31 Mart 2018 Cumartesi

Arpad Hanedanlığı (896 – 1301)




Uzun seneler Kuban nehri bölgesinde yaşayan Macarlar, Peçeneklerin baskısı kararı batıya göç ettiler. Bu göç olayı sırasında Macarların başına Arpat bulunuyordu.

Macar boyları, 896 senesinde bugünkü Macaristan'a gelmiş olarak yerleştiler . 955 senesine kadar Balkanlarda büyük bir devlet kurdular. Bu devlet, 955 senesinde Germenler tarafından yıkıldı. Macar kabileleri 10. yüzyılda Hristiyanlığı kabul ettiler. Ancak daha sonra yeniden kurulan Macar Krallığı'nda 1301 senesinde kadar Arpad hanedanlığı hüküm sürdü. Avrupalı tarihçiler ve o dönemki Avrupa  ülkeleri, bilhassa Bizanslılar Macar devletini "Batı Türkiye" Aynı dönemde Bizanslılar, Hazar Kağanlığını Doğu Türkiye olarak adlandırmışlardır olarak isimlendirmişler, Macar hanedanına "Türklerin Prensi" olarak hitap etmişlerdir Rene Grousset, The Empire of the Steppes. Çünkü Macarların arasında Hazarlar'dan gelen 3 Kavar boyu ve Kavar aristokrasisi ön plana çıkmaktaydı . Bu Hazar Kavarları, Hazar Kağanlığı'ndaki iktidar kavgalarında yenilen ve iktidarla aksi düşen 3 Hazar boyuydu.


Macarların Kökeni

Macarlar'ın büyük bir bölümü Fin-Ugor kavimlerinin Ugor kolundandır. Bu Ugor kavimlerinin ana yurdu olan Ural dağları ile Volga nehri dolaylarıydı.

Fin-Ugor kavimlerinin doğudaki kolu olan Fin-Ugor kavimleri Ugorlar daha sonra güneye inerek Onogurlar'la karıştılar. Daha sonra batıya göç eden Hunlarla karıştılar. Bu 3 boyun karışması ile Volga bölgesinde “Macar” kavmi meydana geldi.

Sabirlerin baskısı ile yurtlarından ayrılarak Kuban Irmağı dolaylarına yerleştiler. Daha sonra Hazarlar Hazar hakimiyetini kabul ettiler (460). Hazarlar'ın bir boyu olan ve Türki dil konuşan Kavarlar da Macarlar'a karıştı. İşte Arpad'ın Macarlar'a daha sonra karışan bu 3 Kavar kabilesinden gelmiş olduğu iddia edilmektedir. Zira Arpad hanedanlığında yönetimde en etkili boylar Kavar boylarıydı .

Yani günümüz Macarları 4 (dört) kavmin birleşmesinden doğmuştur: Ugorlar, Onogurlar ve Hunlar. Daha sonra da Üç hazar boyu, Kavarlar.

Bu kavimlerin üçü Türki asıllı idi: Onogurlar, Hunlar ve Hazar Kavarları.

MACARLAR* Fin Ugor kavmi ile OGUR Türklerinin karışmasıyla MACAR kavmi ortaya çıkmıştır.
* 896 yılında kendi adlarını verdikleri MACARİSTAN'a gelerek devletlerini kurdular.
* X. yüzyılda Hırıstiyanlığın Katolik mezhebini benimsediler. ( Bundan sonra Türklük özelliklerini kaybetmeye başladılar.)
* Almanların (Germenlerin) doğuya doğru yayılmasını engelleyerek, Balkan topluluklarının (Slavların) Germenleşmesini önlediler.

Macarlar, Fin-Ugor kavimlerinin Ugor kolundandır. Macar adı, bu kolun diğer adı olan, Manysi-er'den gelmektedir. İlk yurtları İtil (Volga) ırmağının yukarı kısımlarıdır. 6.ncı yüzyılda Sabarlar tarafından güneye itilen Macarlar, Hazar Kağanlığı'na bağlanmışlardır. Bu dönemde yaşadıkları bölge, Don ve İtil ırmakları arasıdır. Macar tarihinde ve destanlarında önemli bir yer tutan bu bölgeye Macarlar, Etel-Közü adını vermişlerdir. Bu bölgede Onogur Türkleri'nin de karışmasıyla bugünkü Macar milletinin çekirdeği oluşmuştur. Macarların diğer adı olan Hungar sözü de bu Onogur'dan gelmektedir.

Macarlar, Fin-Ugor kavimlerinin Ugor kolundandır. Macar adı, bu kolun diğer adı olan, Manysi-er'den gelmektedir. İlk yurtları İtil (Volga) ırmağının yukarı kısımlarıdır. 6.ncı yüzyılda Sabarlar tarafından güneye itilen Macarlar, Hazar Kağanlığı'na bağlanmışlardır. Bu dönemde yaşadıkları bölge, Don ve İtil ırmakları arasıdır. Macar tarihinde ve destanlarında önemli bir yer tutan bu bölgeye Macarlar, Etel-Közü adını vermişlerdir. Bu bölgede Onogur Türkleri'nin de karışmasıyla bugünkü Macar milletinin çekirdeği oluşmuştur. Macarların diğer adı olan Hungar sözü de bu Onogur'dan gelmektedir.

Macarlar, 9.ncu yüzyılın sonlarına doğru Peçenekler tarafından batıya itilmişlerdir. Bu sırada başlarında Hazar Türkleri'nden Kabar oymağından Almışoğlu Arpad bulunuyordu. Artan Peçenek baskısı karşısında daha da batıya kayan Macarlar, 896 yılında, kendi adları ile anılan bugünkü yurtlarına geldiler. Bu bölgede Avrupa içlerine yaptıkları akınlar ve Almanlarla giriştikleri mücadelelerle adlarından uzun süre söz ettirdiler. 1000 yılında Katolik mezhebini kabul ederek Hristiyanlaşmışlardır. Macarlar, Avrupa'da Slâvların birlik oluşturmasını engellemişler ve ayrıca Almanların Balkanlara sarkmasını da önleyerek denge unsuru olmuşlardır. 150 yıl kadar Osmanlı idaresinde yaşayan Macarlar, Avrupa'da önemli bir güç olarak, günümüze kadar gelmişlerdir

Macarların Kısa tarihi


Macarların Kısa tarihi ile ilgili görsel sonucu


Macarların yurdu, Fin-Ugor kavimlerinin ana yurdu olan Ural dağları ile Volga nehri dolaylarıydı. Fin-Ugor kavimlerinin doğudaki kolu olan Ugorlar daha sonra güneye inerek Onogurlar karıştılar. Daha sonra batıya göç eden Hunlarla karıştılar. Bu üç boyun karışmasıyla Volga bölgesinde “Macar” kavmi meydana geldi. Sabirlerin baskısıyla yurtlarından ayrılarak Kuban Irmağı dolaylarına yerleştiler. Daha sonra Hazar hakimiyetini kabul ettiler (460). Daha sonra bu boylara Hazarlar'dan olan Kavar adlı üç boy katıldı. Yani günümüz Macarları üçü Türk dört kavmin birleşmesinden doğmuştur: Onogurlar, Ugorlar, Hunlar ve Kavar Hazarları.
Batı Sibirya'da yaşayan Ugor ve Türk kökenli halkların karışmasıyla ortaya çıktıklarına inanılan tarihteki ilk Macarların ataları, milattan sonraki 4. yüzyılda Hun akınları neticesinde Magna Hungaria’ya, yani Volga nehrinin orta akış bölgesine göç etmişler, bu andan itibaren Macarlar Türk kökenli Onogur-Bulgar kavimleriyle ilişkiye geçmiş ve atlı-göçebe yaşam biçimini benimsemiştir, 5. yüzyıl başlarından önce de güneybatıya doğru göç ederek Hazarların yaşadığı topraklara sızmayı başarmışlardır.
9. yüzyılın ilk yarısına doğru Don Nehrinin sağ yakasını yurt edindiler. Bu dönemde siyasal ve toplumsal örgütlenmeleri, Hazarlardan ayrılmış Kavar kökenli üç kabileyi de içine alan 10 kabilenin oluşturduğu bir federasyona dayanıyordu. Macarlar 839'da Aşağı Tuna, 862 yılında Karpatlar Havzası'nda akınlar yaptılar. 894'te Peçenek saldırıları sebebiyle batıya yöneldiler ve Bizans’ın da teşvikiyle 895'te Álmos’un halefi ve oğlu Árpad liderliğinde Karpatlar Havzası'ndaki Bulgarlara akınlar düzenlediler ve ertesi yıl bu bölgelere yerleştiler. Yarım yüzyıl sonra denetim altına alınıncaya değin Bremen, Orléans ve Konstantinopolis'e (İstanbul) yakınlarına kadar akınlar düzenleyerek bütün Avrupa'ya korku saldılar. Anglo-Sakson halkları tarafındansa Macarlar'a öteden beri Hun denilmektedir. Batı dillerinde Macarlar için kullanılan Hungarus, Ungarn, Hungary isimlerinin kökeni de Türk Onogur kavmine dayanır. Bir görüşe göre de Macarlar günümüzde Fin-Ugor kavimlerinin daha çok Ugor koluna mensup halk ve bu halkın soyundan gelen kimseler olarak kabul edilir. Ancak Ugorlar, tarih boyunca öteki halklarla da karışmıştır. Macar Türkolog Rásonyi, Macarların kökeni ile ilgili şunları söylemiştir: "Türkler Macarların babası, Fin-Ugorlar ise anasıdır.”[13]
Macaristan eskiden de Avrupa'nın kavşak noktalarından biriydi. Bu nedenle birçok kez istila edildi, çeşitli saldırılara uğradı ve sınırları yüzyıllar içinde bazen genişledi, bazen de daraldı. (Sözcük anlamı “sınır muhafızı” olan Sekel adının, doğu sınırlarını korumak amacıyla Transilvanya'ya (Erdel) gönderilen Macarlara bu nedenle varildiği sanılır.) Slavlar, Almanlar ve Rumenlerle çevrili olan Macarlar, sürekli ilişkiler sonunda fiziksel ve kültürel bakımdan geniş çaplı bir değişim geçirdiler. 16. ve 17 yüzyıllarda Osmanlıların, ardından güçlü bir Almanlaştırma politikası izleyen Avusturya Habsburglarının egemenliği altında kaldılar. Bununla birlikte Macar ulusal bilinci sönmedi. Macaristan 1867'de özerkliğini, 1918'de de bağımsızlığını kazandı.
Eski tarih kaynaklarında Macaristan’dan Hungarus diye bahsedilmektedir. Macaristan’ın bulunduğu Tuna havzası ve Karpatlar bölgesi, coğrafi yer itibariyle kuzeyden ve doğudan devamlı gelen istilaların, akınların mecburi geçiş yolu olmuştur. M.Ö. üçüncü asırda Keltler’in, sonra Daklar’ın istila ettiği Hungarus, M.Ö. 1. asrın sonlarında Romalıların hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet M.S. 4. asıra kadar sürmüştü. Panonya 4. asırda Attila idaresindeki Hunların, 6. asırda da Volga Nehrinin doğusundan Tuna Havzasına kadar gelen Avar Türklerinin istilasına uğradı ve Avarlar burada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. İki yüz elli yıl Orta Avrupa’ya hakim oldular. Önceleri Şamanistken giderek Hıristiyanlığı benimsemeye başladılar ve 769’da Charlemagne tarafından ortadan kaldırılan Avar Türkleri, böylece Hıristiyanların özellikle Slavların arasında eriyip kayboldular.

1869 yılında Urallar’ın doğu yamaçları ve Orta Volga arasında yerleşmiş olup, Hazar Türklerinin bir kolu olan Arpatlar batıya göç ederek, Karpatlar ve Tuna havzasını işgal ettiler. Macarlar’ın asli unsurunu meydana getiren Arpatların güneye ve batıya yaptıkları akınlar, Germen İmparatoru Birinci Otto tarafından önlenince göçebelikten yerleşik hayata geçtiler. Moğol istilasına kadar Macaristan’da istikrarlı bir devre başlamış oldu. Orta Asya gelenek ve yaşayış tarzlarını bir süre devam ettirmiş Arpatlar, Arpad hanedanlığının kurucusu Arpad, 9. yüzyılda Macar Boyları'na önderlik ederek Avrupa'da fetihler yapan ve kendi soyundan gelenler ile Árpádlar Hanedanı'nı kuran Macar hükümdardır. Prens Geza 972-997 I. Géza kitály (Magnus) 1074-1077. II. Géza király. 1141-1162 zamanında Hunlar ve Avarlar gibi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Türklüklerini tedricen kaybedip Hıristiyanlaşmalarına rağmen, Macaristan’da bugün bile birçok Türkçe kelime ve yer adları kullanılmaktadır. Mesela, tyuk, (tavuk), birska (bıçak), szakall (sakal), tengez (deniz), sarga (sarı) teknö (tekne), borju (buzağı), sator (çadır) gibi daha pekçok kelime, Macarların Türk asıllı olduklarını bariz bir şekilde göstermektedir.

Moğol istilasından sonra Arpat Hanedanının yerine, yabancı soydan gelen Anju Hanedanı geçti. 1787’den itibaren Macaristan’da idareyi ele alan Sigismund ile beraber bazı fasılalar olmasına rağmen Macar Halkı, Alman asıllı krallarca idare edildi. Macarlar, Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak için 1396’da 130.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler. Niğbolu önlerinde Yıldırım Bayezid Han (1389-1402) karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Ancak bundan sonra, devamlı surette, bizzat veya yardımcı olarak Osmanlı fütuhatını engellemeye çalıştılar. 1526’da Mohaç’ta tekrar Macar ordusu Osmanlılara yenildi ve Orta Macaristan fethedildi. Macaristan Osmanlı hakimiyeti altına girmişse de bu hakimiyet tam olarak kurulmayıp, Transilvanya ve Karpatlar bölgesi Osmanlı tabiiyetinde kalmak üzere Prens Zapolya’ya verildi. Kuzey ve kuzeybatı Macaristan Avusturya’da kaldı. Zapolya’nın ölümüyle halefi ve varisi Janos isimli bir çocuğa taç giydirilince, Osmanlılar Avusturya’ya fırsat vermeden buraya yerleşmek için, Macaristan’ın tamamı Osmanlı eyaleti haline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı.

Macaristan 1699’daki Karlofça Antlaşmasına kadar yüz altmış beş sene Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Osmanlıların Macaristan’daki hakimiyet devirleri, bugün bile hasreti çekilip çeşitli vesileler ile bunun ifade edildiği tam bir huzur, sükun, adalet ve imar devri oldu. Burada görev yapan Osmanlı paşa ve devlet adamlarının da yaptırdıkları başta hamamlar olmak üzere pekçok eserler büyük bir yekun teşkil etmekte olup, Macaristan’ın Avusturya idaresine düştüğü zaman yapılan tahribata rağmen bazıları günümüze kadar gelebilmiştir. O devirlerde mezhep savaşları ile çalkalanan Avrupa’da, Macaristan başta olmak üzere, Osmanlı toprakları Protestanların sığınak yeri oldu. Osmanlı-Macar münasebetleri sosyal ve iktisadi, her alanda gelişti ve Macaristan’da Osmanlı kıyafetleri giymek moda oldu. 1604’teki Osmanlı-Avusturya savaşında Macarlar Osmanlıların yanında yer aldılar ve kurulan Erdel Beyliği içişlerinde bağımsız ancak, Osmanlı Devletine tabi olmak üzereMacarlara verildi.

Macaristan 1689’da Avusturya’nın eline geçtikten sonra da bağımsızlık hareketleriOsmanlılarca desteklendi. 1682-1684’te İmre Thököly’nin, 1703-1711’de Ferenc Rakoczi’nin bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer isyancılar ile beraber Osmanlı Devletine sığındılar. Thököly İzmit’te, Rakoczi Tekirdağ’da ölene kadar misafir muamelesi gördüler. 150 yıl sonra Osmanlı Devletine gelen Macar heyeti, Tekirdağ’a yerleştirilen mültecilere verilen araziyi satın almak için kendilerine müracaat eden Türk köylülerine hayran kaldılar. Rakoczi’nin arkadaşı Kelemen Mikos’un yazdığı ve mültecilerin hayatını anlatan Türkiye Mektupları isimli eseri bugün Macar tarihi ve edebiyatının kaynak kitapları arasında sayılmaktadır.

Ferenc Rakoczi’nin başarısız teşebbüsünden sonra Macaristan Avusturya’nın yarı kolonisi haline geldi ve bugüne kadar, Osmanlı hakimiyetindeki hürriyetini, iki dünya savaşı arasındaki devir hariç bir daha göremedi. 1785’te Almanca resmi dil olarak kabul edilip, Avusturya ile Macaristan arasında gümrük birliği ilan edildi. 1848’de Lajos Kossuth’un bağımsızlık hareketi (Bkz. Kossuth, Lajos) Rusya’nın yardımıyla bastırıldıktan sonra büyük bir baskı rejimi başladı, ancak 1876’da Macaristan,Avusturya sınırları içinde federatif bir devlet haline gelebildi. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ismiyle ikili bir monarşi kuruldu. Avusturya, 1914’te Birinci Dünya Harbine girince Macaristan da katılmak mecburiyetinde kaldı. Ancak Avusturya’nın teslim olması üzerine Macaristan ayrılarak cumhuriyet ilan olundu. 1919’da bastırılan Bela-Kun idaresindeki komünist ayaklanmasından sonra Amiral Horty 1 Mart 1920’de kral naipliğine getirildi. Macaristan, 1920’de yapılan Trianon Antlaşması ile topraklarının üçte ikisini, nüfusunun beşte birini kaybetti.

İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası’na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941’de Almanya ile beraber Rusya’ya karşı İkinci Dünya Savaşına girdi. Ancak 1944’te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan’ı işgal ettirdi. Amiral Horty’nin Macaristan’da yirmi dört yıllık idaresi sona erip, yerine Szalas getirildi.

Szalas’ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhalefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan’ı işgaline yol açtı. 4 Şubat’ta cumhuriyet ilan edildi ve aynı sene madenler, ağır sanayi tesisleri, bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arazi, sahiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı. Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953’te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy’ı başa getirerek yumuşama politikası takip etmeye başladılar. İmre Nagy’ın reformlarına tahammül edemeyip, 1955’te görevden alınınca Macaristan’da muhalefet çok büyük oldu. 1956’da tekrar hükumetin başına getirilen İmre Nagy, Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine “artık yoldaş değiliz” diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan’ın Varşova Paktından çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov’a bildirdi. “Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!” (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücadelesi, 4 Kasım’da Budapeşte’ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı’ya iltica ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958’de idam edildi. 1989’da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidara geçtiler.

OGURLAR (BULGARLAR)

Ä°lgili resim



Bulgarlar için de 150 yıldan fazla bir zamandan beri menşe aranmış veUrallı, Fin, İslâv, Tatar vb. asıllı oldukları iddia edilmiştir823. Nihavet Türkasıldan geldiklerine dair önce Vâmbeıy tarafından ileri sürülen görüş824 G.Feher'in arkeolojik ve Gy.Nemeth'in linguistik araştırmaları ile kesinlik kazanmıştır.Kavim adı olarak "Bulgar" kelimesi 5. asrın 2. yansından öncemevcut değildi; ilk defa, 482 yılında, Bizans imparatoru Zenon'un, Do-ğuGot'larınakarşı savaşmak üzere, askerî yardımlarına müracaat ettiği Karadenizkuzeyindeki topluluk ismi olarak ortaya çıkmıştır825. Bulgar adı birtarihî hâdiseden doğmuş idi: Avrupa Hun hükümdarı Attila'nın ölümü üzerineevlâtları ile tâbi kavimler arasında patlak veren mücadelelerde Attila'mn2. oğlu Dengizik'in 469'da ölümünden sonra, bunun küçük kardeşi İrnekidaresinde Orta Avrupa'yı terkeden Hun kütleleri Karadeniz kıyılarındabuluştukları başka Türk zümreleri ile karışmışlardı26. Bu karışmadandoğan yeni topluluk Türkçe "Bulgar"827 diye anılmağa başladı. Başlangıçtan765 yılına kadar Bulgar hükümdarlarının adlannı ve hakanlık sürelerini gösterenve bugün ancak, daha geç zamandan kalma bir Rus kronikinde İslâvcatercümesine sahip olduğumuz "Bulgar hakanları listesinde İrnek, Bulgarhükümdar sülâlesinin atası olarak görünmektedir.Hun kütleleri ile karışan bu Türklerin asıl adı MOgur"du ve Tuna ağzındanVolga'ya kadar Karadeniz kuzeyi bozkırlarında, daha sonraki Peçeneklerve Kumanlar gibi ayrı boy birlikleri hâlinde oturuyorlardı: Saragur (Sarı/Ak/Ogur),Bittigur (Beş-Ogur), Ultingur~AUziagir (Altı-Ogur), Kutri-gwrKuturgur{"Tukurgur" = Dokuz-Ogur) Ungur~ Hunugur~ Onugur (OnOgur),Utigur~l)tuıgaT (Otuz-Ogur) . Bizans tarihçisi Priskos (5. asır)'un,Sabarlar tarafından Ural dağlarının doğusundaki yurtlarındanuzaklaştırılarak Karadeniz düzlüklerine geldiklerini (461 - 465'lerde) bildirdiğiOgur Türkleri, aynı tarihçiye göre o zaman üç grup teşkil etmekte idiler:Saragur, Urog (Ogur) ve On-Ogur. Bunlar Avarların önünden batıya çekilenSabarlann karşısında tutunabilmek için Bizans'a elçi göndermişlerdi.Son araştırmalara göre, Ogurlar büyük göçten önceki yurtlarında da üçzümre hâlinde idiler: Doğu zümresi (Seyhun-Çu nehirleri ve Çalkar Gölühavalisinde: On-Ogurlar) M; orta zümre (bugünkü Kazak-Kırgız bozkırı veEmba nehri boyunda -ihtimal- Otuz-Ogurlar) ve batı zümresi (Yayık nehrihavalisinde -herhalde- Dokuz-Ogur'lar)31. Bu sıralarda Saragur (Ak-Ogur)kütlesine karşılık ötekilerin "Kara Ogur"832 kanadını teşkil etmiş olmaları833muhtemeldirOgurlar Oğuzların kardeşleridir. Herhalde birbirlerinden çok erken devirlerde(en geç MÖ. 3. asırdan önceleri) ayrılmış olmaları (bk. yk. Türklerinyayılmaları) dolayısiyle, dillerinde bazı fonetik değişmeler meydana gelmiştir.En açık fark da ana Türkçe'deki Z sesinin Ogur lehçesinde R'ye çevrilmişolmasıdır. Aslında "Oğuz" tâbiri doğrudan doğruya "Türk boylan" mâ-nasına geldiğine göre, doğuda kalan ve Z sesini kullanmağa devam eden anakütleye karşılık, onlardan batıya doğru ayrıldıktan sonra R'li lehçe konuş-mağa başlayan Ogurlann (Batı Türklerinin) adlarında da bu fark dikkati çeker:Oğuz-Ogur . Yukarıdaki Ogur boy birlikleri de sırasıyla: 5 Oğuz, 6Oğuz, 9 Oğuz, 10 Oğuz ve 30 Oğuz demektir835. Nitekim Doğu Türklerindede böyle boy sayısı ile adlandırılmış birlikler vardır (bk. yk. Oğuzlar). Oguriehçesindeki diğer bir ayrılık da söz başındaki y yerine d söylenmesidir (meselâ,yılan-düom vb.). Eski Grek coğrafyacısı Ptolemaios (M. 160-170) Hazardenizine dökülen Yayık nehri (bugün Ural nehri. Asıl Türkçe ad 18. asır2. yarısında Ruslar tarafından değiştirilmiştir)'nin adını Daih (aix) şeklindebelirtmiştir ki, bu ad Bulgarların atalarının M. 2. yüzyılda Batı Sibirya'daİtil (Volga)'e doğru uzanan bozkırlarda yaşadıklarım belgelemektedir.Ogurlann tarihi çok daha geri gitmektedir. Bunların, M.Ö. 3. yüzyılsonlarına doğru Tanrı Dağlan eteklerinde oturan U-sun(Wu-sun)'larla ilgiliolmaları muhtemeldir837. Ancak bu ilgi, daha ziyâde, yukanda Kumanlarmünasebetiyle bahsettiğimiz U-sunların oturdukları sahaya (belki daha öncekiyurtlan) taalluk ediyor görünmektedir. Çünkü aynı tarihte Ogurlanndaha kuzeyde Kobdo, Tarbagatay bölgesinde yaşamakta olduklarına dairdeliller vardır. Burada, Çin kaynaklan "Ho-chieh" veya "Wu-chieh"(=Hu-kie veya Wu-kie, P. Pelliot, 1920; Wu-kie, Hu-kie, U-k'it, F. Hirth,1899; Ho-ku, L. Ligeti, 1940) adlı bir kavimden söz ederler838. R Hirth adınÇince şeklinin, asıl söylenişi "Ugır" (Uygur değil) olan bir kelimeden gelebileceğinisöylemiştir839 ki, bu ad onu doğrulayan Gy. Nemeth'e göre840 Türkçe"Ogur"dan başka birşey değildir841. M.Ö. 3. yüzyıl başlarında Orta Asya'daOgurlann en mühim kollarından biri, Çin kaynağında Orta ve Güney İrtiştaraflarında oturdukları ve Çin'e sansar, beyaz ve gök tilki ("Kun-tsun" =Kırsa ~ Karsak-bozkır tilkisi), bilhassa sincap derileri getirdikleri bildirilenTing-ling'ler842'dir. Bu meşhur sincap kürkü tacirlerinin adı da Türkçe'dir:Ting-li=Teyin'li=Sincap'lı843. Bütün Ogurlar esasen kürk ticareti ile tanınmışlardı. Kıymetli kürkler arasında sincap derisi başta geliyordu844.Ogur Türklerini, daha ziyâde hayvan yetiştirici kardeşlerinden ayıranbu kesif avcıhk ve kürk ticareti yanında, onların başka bir hususiyetleri de,batıda bulundukları coğrafî bölgenin şartları gereği, iyi çiftçi olmaları idi.Her çeşit ziraati ve meyveciliği zamanma göre en yüksek seviyede yapıyorlardı.O tarihlerde Macar diline giren Ogur Türkçesi kelimeleri (bk. Hazarhakanlığı) bunun delilleridir.Batı Sibirya'daki yurtlarında iken, Orta Asya'da Çi-çi Tanhu devletininçöküşünden (M.Ö. 36) sonra aynı bölgeye çekilen Hun kalıntıları ile komşuoldukları anlaşdan Ogurlann, daha sonra batıda sür'atle bir dünya imparatorluğudurumuna giren Avrupa Hunlarına bağlandıkları, bilhassa SaragurlarınAttilâ zamanındaki rollerinden bellidir. Hun imparatorluğu parçalanıpmerkezî otoritenin kaybolması (460-470 yıllan) üzerine, bu defa Hun kütleleriyleberaber, batıdan geldiği bilinen İrnek etrafında toplanarak, Bulgardevletini kurdukları görülüyor. Ogurlar İrnek'in halefi Mundo (Muncuk?)ve ondan sonra gelen 4 hükümdar zamanında, 550'lere kadar, aralarındakibirliği sürdürmüşlerdi. Bu tarihlerde şöyle yayıldıkları tesbit edilebiliyor:Kafkasların kuzeyinde (Azak'ın doğusunda) On-ogurlar, Don-Volga dirsekleribölgesinde Otuz-ogurlar, Dnyeper'e doğru bozkırlarda Do-kuzogurlar5. Bunlardan doğudakiler sırasiyle Sabarlann ve -Gök-Türk hâ-kimiyeti Azak Denizi'ne ulaştığı zaman (576'lar)- Gök-Türklerin idaresinegirmişlerdir. Menandros'a göre, Otuz-ogur hükümdarı Anagaios (Türkçe aslı:Ana-aga?) tarafından tâyin edilmiş olan Ak-kağan adlı kadın başbuğ,Gök-Türklere bağlananlardandı847.Batıdaki Dokuz-ogur (Kara-Bulgar?)'lar ise, yıllık vergi aldıkları Bizansile bazan dost, bazan hasım olarak münasebetlerini devam ettirdiler. İslâvkütlelerini ileri sürerek Bizans'a yaptıkları sürekli baskı, İmparator Anastasios(491-518)'u, başkent İstanbul'un korunması için, "uzun sur"u yaptırma-ğa zorlamıştı . 530'larda ise Bizans generali Belizarios kumandasında İtalyasavaşlarına katılmışlar, 549'da Longobardlarla çarpışan Gepidlere 10 binsüvari ile yardım etmişlerdi. Fakat Bizans -tıpkı Çin gibi.- Türklere karşı oynayageldiğioyunu Ogur'lara da tatbik etti. Dokuz-ogur ve Otuz-ogur kardeşlerinarasını açtı, birbirleri üzerine saldırttı. Mağlûp olan Dokuz-ogur-lardan bir kısmını (2 bin aile) Trakya'ya yerleştirdi. Otuz-ogurların Balkanlardaanî bir yürüyüşle İstanbul yakınlarında görünmelerinin (550'de) artıkbir faydası yoktu. Karadeniz kuzeyindeki Ogur hâkimiyetinin zayıflaması,Avarlann, yollarında rastladıkları Ogur-Bulgar Türklerinden bazı kütleleriberaberlerine alarak batıya doğru sür'atle ilerlemelerini (558'i takip edenyıllarda) kolaylaştırdı. Bayan Hakan'ın emrinde Dalmaçya'da savaşan Bulgarlar,626 İstanbul kuşatmasında Avarlara yardımcı kuvvetler teşkil etmiş-lerdi. Bunlar Balkanlar'a, Kuzey İtalya'ya, Macaristan'a yayıldılar. Avarlardanmemnun olmayan 9 bin kadar Bulgar ailesi önce Bavyera'ya, sonra italya'yataşındı (7. asnn 2. yansı).


BULGAR DEVLETLERİ


A. BÜYÜK BULGARYA


Devlet teşkilâtı düzenindeki ilk Bulgar birliğinde On-ogurlann çoğunlukoldukları anlaşılmaktadır. Bunlar 6. yüzyıldan itibaren Bizans, Ermenive Süryanî kaynaklarında Kuzey Kafkasya'da gösterilmişlerdir, hattâ buraya"Patria Onoguria" (On-ogurlann yurdu) denilmiştir (700'ler). 8. asnn ilk yansındada Azak denizine doğru yayıldıkları görülüyor849. İslâm kaynaklarındaki,bilmece gibi, okunup açıklanması güç "V.n.ndr, V.I.ndr, vb." adlı kavmin850bunlar olması lâzımdır (On ogundur=On-oğur)851.630'da Orta Asya'da Gök-Türk imparatorluğunun fetret devresine girmesiüzerine, Hazarlar gibi Bulgarlar da idareyi kendi ellerine alarak "Bü-yük Bulgar" devletini kurdular. Bunda aynı zamanda Avarlann, 626'daki ba-şarısız İstanbul kuşatmasını müteakip hakanın ölümü (630) üzerine, Balkanlardave Doğu Avrupa'da herhangi bir siyâsî nüfuz iddiasında bulunamıya-852cak kadar zayıf düşmelerinin de tesiri ihtimal içindedir . Devletin kurucusubaşbuğ Kourt (—Kurt) 853 Doulo adındaki hükümdar sülâlesine mensupidi. O. Pritsak'a göre bu hanedan tâ Mo-tun (=Biktun. M.Ö. 209-174)'danberi Hun tanhuları yetiştiren ünlü Tu-ko (Tu-ku) âilesidir (Çince'deki şeklTu-ko-d'o-klak, duo-klo=Doulo)854 ki, bu suretle Bulgar hükümdar sülâlesi(İrnek ve ondan 300 sene önce hüküm sürdüğüne -Hakanlar listesinde- işaretedilen Avitokhol855 yolu ile) Asya Hun tanhuları ailesine bağlanır*56.Kurt'un dağınık Ogur kabile birliklerini birleştirerek siyâsî teşkilât meydanagetirdiği ülkesine "Büyük Bulgarya" ("Magna Bulgaria") deniyordu. Fakatdevlet uzun sürmedi; Herakleios devri Bizans'ı ile oldukça sıkı münasebetlerdebulunduğu anlaşılan kurucusunun857 ölümünden (665) az sonra, komşuHazar hakanlığının baskısından parçalandı. Çoğunluğu Otuz-ogur olan birkütle kuzeye çekildi (Dış-Bulgarlar=İtil Bulgarları); Kurt'un oğullarındanBat-Bayan, Hazarlara tâbi olarak, Macarların ve On-ogur Bulgarlarınbaşında Kafkasya'daki yurtta kaldı. Bugünkü Balkarlann bunların halefleriolduğu sanılıyor858. Bat-Bayan'ın küçük kardeşi Asparuh*59 kalabalık Bulgarkütleleri ile Tuna'ya yöneldi (Îç-Bulgarlar). Balkanlara geçti (668) ve elverişlitoprakları zaptederek yeni Bulgar devletini kurdu (679) ve bu devlet,yıllık vergiye bağlanan Bizans tarafından 681 tarihli anlaşma ile tanındı860.



B- TUNA BULGAR DEVLETİ


Asparuh(679-702)'un, imparator Konstantinos IV'ün mukavemet te-şebbüslerini kırarak Dobruca'nın güneyinde kurduğu ve kısa zamanda askerî,siyâsî yönlerden geliştirdiği devlet İtil Bulgarları'nınkine nisbetle "küçük"sayılmış olmakla beraber, Ogur Türkleri tarafından kurulan en uzun ömürlüsiyâsî teşekküldür. Devletin sağlam temellere oturtulduğu, Bizans ve Avarimparatorlukları gibi iki büyük güç arasında varlığını korumasından anlaşı-lır. Dışarıdan gelen Bulgar Türklerinin (bunlara ilmî yayınlarda proto-Bulgar da denir) Balkanlardaki İslâv kütlelerini maharetle kendilerinebağladıkları görülmektedir. Umumiyetle kabul edildiğine göre Bulgarlar,devlet fikrine yabancı olarak ufak kabile hayatı yaşayan İslâv halka vatan,devlet ve millet kavramlarını öğretmişler861, onları teşkilâtlandırarak862, dahasonra Bizans'a karşı kendilerini koruma kabiliyeti ile donatmışlardır863.Tuna Bulgar devletinin en sıkı siyâsî münasebetleri şüphesiz Bizans ileidi. Hazar prensesi ile evlendiğini gördüğümüz imparator Justinianos H'nin,Bulgar ham 7erve/(702-718)'in yardımı ile 2. defa tahta çıktığı (705) bilindiğigibi, Bizans tarihçisi Agathon, 713 yılında İmparator Philippikos'un düşüşü*nü Bulgarların Bizans topraklannda ilerlemesine bağlamıştır864 ki, bu dadevletin kısa zamanda kazandığı kudreti ortaya koyar. 716 yılında Bizans ileyapılan bir ticaret anlaşması sonucu olarak, 717-718 yıllarında İstanbul'unAraplar tarafından kuşatılmasına karşı, başkent ortaklaşa müdafaa edilmişti.Bu işbirliği Bulgar devletine iktisadî imkânlar ve huzur sağlıyordu865. Ancak 8.asır ortalarında hakanlıkta iç mücadeleleri ve hanlardan bazılarınınöldürülmelerini fırsat bilen Bizans, Bulgarya'ya üst-üste seferler tertipledi(imparator Konstantinos V. Kopronymos, 741-775 zamanı) ve tahribat yaptı.Nihayet 9. asır başında, Orta Avrupa'da Avar hakanlığının Franklar tarafındantam bir çöküntüye götürüldüğü yıllarda Krum866 adlı ünlü bir Bulgarhükümdarının iktidara geldiği görüldü (803-814). Güney Macaristan ileTransilvanya'yı hanlık sınırları içine katan "mahir harp adamı ve aydın teşkilâtçı"Krum86 gibi kudretli bir komşudan ürken Bizans imparatoru NikephorosI, erken davranarak onu baskıya almak düşüncesi ile harekete geçti(811). Hanlık başkenti Pereyaslav (Preslav. Şumnu'nun güneybatısında, Çatalarköyü yanında)'ı tahrip etti ve ilerledi. Fakat hızla gelişen çetin savaşlarNikephoros'un yenilmesi, ordusunun imhası ve kendisinin savaş meydanındaölmesi ile neticelendi. Dört buçuk asra yakın bir zamandan beri ilk defa bir Bizans imparatoru düşman elinde can veriyordu. Arkasından, imparatorluğundoğu eyaletlerinden getirilen birliklerle takviyeli kalabalık ordusu ba-şında Bulgarlar üzerine yürüyen Mikhael IFyi de mağlûp eden Krum Han,âdeta Bizans'ı ortadan kaldırmağa hak kazanmış ve "altın mızrağını YaldızlıKapum,ya asmağa" 869 and içmişti O Sardika(Sofya)*yı (809'da), Niş veBelgrat şehir-kalelerini işgal ederek870 Orta Avrupa-Yakın Doğu arası enbüyük ticaret ve askerî sevkiyat yolunu kontrolü altına almıştı. 813'de Filibeüzerinden Edirne'ye ulaştı, burayı muhasara altında bırakarak sür'atle ilerledi.İstanbul'u kuşattı (814 baharı). Fakat saldırıların en hummalı zamanındaansızın ağzından, burnundan kan boşanmak suretiyle oluverdi (13 Nisan814)871.Oğlu Omurtag*72 Han (814-831) Bizans imparatorluğu ile derhal 30 senelikbir ticaret andlaşması imzalamakla isabetli bir davranış gösterdi873.Frank imparatorluğu ile uzlaşma teşebbüsleri sonuç vermeyince istemeyerekde olsa silâha müracaat eden ve Tuna-Sava-Drava havzasını almak, Maroşnehri vadisindeki, Orta Avrupa'nın -tâ Roma devrinden beri terk edilmişolan- en büyük tuzlalarını yeniden işletmeğe açmak suretiyle devletineemniyet ve büyük bir servet kaynağı kazandıran Omurtag Han zamanı TunaBulgarlarının tarihleri boyunca en parlak devirleri olmuştur. Kurulan şehirler,saraylar, geniş ölçüde inşaat ve imar, su yolları, âbideler, bu arada G.Feher tarafından harabeleri ortaya çıkarılan Pliska (Şumnu'nun kuzeydoğusundaAboba köyü yanında) ve Preslav şehirleri 4ile Madara kasabası(Şumnu'nun doğusunda) civarında yüksek bir kaya üzerinde 40 m 'lik yerikaplayan, kitâbeli, Krum Han'ın atlı kabartması o çağın hâtıralarıdır .Fakat sayıca, yerlilere nisbetle şüphesiz pek az olan Bulgar Türklüğü,yavaş yavaş, o tarihlerde yazılan bile olmayan ve yukarıdaki Grek harfleri ileGrekçe yazılı kitabelerden de anlaşılacağı üzere Bizans kültürünün tesirialtındaki İslâv çoğunluğunun etnik baskısını hissetmeğe başlamıştı. Teşkilâtlandırılanİslâvlar devlet hizmetlerine alınıyor, Türk unsurun yerlilerle evlenmeleriartıyor, idare tekniğinin zarurî sonucu olarak kalabalık yerli halkdili üst tabakada yayılıyor ve Türkler İslâvlaşıyordu. Omurtag Han'dan sonradaha da hızlanarak devam eden bu oluş (Malamır, 831-836; Presiyan, 836-852 zamanları), Boris Han 877 (852-889)'ın 864'de Ortodoksluğu resmenkabul ederek, o zamana kadar tek yaratıcı "Tangra~Tângry" (=Tanrı) inancındayaşayan Bulgarları878 Hıristiyanlaştırması ile tamamlandı. 869-870'de-kiİstanbul kiliseler toplantısında Bulgar kilisesinin müstakil piskoposlukolarak batı (Katolik) kilisesi temsilcilerince tanınması üzerine Roma'nınBalkan yarımadasındaki iddialarının sona ermesi ile879 Türk devleti büsbü-tün karakterini kaybederek İslâv-Bizans kültür çevresine girdi880



C- İTİL (VOLGA) BULGAR DEVLETİ


"Büyük Bulgarya" devletinin parçalanması üzerine İtil-Çolman (Kama)sahasına çekilen Bulgarların çoğunluğunu buraya yakın oturdukları bilinenOtuz-Ogurlann teşkil ettiği anlaşılıyor. Bölgenin yerli halkı Fin-Ugorları(Çeremis, Mordva, Zuryen, Votyak kavimleri vb.) da idarelerine alan Bulgarlarınorada Hunlardan, Sabarlardan, Uzlardan ve Hazarlardan da bazıkalıntılar buldukları muhakkaktır. Böylece bölge daha büyük sür'atle Türkleşmişoluyordu.îtil Bulgar devletinin ilk devirleri hakkında -12. asırda Volga nehir yolunahâkim olmak için Rus knezlikleri ile yapılan bazı mücadeleler dışındafazlaaydınlatıcı bilgi bulunmuyor. Ancak, Bulgarların bir müddet Hazar hakanlığınabağlı bulunmuşlarsa da, sağlam bir siyâsî teşkilât kurdukları, budevletin Moğol istilâsına kadar 5.5 asır yaşamasından anlaşılabilir. Bununsebebi, Bulgarların ziraate elverişli topraklan değerlendirebilen mahir çift-çiler olmaları, aynı zamanda ticaretten de iyi anlamaları idi. Orta İtil sahasıtabiat zenginliği ve ulaşım bakımından gerekli imkânlara sahipti. Kuzey bölgeleriniHazar denizi-İran-Kafkaslar-Türkistan ve dolayısiyle Orta Asya'dakibüyük kervan yoluna bağlayan, o çağlarda trafiği sık Volga, Kamagibi büyük nehirleri ve bunlann Ak-İtil, Vyatka, Susma, Sura vb. gibi kollarıve ayrıca verimli toprakları, otlakları, ormanları, hayvancılığı, dericiliği (Bizans'akadar yayılan "Bulgari" sahtiyanı meşhurdu), kürkçülüğü ile Bulgarülkesi, bilhassa Hazar hakanlığının zayıfladığı yıllardan itibaren sıhhatli birvarlık hâlinde gelişmişti. Bulgarlar birçok şehir ve kasabalar kurmuşlardı:Suvar, Osal, Tetiş, Cüke-tav, Züye, Kaşan, Kermencük, Kazan (eski Kazan)881. Bunlann arasında Volga-Kama kavuşağına -güneye doğru-100 kiiometre kadar mesafede İtil kıyısındaki başkent "Bulgar" şehri 9.-12. yüzyıllardaDoğu Avrupa'nın en mühim ticaret merkezi idi*®2. Doğuda Başkırtlar, batıdaBurtaslar ve Ruslar ile sınırlanan memlekette Bulgarların başlangıçta birerhan'ın idaresinde 4 grup (Bulgar, Suvar, Barsulaf İskit) oldukları, fakat 10.asır ortalarından itibaren hepsinin bir han idaresinde birleştikleri sanılmaktadır883.İtil Bulgarları hakkında en güvenilir bilgi Arap yazan İbn Fadlan tarafındanverilmiştir. Ticarî temaslar dolayısiyle İslâm dini ve kültürünün yayılmağabaşladığı ülkede, Bulgar hanı Almış, Müslümanlığı aslından öğrenmekistediğini Bağdad Abbasî halifesine bildirmiş, halîfe El-Muktedir de dinadamları ile mescit inşaı için mimarlardan kurulu bir heyeti Bulgar şehrinegöndermişti. H. 309 (M. 921-922) yılı Martında yola çıkarak başkentte Bulgarhanını ziyaret eden (Mayıs 922) bu heyetin başkam İbn Fadlan seyahatnotlarında Bulgarlardan başka Oğuzlar, Peçenekler, Başkırtlar, Hazarlar veİslâvlar hakkında da ilgi çekici malûmat vermektedir884.10. asrın ilk çeyreğinde eski Türk teşkilât ve unvanlarını (Yıltavar=İlteber;buyruk ve turun = tudun?) muhafaza ettikleri anlaşılan İtil Bulgarları885İslâmiyeti kabul etmekle Doğu Avrupa'da Türk-İslâm kültürününtemsilcisi oldular. Camiler yapıldı, kadılık kuruldu (12. asnn 2. yansındaBulgar kadısı, Yâkub b. Nöman), diğer İslâm ülkeleri ile de bazı temaslar(Milî * RR"7oldu ve bu islâm kültürü devletin çöküşünden soma da devam etti13. asrm ilk çeyreğinde bile "Büyük Bulgarya" ("Magna Bulgaria") diyeanılan888 İtil Bulgar Devleti Moğollar tarafından yıkıldı. 1223'teki birinciMoğol saldırısı oldukça zararsız atlatıldı ise de, Batu Han idaresindeki asılbüyük ordu Doğu Avrupa'da ilkin Bulgarlara çarptı. Ahaliyi öldüren, şehirlerive köyleri yıkan Moğollar mescit, cami ve hamamlarla süslü, 50 bin nü-fuslu Bulgar şehrini de tamamiyle tahrip ettiler (1236). Onlar çekildiktensonra, Deşt-i Kıpçak'da kurulan Altun-Ordu hanlığı zamanında kılıç artığıBulgarların yeniden şenlendirmeğe çalıştıkları eski Bulgar şehri Pulat, TimurHan tarafından ikinci defa ağır tahribata uğratıldı (1361) ve üçüncü defa,Timur'un Altun-Ordu hanı Toktamış'a karşı yaptığı sefer esnasında tahripedildi (1391). Tutunmasına imkân kalmayan halk dağıldı. Bir kısmı Kama'nınkuzeyine Kazan nehri boyuna göçtü. 15. yüzyıl ortalarında buralardaBulgar-Kıpçak karışımı Müslüman ahali bulunuyordu ki, sonraki KazanHanlığının esas nüfusunu bunlar teşkil etmiştir. Diğer taraftan, dilleri OgurTürkçesi'nin bir lehçesi olan, aynı bölgedeki Çuvaşların eski Bulgarların torunlarıolduğu kabul edilmektedir



TÜRKMÎLLÎ KÜLTÜRÜ/Prof. Dr. ibrahim Kafesoğlu

23 Mart 2018 Cuma

Mücahide Hatice Hanım



 Anafartalar cephesinde 56. fıkrada mehmetçiklerle omuz omuza çarpışan bir kadın askerdir. Anafartalar'dan sonra diğer savaşlara da katılır, İzmir'de Yunan ordusuna esir düşer, İnönü Muharebeleri başta olmak üzere Kurtuluş Savaşı'nın birçok cephesinde canını dişine takarak çarpışır. Tek bir farkla! Gelin, kendi açıklamasından okuyalım;

“İzmir’in Kemalpaşa (Nif) kazasının Ahmetli köyünden Hacı Halilzâdeler’denim. Babam merhum Mehmet Efendi’dir. Çanakkale Anafartalar’da 56. fırkada silahımla muharebelere iştirak ettim. Adım Ahmet idi. Benim kadın olduğumu kimse bilmiyordu. Şarapnel ve kurşunlarla dokuz yerimden yaralandım. Milli muharebelerimize de gönüllü iştirak ettim...”


Zafer-i Milli Gazetesi, 20 Mart 1926.

18 Mart 2018 Pazar

HİLÂL-İ AHMER HANIMLAR MERKEZİ’NİN KURULUŞU VE FAALİYETLERİ (1877-1923)

HİLÂL-İ AHMER HANIMLAR MERKEZİ’NİN KURULUŞU VE FAALİYETLERİ (1877-1923)



 20 Mart 1912 tarihinde “Osmanlı Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi” kurulmuştur. faaliyetlerini bağış kampanyalarının yanı sıra, aşhane, çayhane, hastane, dispanser, sanat evi, atölyeler, nekahet-hane, gibi kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Osmanlı Devleti’ni sona erdiren 24 Temmuz 1923 Lozan siyasi antlaşmasının imzalanmasından sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde de faaliyetlerine devam eden dernek Yunanistan’la yapılan Türkiye Rum mübadelesinde önemli görevler üstlenmiştir. Mübadele ile gelen göçmenlerin sağlık, giyim ihtiyaçlarının karşılanması, yerleşecekleri yerlere nakilleri, hastalarının bakımı ve sağlık bilgilerinin verilmesinde başarıyla görev yapmıştır. Cumhuriyetin ilânından sonra “Cumhuriyet Vatandaşı” kimliği oluşturmak için yapılan çalışmalara katılan ve yenilikleri Türk toplumuna benimsetmede önemli görevler yerine getiren Hilâl-i Ahmer Kadınları “Cumhuriyet Kadını” kimliğini benimseterek bunun yaygınlaştırılmasında başarıyla çalışmıştır. Yardım faaliyetleriyle birlikte peş peşe gerçekleştirilen inkılapları destekleyen derneğin çalışmalarına dönemin gazetelerinde sıkca rastlanılmaktadır
Asker ve şehit ailelerine, göçmenlere, muhtaçlara ve yoksullara yardım eden dernek, hastaneler açarak hasta ve yaralıları tedavi etmekte, hastabakıcı ve sağlık personeli de yetiştirmişti. Ordunun ihtiyaç duyduğu sağlık malzemelerini üreten atölyeler kuran dernek sargı bezi ve zehirli gazlardan korunmaya yarayan ağızlık ve burunluk üretimine kadar bir çok alanda malzeme üretmiştir.Yardım toplama baloları, çeşitli sergiler ve konferanslar aracılığıyla toplumsal dayanışma ve yardımlaşmada etkili olan dernek, düzenlediği toplantı ve konferanslarla toplumu eğiten bir kuruluş olma özelliğini de taşımıştır.1864 yılında Cenevre’de toplanan uluslararası konferansta kabul edilen antlaşmayı 5 Temmuz 1865 tarihinde kabul eden Osmanlı hükümeti, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Salib-i Ahmer (Kızılhaç) sembolünün yerine Hilâl-i Ahmer (Kızılay) sembolünü kullanacağını bildirerek bunun diğer devletlere duyurulmasını istemiştir.Başkadınefendi Kâm-res Hanım himayesinde kadınlar arasında bir yardım komisyonu oluşturulmuş daha sonra da 20 Mart 1912 tarihinde “Osmanlı Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi” kurulmuştur.
Hanımlar İdare Merkezi Heyetinde yer alan bu isimlerin haricinde Saniye Havva Hanımefendi (Teşrifat Müdürü İsmail Cenani Bey haremi), Melek Hanımefendi (Merhum Sami Paşa kerimesi), Melek Hanımefendi (Mısırlı Hüseyin Bey haremi), Soyvet Hanımefendi (Rasih Beyin haremi), Macide Hanımefendi (Ömer Besim Bey haremi), Mihrimah Hanımefendi (Basri Bey Haremi), Sabiha Galib Hanımefendi (Doktor Ali Galib Bey haremi), Madam Doktor Akil Muhtar Bey, Seniye Hanımefendi (Erkan-ı Harbiye miralaylarından Halil Bey haremi), Fevziye Hanımefendi (Ferid Paşa Kerimesi) Leylâ Hanım (Merhum Sari Paşa haremi), Sabiha Hanımefendi (Merhum İbrahim Paşa kerimesi ve Hakkı Bey haremi) Fethiye Hanım (Reşid Bey haremi), Naile Hamdi Hanımefendi (Merhum Hamdi Bey Haremi), Madam Astina Gümüşgerdan Efendi, Madam Asadoryan Efendi, Madam Manok Azoryan Efendi, Remire Hanımefendi (Cemal Bey Haremi)12, gibi isimlerin yer aldığı Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkez teşkilatında kadın üye olarak yüze yakın isim sayılmaktadır.
Gayrimüslim kadınların Hilâl-i Ahmer faaliyetlerinde yer almasının sebeplerini, Derneğin “Osmanlıcılık” fikrini esas alan kişiler öncülüğünde yardım amaçlı olarak kurulması, uluslararası bir statüye sahip olması, ve Kızılhaç’la işbirliği yapması ile açıklamak mümkündür.

Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi, ile ilgili görsel sonucu
Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Galatasaray Hastanesi Bahçesinde Gaziler
Muzaffer TEPEKAYA- Leyla KAPLAN
Alıntı_

Akcan Mir


















Çanakkale’de Savaşan Kadınlar

çanakkale savaşı kadınları ile ilgili görsel sonucu








Çanakkale Savaşları’nda Türk kadınlarından bazıları cephe gerisinde
Mehmetçiğe destekte bulunurken, bazılarının da siperlerde düşman askerlerine
büyük kayıplar verdirdiğine dair Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiliz arşivlerinde


bilgi mevcuttur. Bu bilgiler ışığında Çanakkale Savaşları’nda Türk kadınlarının
sanıldığının aksine sadece cephe gerisinde değil, siperlerde de düşmana karşı
Mehmetçiklerin yanında göğüs göğüse çarpıştığı görülmektedir.
Bu kadın mücahitler kimlerdir, eylemleri bireysel midir, yoksa örgütlü ve planlı
bir eylem midir? Bu sorulara mevcut kaynaklar ve araştırmalar çerçevesinde kesin
yanıt vermek güç görünmektedir. Ancak Milli Mücadele sürecinde Türk kadınının
cephede savaştığı dikkate alındığında, kadının cephedeki rolünün başlangıcını
Çanakkale Savaşı olabileceğini söylemek mümkündür.




Konuyla ilgili Avusturyalı piyade er J. C. Davies annesine yazdığı mektupta
kendilerine karşı çarpışan bir Türk kadın savaşçısıyla ilgili olarak şunları
anlatmaktadır: “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı,
pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu.
Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından’ vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel,
yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir genç kızdı. Ölü ele geçirdiğimizde, yanında başka bir
Türk’ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı… Bu savaş
korkutucu.”
Avusturyalı askerin aktarımında dikkati çeken unsur, “keskin nişancı bir Türk
kızı” betimlemesidir. Bu Türk kızının, kendisini korumak üzere ailesi tarafından
veya asker bir yakını tarafından eğitilmiş olması ihtimali kuvvetli görünmektedir.

Çanakkale ve Melek Hanım

 Çanakkale Savaşlarının 102nci yılına girdiğimiz bugünlerde Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığının sosyal medya hesabından savaşın kadın kahramanları Melek Hanım, Hemşire Erica ve Safiye Hüseyin’in savaşlar sırasındaki kahramanlık hikayeleri paylaşıldı. ile ilgili görsel sonucu






Melek Hanım Çanakkale Muharebelerinin daha ilk başında Melek Hanım, kıyı set bataryalarımızda görev yapan Mehmetçiğin muhtemel sağlık sorunlarını gidermek üzere bölgeye gönderilen ilk sıhhiye biriminin oluşturulduğu yani kurulduğu yer Melek Hanım’ın Çiftliği’dir. Melek Hanım; Çanakkale Boğazı’nda muharebeler başladığı sırada çiftliğini kesinlikle terk etmemiş, çiftlikte birlikte yaşadığı yakınlarıyla askerlerimize yardımcı olmuş, onlara çok iyi davranmışlardır. Bunu hatıratlardan anlamak mümkündür. 25 Nisan 1915 tarihinde İtilaf kuvvetlerince gerçekleştirilen kara çıkartmalarından sonra cepheden geri bölgelere sevk edilen yaralı askerlerimiz için Melek Hanım’ın Çiftliği bölgede ilk sargıyeri, ilk revir olarak hizmet vermeye başlamıştır. Melek Hanım Çiftliği ismi askerî kayıtlara belirleyici ve izah edici bir yer olarak 2. Tümen Kumandanı Yarbay Hasan Bey’in 22 Haziran 1915’te verdiği tümen emrinde geçmektedir:‘ ‘6. Sıhhiye bölüğü, yaralıların arkası alınıncaya kadar yerinde kalacak yaralı taşıma işinin bittiğini bana bildirecektir. Yaralılar araba durak yerinden sonra, Ali Bey Çiftliği ile Melek Hanım şosesi üzerinden taşınacaklardır. Bu şose üzerinde, yaralılardan başka hiçbir kıta ve er bulunamayacaktır.’’ “11 Temmuz 1915 günü batarya kumandanım Mahmud Bey’le birlikte Melek Hanım Çiftliği’ne doğru yol almaya başlamıştık. Gittikçe mermi sesleri piyade ve makineli ateşleri ve bomba gürültüleri daha seçkin duyuluyor, harp fırtınasının ılık rüzgârları yüzümüzü çalıyordu. Evvelce endâht edilse de çiftliğin civarında yere düşen otuz beşlik mermilerin açtığı çukurlar pek korkunçtu. Çapı on metreyi geçen bu çukurların bazıları içinden sular çıkmış olduğundan âdeta bir avadana benziyor ve gelen geçen sularından içiyordu…” Çiftlik binasında bulunan ve yeniden yapılandırılan hamam, ayrıca askerlerin temizlik ihtiyaçlarının giderilmesine imkân sağlıyordu. Özellikle bu yönüyle de Melek Hanım Çiftliği, savaş alanında âdeta bir sosyal tesis işlevi de görmüştü. 4. Tümen’in de karargâhı olarak kullanılan Melek Hanım Çiftliği’ndeki hamam ve temizlik ihtiyaçlarının giderilmesini de 4. Tümen Komutanı Yarbay Cemil Conk, günlüğünde 19 Haziran 1915 tarihi ile şöyle kaydetmiştir: “ Öğleden sonra Melek Hanım Çiftliği’ne gittim. Hamam yapan birinci tabur, sahra etüvlerinde elbiselerini ve bitlerini temizleyecekti. İki bölük temizlenmiş, diğer bölük yarım kalmış. Kazanları toplamışlar, dönüyorlardı. Hâlbuki saat henüz 15’ti. ‘Barış zamanında bile olsa, vakte gene yazıktır” dedim. Kazanları tekrar yaktırdım. Akşama kadar temizlik faslı bitirildi.’’ Melek Hanım Çiftliği’nin konuklarından birisi de Cafer Tayyar Bey’in komutanı olduğu 1. Tümen 71. Alay 10. Bölük takım komutanlarından Teğmen İbrahim Naci idi. Birkaç gün sonra Kerevizdere Muharebesi’nde şehit düşecek olan İbrahim Naci, 15 Haziran 1915’te alayı ile birlikte geldiği Melek Hanım Çiftliği ve çevresinin görünüşünü günlüğüne kaydetmişti:“ 15 Haziran 1915, Salı: Sabah 3’te kalktım. Yemek verdirdim. Saat 4’te hareket ettik. Melek Hanım Çiftliği’ne geldik. Askerlere çadır kurdurdum. Sonra 1. Bölük çadırına giderek çay içtim. Bir saat sonra bölüğün etüve gitmesi için emir geldi. Yine haydi pılı pırtıyı topladık." ‘‘Giderken etüvün başka bir tabur tarafından tutulduğu haberi geldi. Yol kenarında oturduk. Ben defterimi çıkardım. Bir meşe ağacı kümesi önünde yazıyorum. Karşımda Soğanlı nam dereye doğru yarım küre şeklinde uzanmış birbirine paralel altı tane kel tepe var. Sonra bunlardan bazılarının üzerinde beyaz bir şerit gibi kırılarak gözden kaybolan birkaç yol var. Vadi ise oldukça geniş, gelip geçmekten yarı beyaz. Dere kenarında arabalar, hayvanlar, insanlar âtıl ve hareketsiz. Bazı bazı yollarda şurada burada bir hayvan, bir araba, bir kafile görünüyor. Sonra kayboluyor.”
Kaynak :Boğaz Gazetesi

ÇANAKKALE'Yİ ANLAMAK..



ÇANAKKALE'Yİ ANLAMAK..
Çanakkale Savaşında Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili görsel sonucu




İtilaf devletlerinin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşılacağını bilmiyordu. 17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine Amiral de Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulanmaya konuluyordu. Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemilerinden oluşan 1. tümen saat 10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi.


Queen Elizabeth Zırhlısı

Saat 12:00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. Plana göre büyük savaş gemilerinden oluşturulan 3. tümen, 1. tümenin arkasından harekete geçti ve hat önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında hatta vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George hattın kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye Tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.

3. tümenin yerini alacak 2. tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla Boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye Tabyasınca ateş altındayken 3 dakika içinde sulara gömüldü. 2. tümen İngiliz gemileri, 3. tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14:30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah Tabyasını bombardıman ediyorlardı. Saat 15:00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışı kalmıştı.Anadolu Hamidiye Tabyası hasar görmemişti ve İrrisitible’a ateş ediyordu. Saat 15:14’de İrrisitible’de korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16:15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu.

Amiral de Robeck 2. tümenin geri çekilmesi için emir verdi. Bu sırada Seyit Ali Onbaşı tek başına taşıdığı 215 kg'lık topu kundağa yerleştiriyor ve Ocean'ı durmadan yaralıyordu. Bunun üzerine bir de 18:05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarptı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından kurtarıldı. 18 Mart’a yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, De Robeck ve Churchiil gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu. Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlardan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti.


Seyit Onbaşı'dan daha sonra aynı topu
bir daha kaldırması istenmiş fakat kaldıramamıştır.
Bu nedenle tahtadan yapılmış bir topla
fotoğraf çektirmiştir.


Çanakkale’de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman Von Sanders getirilmiştir. Kıyılar dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan Yarbay Mustafa Kemal’di. 
Kara Harekatı1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu Yarımadası’nı işgal etmek mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilir. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi.

Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart da 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı.

Bu savaş kimi zaman çıkartmalarla kimi zaman kanlı boğuşmalarla ama genelde siper savaşları dediğimiz psikolojik bir harekata da dönüşecektir.

Seddülbahir’den Bolayıra kadar şiddetli bombardımanla beraber 25 Nisan sabahı saat 05:00’te düşmanın birçok yerde çıkarmaya başladığı haberleri gelmeye başladı. Liman Paşa, düşüncesinde ısrar ederek, gelen raporları kurmayları ile değerlendirmemiş, hatta bu durumu memnuniyet verici olarak değerlendirmiştir. Liman Paşa, fikrinde ısrarı günün bütününde de sürmüş, Alman yaveri Prigge ile Bolayır kıyılarında akşama kadar çıkarma gösterisini izlemekle yetinmiştir. Seddülbahir’den gelen raporlar üzerine durumun kritik bir hal alması üzerine 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa asıl çıkartma yerleri hakkında Liman paşayı ikna etmeye gitmişti. Liman Paşa, Bolayır’da akşama kadar beklemeyi tercih etmiştir. Halbuki, düşmanı Seddülbahir’de karşılayan 9. Tümen Komutanı Sami Bey, alınacak son önlemleri belirterek, takviye beklemiştir.

Seddülbahir bölgesi 9.Tümen’e bağlı 26.Alay’ın 3.Taburu tarafından savunuluyordu. Binbaşı Mahmut Sabri Bey 4 bölük ile bölgede konuşlanarak karargahını Harapkale’ye kurmuştu. Çıkarma kıyılara saat 06.00’dan itibaren başladı. Tekke Koyu’nda İngiliz askerleri yoğun bir ateş ile karşılandı. Sonrasında taarruz gelişerek İngilizler tarafından Karacaoğlan Tepesi’nin ele geçirilmesi ile devam etmiştir. 3.Tabur’un 10.Bölüğü’nün takviyesi ile beraber İngiliz ilerleyişi Ertuğrul Koyu’nda durdurulmuştur.


Arıburnu sırtlarından da düşmanın ilerlemesi, 9. Tümen’in 27. Alay’ını harekete geçirmesi ile durdurulmuş olmakla beraber durumunun kritikliği devam etmektedir. Arıburnu çıkartmasında General Birdwoord yönetiminde ki Anzak Kolordusu’na bu görev verildi. Ancak kolordunun hedefi Kabatepenin Kuzeyinde karaya çıkmak, sol tarafını emniyete alarak Maydos’a doğru doğu istikametinde yürümekti.


Anzak Kolordusu’nun gerçekleştireceği bu çıkarma, Avustralya ve Yeni Zelanda tarihi gibi Türk tarihi açısından da büyük öneme sahiptir. Zira Boğaz’ın kilit noktası, Kilitbahir platosunun muhafazası için önemli bir konuma sahip olan Kocaçimen ve Conkbayırı tepelerine hakim olma mücadelesi sahnelenecekti. Anzakların “Gun Ridge” adını verdikleri Kavaktepe, Conkbayırı, Kocaçimentepe hattını hızla ele geçirmek suretiyle ilk örtme kuvvetinin hemen arkasından karaya çıkacak ana kuvvetin, nispeten daha az arızalı araziyi aşarak Maltepe ve Maydos’a hızla ilerlemesi için yol açılmış olacaktı. Böylece Seddülbahir’deki Türk birliklerinin geri irtibatı tamamen kesilecekti.




Çıkarma Sırasında Müttefikler Tarafından Ağır Bombardumana Tutulan Seddülbahir Kalesi
Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi Kitre Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur. bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kitre Muharebesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır.Alçıtepe’yi almayı hedefleyen bu muharebede 17.500 kişilik (donanma gemilerinin ateşiyle desteklenecek) İngiliz ve Fransız birliklerine karşı 8.000 kişilik Türk kuvveti karşı karşıyadır. Saat 09.00’da başlayan muharebede Türk tarafını 19.,20., 25. ve 26.Alaylar savunacaktı. 20.Alay cephesinden yapılan İngiliz taarruzu kırılarak durduruldu. Cephenin doğu kanadından İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından savaş gemilerinin de desteğiyle açılan ateş sonucu bu cephe etkisiz hale getirilmiştir.

 Cephe komutanı Albay Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek müttefikler taarruz çıkış hatlarına geri çekilmişlerdir. Türk kayıpları 2.380, müttefik kayıpları ise 3.000’dir.

Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kitre Muharebesi’dir.İngiliz ve Fransız kuvvetlerinden oluşan müttefiklerin 42.000 kişilik birliklerinin yine hedefi Alçıtepe idi. 6 Mayıs günü saat 10.30’da başlayan bombardıman ile muharebe 8 Mayıs akşamına kadar devam etti. Bu hücumların müttefikler açısından tek başarısı 83 Rakımlı Tepe’nin ele geçirilmesi oldu.8 Mayıs’a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin “bağlantı noktası”, en soldan taarruz edecek olan bir İngiliz tugayıdır.Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı 6.500, Türk kaybı ise 2.000’dir.
Müttefik kuvvetlerinin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kitre Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Türk cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Türk siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki 12. Tümen’in karşı taarruzuyla bir siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise İngiliz birlikleri Türk siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Türk hatlarının kırılması önlenmiştir. Türk cephesi, Kitre Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Türk 9. Tümen’in saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki П. Tümen’in taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalara geçmiştir. Üçüncü Kitre Muharebesi’nde müttefik kayıpları 7.500, Türk kayıpları ise 4.500 yaralı, 4.500 şehittir.

21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 2.500, Türk kayıpları ise 6.000 kişidir.Bir sonraki Zığındere Harekatı, bu kez cephenin sol kanadında taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca iç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektedir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki 11. Tümen’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Türk siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in 5. Tümen’in Zığın sırtına ve Albay Nicola’nın komutasındaki 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştır.

12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi ardından başlayan İngiliz taarruzu, hiçbir savunmasının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. İkinci girişilen İngiliz taarruzu, Türk topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Türk siperlerinde tutunmayı başarmıştır. iki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Türk kayıpları ise 9.700’dür.

Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkartma yapmayı planlamıştır. Bu çıkartma harekatının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekatı ile aynı tarihte uygulamasına karar verilmiştir. Ayrıca Türk savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kitre Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı İngiliz birliklerinin taarruzlarıyla başlamıştır.


KUMKALE, BEŞİGE VE BOLAYIR ÇIKARMALARI

Fransız birlikleri tarafından oyalama niteliğinde Boğazın giriş kısmında Anadolu yakasında yer alan Kumkale’ye asker çıkarılmış ve buradaki 3. ve 11. Türk Tümenlerinin esas çıkarma bölgesi olan Gelibolu’ya sevk edilmesi engellenmek istenmiştir.

Yine Fransız savaş gemileri tarafından Beşige Koyu’na ve İngiliz savaş gemileri tarafından da Bolayır’a karaya asker çıkarmadan gösteri çıkarması yapılmış ve buradaki savunma birlikleri oyalanmıştır.

Arıburnu Cephesi’nde 25 Nisan 1915 sabahı çıkartma yapılan Anzak Kolordusu örttü kuvvetleri, sahildeki Türk gözetleme postalarını atarak bir köprübaşı oluşturmuşlardır.


Arıburnu Cephesi

Ordu ihtiyatındaki 19. Tümen komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal çıkartma başladığı sıralarda 57. Alay ve bir topçu bataryasıyla Conk Bayırı’na hareket etmişti. Karargahta, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya kararını anlatmıştır. Esat Paşa, bu kararı onaylamış, Albay Halil Sami Bey’in 27. Alay’ını da yarbayın komutası altına vermiştir. Esasen 19. Tümen, ordu ihtiyatıdır, ancak Mareşal Sanders’le halen temas kurulamamış olması nedeniyle Esat Paşa, kendi inisiyatifini kullanarak tümeni komutası altına almış ve Mustafa Kemal’in görüşü yönünde görevlendirmiştir.
19. Tümen’e bağlı dört alayın bölgeye intikali ardından Türk Arıburnu Kuvvetleri Yarbay Mustafa Kemal Bey emriyle saat 15:30 dolaylarında yeniden bu kez toplu olarak taarruza geçmişlerdir. General Hamilton anılarında şöyle anlatır. “Gebe dağlar Türk doğurmaya devam ediyor. Bizim mevzilerimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlardı.” Bu taarruzun sonucunda Kılıçbayır’ın iki yanından gelişen Türk taarruzları karşısında Kılıçbayır ve hemen güneybatısındaki Cesaret tepe kesin olarak Türklerin eline geçmiştir. Düztepe’nin alınması, Türk birliklerine Kılıçbayır üstünden Anzak sahiline geniş bir taarruz hattı açmıştı ama, Türklerin zaten ellerindeki az bir kuvvetle yaptıkları bu taarruzu sürdürecek kuvvetleri yoktur. Anzak cephesindeki bu gedik, savaş boyunca kalmıştır.Anzak ordusu gün boyu süren çatışmalardan dolayı bitkindir, morali düşüktür, birlikler halen dağınıktır. Gün boyu süren Türk taarruzları, Anzak cephesinin kuzey batı kesimindeki sırtta (Kılıçbayır) bir gedik oluşturmuştur. Bu gedik Anzak çıkartma bölgesi için bir tehdit oluşturmaktaydı. Gece boyu takviye alan Trük kuvvetlerinin etkin biir topçu desteğiyle sabah girişecekleri bir karşı taarruza kesin gözüyle bakılmaktadır. Ordunun bu haliyle bu saldırıyı göğüsleyemeyeceğinden, sahilde imha edileceğinden korkulmaktadır. Amiral Thursby ise tahliyenin çok fazla kayba neden olacağını, pozisyonu korumanın daha iyi olacağı görüşündedir. General Hamilton, sahilde kalınarak birliklerin direnmeye devam etmesine karar vermiştir.
Takviye olarak bölgeye gönderilen İngiliz 9. Kolordusu’nun Suvla Koyu’na çıkartma yaptığı 5-6 Ağustos gecesi, bir Anzak tümeni gece yürüyüşüne geçmiştir. Hedefleri, Kocaçimen Tepesi-Besim Tepe-Conk Bayırı hattıdır. Sarı Bayır Harekatı olarak bilinen harekatta Anzak birlikleri sırtlara kadar yaklaşabilmiş ama sırtları alamamıştır. Muharebelerin yoğunluğu Conk Bayırı bölgesinde olmuş, Conk Bayırı Muharebesi 9 Ağustos 1915 tarihine kadar sürmüştür. Kurmay Albay Mustafa Kemal’in 10 Ağustos sabahı başlattığı taarruz ile Anzak kuvvetleri sırtlardan çekilmek zorunda kalmışlardır. Suvla Koyu’nda İngiliz Kolordusu’nun ikinci genel taarruzuyla aynı gün 21 Ağustos’da Anzak birliklerinin sonuçsuz Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın son muharebesi olmuştur.

6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu’na yapılan çıkartmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu’ndaki Anzak kolordusu ile Suvla çıkartma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası’nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır. 5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Türk taburu, çıkartma birliklerinin ileri harekatını durdurmayı başarmıştır.


9 Ağustos 1915 günü şafakta iki İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştır. Türk taarruzu, önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı başarabilmiştir.


19 Mayıs Türk Gece Taarruzu

11 Mayıs’ta Arıburnu Cephesi’ne gelen Başkomutan Vekili Enver Paşa genel bir taarruz ile müttefiklerin yok edilmesini emretti. Plana göre, 19.Tümen müttefik kuvvetlerinin kuzey kanadına; 5.Tümen merkeze; 16.Tümen ise güney kanadına; İstanbul’dan gelecek olan yeni ve taze 2.Tümen ise vurucu kuvvet olarak Kanlısırt-Kırmızısırt cephesine taarruz edecekti. Uçaklarla yapılan hava keşifleri sonucu taarruz hakkında önceden bilgi alınmıştı. Gece 03.30’da başlayan taarruzda piyade ateşi ve makineli tüfek ateşi altında birlikler adeta eridi. Bandonun çaldığı marşlar eşliğinde hücumlar devam etti; fakat taarruz sabah 10.00’da durdurulduğunda siperler arasındaki alan şehit ve yaralılarla doluydu. Türk tarafınca 3.800’ü şehit olmak üzere zayiat yaklaşık 10.000 askerdi. 24 Mayıs günü iki taraf arasında kalan şehitlerin gömülmesi için bir günlük ateşkes yapıldı.
Kanlısırt Tespit Taarruzu
6 Ağustos günü saat 15.00’te Kanlısırt’ta çok şiddetli bir bombardıman ile başlayan taarruz üzerleri kalaslarla kapatılan 47.Alay siperlerini hedef aldı. Çöken siperlerin içindeki Türk askerlerinin çoğu şehit oldular. Saat 17.30’da topçu ateşi ile desteklenen taarruz ile Kanlısırt’taki Türk siperleri ele geçirilmişti. 19.00’da girişilen karşı hücum ile siperler geri alınmaya çalışılsa da başarılı olunamadı. Talep edilen takviye kuvvetlerle birlikte 23.00’te tekrar taarruza geçilse de Türk tarafınca sonuç alınamadı.
Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi gün, 10 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi-Conk Bayırı hattında yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve 9. Tümen komutanı Albay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzuyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.

Kuzeyde, İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Tepesi Yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri sürmüş olup iki Türk taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır. Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi’nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi’nde ise Suvla Ovası’nın sahil bandından kalmışlardı.Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Türk mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sir Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçlar sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Muharebesi olarak bilinen taarruz, Türk savunması önündeki ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir.6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey Komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara yüzbaşı Kadri Bey’in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe-Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Türk kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartala Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Ananfartalar grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.






2.ci Anafartalar Muharebesi 
1 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş tepe, Türk savunmasının elinde kalmıştır. Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın, tahliyeye kadar ufak çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebedir.

6 Kasım 1915 günü İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Çanakkale Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.



10 Ağustos 1915 Conkbayırı Süngü Hücumu


Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal,
10 Ağustos sabahı gün doğarken yapmayı planladığı taarruzu 23.,28. ve 41. Alay’lara yaptıracaktı. Yeterli kuvvetlerle yapılacak hücumlarla Conkbayırı’nın ele geçirilmesi mümkündü. Mustafa Kemal, emri altındaki komutanların haklı itirazlarına, askerin yorgunluğuna, takviye olarak gelmekte olan bir alayın yetişmemiş olmasına rağmen baskın tarzında bir süngü hücumuna karar verdi.

10 Ağustos günü sabah saat 04.30’da hücuma kalkacak askerlerin önüne geçerek onlara hitap etti; “Askerler! Karşımızdakileri mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz benim kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.” İşaretle birlikte aniden gelişen taarruzla İngilizlerin ilk hat siperlerinde hücum başarıya ulaştı. Yine Kocaçimen-Abdurrahman Bayırı sırtlarında Avustralya ve Hint Tugayları geri atılmıştır. Sadece İngilizlerin elinde Şahinsırtı kalmıştır. Müttefiklerin yoğun gemi ve kara topçularının ateşi altında gerçekleşen bu hücum ile hakim tepeler hattı Türk birliklerinin kontrolüne girmiştir.

Kireçtepe Muharebeleri (15-16 Ağustos 1915)

15 Ağustos’ta donanma gemilerinin desteğiyle hücuma kalkan İngilizleri Gelibolu Jandarma Taburu karşılamıştır. Başlangıçta üstün kuvvetler karşısında gerileyen tabur takviye kuvvetlerle birlikte İngilizlerin eline geçen Aslantepe’yi almayı başardı. Bu noktada göğüs göğse süngü muharebelerinde tepe birkaç defa el değiştirdi. Sonunda tepe Türklerin elinde kaldı ve İngilizler geri çekilmek zorunda kaldılar.
İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500.000’den fazla insanın “kaybına” (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçmemiş, İstanbul’u işgal edememiştir. Pek çok tarihçi, Rusya’da zorda kalan çarlık rejimi devrilmesinde ve 1. Dünya Savaşı 2 yıl uzamasından bu olayın önemli payı olduğu görüşündedir. Çanakkale Savaşı, müttefikleriyle Rusya’nın irtibatını önlemiş, bu arada Lenin ve yandaşları Bolşeviklerin Ekim devrimi ile Rusya savaş dışı kalmıştır. Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerin birbirinden ayırmıştır. Sovyet Rusya Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükümetine belirli ölçüde lojistik destek sağlamıştır.



Bombatepe Muharebesi (27 Ağustos 1915)

Geniş çaplı son taarruz olan bu muharebede hedef Bombatepe’yi ele geçirmekti. 27 Ağustos günü öğle vakti yoğun bombardıman ile başlayan muharebede Bombatepe’nin güneye bakan yamaçları İngilizlerin eline geçti. 28 Ağustos sabahına kadar süren muharebeler zamanında takviye edilen Türk birlikleri tarafından durduruldu.

Bu muharebe sonrasında bölgedeki çarpışmalar siper muharebelerine dönmüştür. Anafartalar tam bir ay boyunca sıcak muharebelerin yaşandığı bir bölge olmuştur.

TAHLİYE
İtilaf devletlerince başlatılan “Gelibolu Harekatı” kara ve deniz gücünün işbirliğine rağmen Türk savunması karşısında başarıya ulaşamamıştır. Ekim 1915’te Gelibolu’ya gelen General Monro, tahliye yönünde bir rapor hazırlayıp İngiliz Hükümeti’ne sunacaktır. Gelibolu’nun tamamen tahliye edilmesi olumsuz sonuçlar yaratacağı için 20-21 Aralık’ta Anafartalar ve Arıburnu Cephelerinin; 8-9 Ocak gecesi de Seddülbahir’in tahliye edilmesine karar verildi.


Askeri kayıplar;

 1.Müttefik toplamı 44.072-97.037-141.109

2.Birleşik Krallık 21.255-52.230-73.485

3.Fransa Krallığı 10.000-17.000-27.000

4.Avustralya (1) 7.594-20.000-27.594

5.Yeni Zelanda (2) 2.701-4.546-7.247

6.Hindistan 1.358-3.421-4.779

Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadası’na bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri hafiflemiştir. Savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle Cumhuriyet Dönemi’nde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir. Karşılıklı olarak çok büyük insan ve malzeme zayiatı verilmiştir. Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnu’nda görev yapmıştır. Çıkartmanın ilk günü Conkbayırı’ndaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal’in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış, “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınmasını sağlamıştır. Bu durum daha sonraları Mustafa Kemal’in milli liderliğini ortaya çıkarmıştır.


Derleme;Akcan Mir


KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...