüz­den önünde durulmaz dondurucu bir rüzgarla yok edildi... Ey in­sanlar! Su taştığı vakit, siz bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulak­lar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır." (Hakka Suresi: 69/1-7,11-12)0)
Anlatılanlar iki büyük etkenden bahsetmektedir: Su ve ateş... Tabii bu arada meydana gelen büyük depremleri de ilave etmek gerek... Yaşanan böylesi büyük felâketlere sebebiyet veren et­kenler nelerdi? Dünya eksenindeki kayma ve kutupların yer değiştirmesiyle birlikte gelen büyük sel baskınları ve ani iklim değişiklikleri Okyanus dibindeki gazlar ve bunun sonucu oluşan büyük depremler. Atlantis 'in son dönemlerindeçıkan savaşta majik tekniklerele birlikle doğa güçlerinin negatif alanlarda kullanımı. İşte bütün bunlar ve bunlara eklenen bazı diğer kozmik etkenler; dinsel kayıtlarda adına ''Tufan" denilen büyük bir trajedinin dünya üzerinde yaşanmasına neden olmuştu.
Birçok tarihçi Atlantis ve onun da öncesindeki Mu Uygarlığı nı efsanevi kıtalar olarak nitelendirmişlerdir. Tufan öncesi Mu ve Atlantis Uygarlıklan'nın bizlerden çok daha ileri düzeyde bir uygarlık olduklarını, bu basit mantık yürütmesinden bile çıkartabilmek mümkündür. Ama kuşkusuz ki, bunun için önce Atlantis ve Mu Uygarlık­ları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.
Tufan'dan sonra çok büyük bir gerileme yaşayan insa­noğlu, her şeye yeniden başlamak zorunda kaldığı için, ilkel kabileler dönemine geri döndü. Bu tam anlamıyla bir geri dö­nüştü... İnsanlığın aşağıya iniş sürecindeki çok önemli bir ge­ri adım böylelikle atılmış oluyordu...
Güneş iki defa battığı yerden doğdu... Tarihin babası olarak anılan ünlü tarihçi Heredot, Mısır'a yaptığı bir gezi sırasında bir rahipten duyduklarını kitabında şöyle anlatır: Bir Mısırlı Rahip bana: "Bilmiş ol ki , atalarımız zamaınnda Gü­neş iki defa battığı yerden doğdu, sonra aynı olay tekrar tersine meydana geldi" dedi Kur'an-ı Kerim'deki bir ayet ise, sanki Mısırlı rahiplerle söz birliği etmişçesine şöyle der: O, iki Doğu'nun Rabbi'dir , iki Batı'nın Rabbi'dir. " (Rahma n Suresi : 55/17 )
Atlantis'teki Osiris Öğretisi
Bu büyük felâketler zinciri henüz daha başlamadan önce Mu ve Atlantisli rahipler yaşanacaklardan haberdardılar ve bu konuda halklarını çok önceden uyarmışlardı. Beklenen Tufan'dan en az etkilenecek olan bölgeler tespit edildikten sonra buralara yoğun göçler düzenlemeye baş­lamışlardı. İşte bu bölgelerden biri de Mısır topraklarıydı. Mısır önce Mu'dan sonra da Atlantis'ten yoğun göçler almıştı. Tarihçilerin bir zamanlar bir türlü içinden çıkamadıkları; "Bir anda böylesine ileri düzeyli bir uygarlık Afrika'nın Kuzeyi'nde nasıl oluşmııştıır" sorusunun cevabı işte bu göç­lerde yatmaktaydı. Tarihin çok eski dönemlerinden başlayan, Atlantis'le Mu arasında sürekli bir irtibatın olduğu bilinmektedir. Bu irtibat Mu Bilgeliği'nin Atlantis'e taşınmasında çok önemli bir rol görmüştür. Orta Asya'nın muhtelif yörelerinde buluanan çok eski bir kültüre ait bilgiler veren taştabletlerden elde edilen ezoterık bilgilere göre, Mu'ya indirilen kozmik öğretinin kaynağı "Sirius Kültürü" idi.
Tabletler konumuzla çok yakından ilgili olan bir isimden bahsetmektedirler. Bu isim Osiris'tir... Günümüzden 18-20 bin yıl önce yaşamış olan bu kişi­den Atlanlisli bir bilge olarak söz edilmekledir. O dönemler­de Atlantis'te başlayan dejenerasyon hat safhaya ulaşmıştı, Osiris bilgisini derinleştirmek üzere doğduğu ülke Atlantis'i terkedip Mu Kıtası'na gitti. Oradaki Naakal Okullan'nda "MU Kozmik Öğretisi" ile ilgili inisiyatik dersler aldı. Daha sonra Atlantis'e geri döndü. Tüm yaşamını Atlantis halkını ay­dınlatmaya ve Mu Kültürü'nü anlatmaya adıyan Osiris, birta­kım çıkarları uğruna Kozmik Öğretiyi yozlaştırmış Atlantis rahip sınıfının etkisi altında oluşan yanlış anlayışları ve uydur­ma kavramları düzeltmeye çalıştı.
Halktan çok büyük destek gördü. Halk kısa süre içinde ona büyük bir sevgi ve saygıyla bağlandı. Sonunda Atlantis'in ruhani lideri oldu. Kendisini Atlantis Kralı Uranos'un yerine getirmek istediler. Fakat o bunu kabul etmedi. Ölümünden sonra kendisine bağlı inisiyelerce adının ya­şatılması için, Atlantis'te yaymaya çalıştığı Mu kökenli Koz­mik Öğreti'ye "Osiris Dini" adı verildi. Ve binlerce yıl bu öğ­reti Atlantis'e hakim oldu. '
Atlantis'te bunlar yaşanırken, Mu Kıtası'ndan çevre kıta­lara göçler de başlamıştı. Mu'nun önde gelen ırklarından biri olan Nagalar önee Burma'ya oradan da Hindistan'a, sonrasın­da ise iki kola ayrılarak bir kol Babile diğer bir kol ise Kızıldeniz üzerinden "Yukarı Mısır" tabir edilen Afrikan'ın Kuzey Doğu'sundaki Kızıldeniz kıyılarına yerleştiler. Eski tarihi ka­yıtlarda bu bölge ''Maiu" olarak isimlendirilmişti. Yukarı Mı­sır'daki Nübye'de yer alan Maiu, bu günkü Suakin kentinin yakınlarında, Kızıldeniz kıyısındadır.
Bu bölgelerde yerleşim birimlerinin kurulduğunu, hem Mısır kaynaklan hem de Hint kaynaklan teyid etmektedir. Bazı Yunan tarihçilerinin ve filozoflarının "Mısırlılar, Hindistan'dan gelmiş kolonicilerdir" demelerinin altında ya­lan gerçek işte budur.
Kitaplarını Hindistan'daki çeşitli gizli mabetlerdeki ka­yıtlardan yararlanarak kaleme aldığı bilinen dünyaca ünlü Hint tarihçisi Valmiki de, bu konuda son derece açık anlatım­larla bulunmuştur. Örneğin Rişi Mabedi'nin gizli kayıtlanrıdan aldığı bir alıntıda şöyle der:
"Hindistan'dan gelen Mayalar, Mısır'da bir koloni kurdular ve buraya Maiu adını verdiler."
Ramayana isimli ünlü eserinde ise daha ayrıntılı bir bilgi verir:
"Naakaller önce Hindistan'ın Dekkan bölgesinde yerleştiler. Sonra da dinlerini ve bilgilerini Babil ve Mısır kolonilerine aktar­dılar."
Kısaca özetlemek gerekirse:
Mısır topraklarına ilk ayak basanlar Mu kolonilerinin Naga koluydu. Nagalar Mu'da Naakaller olarak isimlendirilmekteydi. Bu nedenle eski tarihi kayıtlarda bazen Nagalar ba­zen ise Naakeller olarak bu toplum isimlendirilmiştir. Mu Kıtası batmadan önce gerçekleştirilen bu göç Mısırlılar'ın atalarını oluşturdu. Ancak Mısır, hem bu dönemde hem de Atlantis'in batışına yakın dönemlerde yoğun olarak Atlantis'ten de göç almıştır. Bu nedenle Mısır halkının ataları dedi­ğimiz zaman hem Mulular'ı hem de Atlantisliler'i bir arada ele almak gerekir.
Mısır toplumu o topraklarda sıfırdan başlayarak gelişim gösteren bir uygarlık değil, yapılan göçlerle gelişmiş bir kül­türün buraya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir ülkedir Hatta bir değil birbirine son derece benzeyen iki kültürün: Mu ve Atlantis Kültürü'nün...
Atlantis'ten yapılan göçler, bölgenin "Aşağı Mısır" ola­rak tabir edilen kesimine gerçekleştirildi. İlk büyük yerleşim birimi ve ilk büyük mabet Nil Deltası'ndaki Sais'te kuruldu. Daha önce Osiris Öğretisi'nin Atlantis'te nasıl bir geli­şim gösterdiğini görmüştük. Atlantis'ten Mısır'a gerçekleşti­rilen göçlerle, sözünü etmiş olduğumuz Osiris Öğretisi de Mısır'a taşındı.
Osiris Öğretisi'nin Mısır'a getirilişi, Atlantisli bir bilge olan Thot tarafından M.Ö. 14 bin yıllarında gerçekleştiril­miştir Yani Atlantis'in batışından yaklaşık 4.000 yıl ön­ce...
Thot zamanından Menes zamanına kadar yani MÖ. 14.000'den M.Ö. 5000'e kadar geçen tam 9000 yıl boyunca hu öğretinin gizli mabetlerde korunması Horus unvanı ile anı­lan rahiplerce sağlandı.
Bu konuda en açık yazılı kaynaklardan biri Herodot'a aittir. Herodot şöyle der:
"Horus, Kral Menes tahta geçmeden evvel Mısır'ın Hiyararşik yöneticisiydi."
Benzer bir başka anlatım da Mısırlı rahip ve tarihçi Manetho taralından kaleme alınmıştır:
"Mısır'daki bilgeler yönetimi 10.000 yıl devam eder. Bilgeler, Hiyeratik hükümdardırlar."
Mısır'ın Ölüler Kitabı'nda ise Horusla ilgili şöyle bir ta­nımlama yer alır:
"Horus, ilâhi babasının özünden geldi. Mısır'ın Yöneticisi oldu."
Gelenler kültürleriyle birlikte gelmişler ve bir anda Mı­sır'da büyük bir inisiyatik merkez kurmuşlardı. Ancak mabet­lerin derinliklerinde saklanan bu "inisiyatik sırlar" dışarıya hiç bir zaman tam olarak açıklanmadı. Halka "Osiris Yolu" adı altında son derece kapalı bir şekilde mitolojik hikâyeler tarzında, bilgiler üstü örtülü bir şekilde verilmekteydi. Buna karşın özel eğitime tabi tutulan son derece kısıtlı sayıdaki kişiye ise, Horus'un Rahipler'i ellerindeki sırları açık­lamaktaydılar.
Bundan dolayı Mısır'da "Osiris'in Yolu" ve "Horus'un Yolu" olarak bilinen, biri egzoterik diğeri ise ezoterik içerik­li iki ayrı öğreti ortaya çıkmıştı. Daha sonraları Horus Rahipleri de Osiris Rahipleri ola­rak anılmaya başlandı. Ancak sırların gizli tutulması konu­sunda hiç bir şey değişmedi. Ve sırlar asla dışarıya sızdı­rılmadı.
Günümüze kadar gelebilen taş tabletlerdeki ve diğer ya­zılı kaynaklardaki anlatılanlar, bu aktardıklarımızı birebir doğ­rulamaktadır. Dahası bu anlatılanlar, günümüzden birkaç bin yıl önce Mısır'a giden gezgincilerin ve tarihçilerin Mısırlı ra­hiplerden aldıkları bilgilerle de örtüşmektedir.
İşte birkaç örnek:
Girit'te Schliemann tarafından bulunan bir tablet:
''Mısırlılar, Misar'ın soyundan gelmektedir. Misar Tarih Tanrısı Thot'un çocuğuydu. Thot ise Atlantisli bir rahibin göçmen oğluy­du, ilk mabedini Sais'te kurdu ve orada ana vatının bilgeliğini öğretmeye başladı."
İkinci Hanedan, Firavun Sent Dönemi'ne ait bir başka papirüs:
"Firavun Sent, Atlantis'in izlerini araştırmak için, Batı'ya bir araş­tırma ekibini gönderdi. Mısırlılar 3350 yıl evvel beraberlerinde Anavatanları'nın tüm bilgeliği olduğu halde oradan gelmişlerdi."
Gerçekten de birçok eski kayıtta rahatlıkla görülebileceği gibi. Mısırlılar kendi kökenleri ile ilgili yaptıkları açıklamalar­da, ısrarla atalarının çok eski zamanlarda Nil kıyılarına yerleş-miş yabancılar olduklarını ileri sürmekteydiler. Bir toplumun kendi ataları için kullandığı "yabancı" ta­nımlaması son derece düşündürücüdiir. Bu tanımlama tüm açıklığıyla, atalarının bu topraklara sonradan gelmiş ki­ler oldukları anlamına gelir.
Buna benzer bir başka yazılı kayıt da Herodot'a aittir:
"Mısırlılar, Batı ülkelerindeki atalarının, yeryüzündeki en eski in­sanlar olduklarını söyleyerek övündüler."
"Solon Mısır'a gittiğinde Sais, Psenofis ve Heliopolis rahiplerin­den olan Suçis kendisine 9000 yıldır Mısırlılarla Batı ülkelerinin arasındaki ilişkilerin kesik olduğunu anlattı. Çünkü Atlantis'in depremler, ötedeki bir ülkenin de tufanlar sonucu yıkılması son­rasında çamular, denizi geçit vermez bir hâle sokmuştu."
Orfe ise tek bir cümleyle Mısır'ın kökenini özetleyivermiştir:
"Mısır, Poseidon'un kızıdır."
Bazı piramitlerin iç kısımlarında inşa edilmiş olan belirli yeraltı galerilerinin duvarlarına, eski bilgeliği ve Tufan Önce­si Uygarlığın kültür kökenlerini. Tufan sırasında kaybolmadan korunabilmesi amacıyla işledikleri birçok tarihçi tarafından belirtilmiştir. Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus 4. Yüzyıl'da şun­ları yazmıştır:
Atalarımızın belirttiğine göre bazı piramitlerin iç kısımlarında in­şa edilmiş olan belirli yeraltı galerilerinin duvarlarına, kadim bil­geliğin Tufan sırasında kaybolmadan korunabilmesi amacıyla kayıtlar işlenmişti.
Arap kaynaklarında da benzer kayıtlara rastlanmaktadır. Arap Tarihçileri'nden Abdül Latif, Kahire'deki inşaatlarda kullanılmak üzere Büyük Piramit'in dışını kaplayan cilalı kireçtaşı levhalarının sökülmesiyle birlikte, bir daha bulunması mümkün olmayan binlerce hi­yeroglifin de yok olup gittiğinden bahsetmiştir.
8. Yüzyıl'ın Astronom ve Astrologları'ndan Balky de "Büyük Piramitin dış yüzünde fiziğin her büyüleyici unsuru ile harikasının yazılı olduğunu" ileri sürmüştü.
Bir başka Arap Tarihçisi Masudi, Gize'deki iki Piramit'in altındaki tüneller ve yeraltı galerilerinden bahseder. Bunların giriş kapıları henüz bulunamamıştır. Eğer birgün bunlara ulaşılabilirse, buralarda saklanan Tufan Öncesi Uygarlıklar'a ait bazı gizli kalmış metinlerin de ortaya çıkartılması mümkün olabilecektir.
Bu yeraltı galeriler şebekesine giriş noktalarından en altından birinin, Büyük Piramit'in altındaki alt geçidin Vise ve Perring'in 1850 yılında yığdıkları döküntülerle kapanmış olan uç kısmında bulunduğu tahmin edilmektedir.
Masudi'nin kayıtlarında ilginç başka açıklamalarla daha karşılaşılmaktadır:
Büyük Tufan'dan önceki ilk Mısır Kralları'ndan biri olan Surid, en büyük iki piramidi inşa ettirmişti. Hikmetlerinin ve bilim ile sana­ta ilişkin bilgilerinin özetini içeren yazıtları, şifalı bitkilerin isimle­ri ile özelliklerini, matematik ve geometriye ilişkin her şeyi orada saklamalarını rahiplerine emretti. Kral, en sonunda da Piramit'in içine yıldızların konumları ile siklusların belirleyici unsurları, geç­miş tarihe ait kayıtlarla, geleceğe ilişkin kehanetler yerleştirdi.
Mesudi ayrıca, Mikerinos Piramidi'ne paslanmayan de­mir ve bükülebilen cam gibi, o dönemde ne olduğu anlaşıla­mayan garip objelerin de konulduğundan söz etmektedir. Masudi'nin yaşadığı 10. Yüzyıl'ın teknolojik imkânları gözönüne alındığında, paslanmaz çelik ve plastik benzeri maddelere olağanüstü sıfatını takmış olması son derece doğal karşılanmalıdır. Ancak doğal olmayan, bu maddelerden yapıl­mış objelerin o devirde Mısır'da bulunmasıdır. Ki bu da geliş­miş bir uygarlığın oradaki varlığının bir diğer kanıtıdır.
Masudi, "mekanik heykeller" ismini verdiği bir başka garip tanımlamada daha bulunur. Masudi, Gize Piramitleri'yle bağlantılı olan yeraltı galerilerinin, olağandışı yetenekleri olan bu "mekanik heykeller" tarafından korunduğunu ifade etmiş­tir. Kendilerine yaklaşanların niyetini anlayabilecek tarzda programlanmış olduğunu söylediği bu "mekanik heykeller" hâl ve tavırlarından ötürü içeriye kabul edilmeye layık olanlar dışında hiç kimseyi, yeraltı galerilerine sokmuyordu. Çünkü buna teşebbüs edenler ya felç geçiriyorlar ya da ölüyorlar­dı!...

MISIR /TUFAN ile ilgili görsel sonucu










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...