7 Ağustos 2018 Salı

Nuh ve Tufan


Dünya üzerinde 19 antik kavmin, 7 ana bölgenin, 39 ayrı dilin ortak kabul ettiği bir efsanedir Nuh'un hikayesi.
Semavî felâketlerle alâkalı mitler, dünyanın nasıl yıkılıp bir çiftin veya bir grubun dışında insanların yok edildiğini nakleder. Tûfan rivayetleri, kozmik felâketler içinde en çok ve en yaygın olanlarıdır. Diğer bazı felâketler de insanların yok olmasına sebebiyet vermiştir. Bu rivayetlerin yer aldığı kültürlere göre tûfan, tanrılar tarafından günah işleyen insanlarla birlikte dünyada mevcut bütün canlı varlıkları ortadan kaldırmak üzere gerçekleştirilen ve bütün dünyayı istilâ ettiğine inanılan su felâketidir.

Hatta bu dünyayı su basması veya bir bölgenin tamamen yok olması, sular altında kalması efsanesiyle ilişkilendirilerek Atlantis, Mu gibi kayıp kıtalar ve alternatif kıyamet senaryoları üzerine birçok konu işlenmiştir.

Tufan olayının farklı versiyonları olan Gılgamış Destanı ve benzeri efsanelerde de bu yıkım bir son değil, aksine yeni bir şeyin başlangıcı görevi görmektedir. Tûfan, yüce kudretin öfkesini celbeden günahlara bağlanmakta, bazen de ulûhiyyetin insanlığa son verme arzusu ya da dünyanın yaşlanmışlığı tûfana sebep olmaktadır.[1] Nitekim Tevrat’a göre yeryüzünde insanın kötülüğü çoğalınca; Tanrı, insanları yok etmeye karar vermiş [2], Kurân’a göre ise yalnız Hz. Nuh’un kavminden inanmayan ve Allah’ın elçisini kabul etmeyenler bu yolla cezalandırılmıştır.

Tevrat’ın Sümer ve Bâbil rivayetlerinin etkisini taşıyan, Nûh tûfanının bütün dünyayı kapladığı şeklindeki ifadesi tartışmalara yol açmış, bu yüzden de Nûh tûfanının evrenselliğine veya mahallî (bölgesel) oluşuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Nûh tûfanının evrenselliğini savunanların en önemli delili, tûfan rivayetlerinin neredeyse bütün dünyayı kaplayacak şekilde yaygın oluşudur. Nitekim Tevrat’a göre tûfan bütün yeryüzünü kaplayan, Nûh ve ailesi dışında bütün insanlığı yok eden su felâketidir. Tûfan, bütün yeryüzünü kaplayınca dağlar sular altında kalmış, sular, en yüksek dağları 15 arşın aşmıştır.

Sadece Nûh ile ona inananların kurtulduğu ve diğer bütün canlıların öldüğü, Nûh’un insanlığın ikinci atası sayıldığı inancı nazarı dikkate alınırsa, hemen hemen bütün dünyada yaygın olan tûfan rivayetlerinin kökeninin bir olduğu ve oradan bütün dünyaya yayıldığı düşünülebilir. Fakat çeşitli kültürlerde mevcut tûfan rivayetlerinin birçoğu, Kitâb-ı Mukaddes ve Kurân’daki tûfan kıssasından farklılık taşımaktadır. Bu rivayetlerden bazılarında tûfan dünya çapında değil mahallîdir ve çok defa olayın kahramanları kendilerini tanrıların yardımı olmadan gemiyle veya dağlara tırmanarak kurtarmakta, tûfan da birkaç günden birkaç yıla kadar sürmektedir.[3]

Mezopotamyalılar’a göre evren, yalnız kendi yaşadıkları yerlerden ibaretti. Onlar, başka kıtaların, ülkelerin varlığından haberdar değildi. Bu sebeple karşılaştıkları bir âfeti “evrensel” diye nitelendirmelerini normal karşılamak gerekir.

Tevrat’ın verdiği bilgilerden hareketle ortaya çıkarılan kronolojik tabloya göre Hz. İbrâhim, Nûh tûfanından 292 yıl sonra doğmuştur. Bu da tûfanın milâttan önce 22. ya da 21. yüzyıllarda vuku bulduğunu gösterir. Öte yandan Yahudilerin kullandığı takvime göre 2010 yılı, 5771’e tekabül etmektedir ve Nûh tûfanı, günümüzden 4115 yıl önce meydana gelmiştir. Halbuki o dönemde yeryüzünde birçok medeniyet vardı, bu medeniyetler tûfan sonrasında da yaşamıştır. Ayrıca Kurân-ı Kerîm’e göre Hz. Nûh, kendi kavmine peygamber olarak gönderilmiş ve tûfan, Nûh’un kavminden iman etmeyenleri cezalandırmak için gelmiştir.[5] Dolayısıyla bir kavmin inanmayanları için gelen bir felâketi bütün dünyaya teşmil edip bazı inançsızlar sebebiyle canlıları yok etmek, ilâhî adaletle bağdaşmamaktadır. İslam inancına göre İnsanlık için gönderilen tek peygamber, Hz. Muhammed’dir. Bu gerekçelerden hareketle genellikle tûfanın sadece Nûh’un yaşadığı bölgeye özgü olduğu ve gemiye alınan hayvanların da Nûh’un kendi çiftliğindeki evcil hayvanlar olduğu görüşü benimsenmektedir.

Tufan olayı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi semavî dinlerin yanı sıra içeriği farklılıklar taşısa da Afrika kıtası ile Asya’nın bazı bölgeleri hariç birçok kültürde; Filistin, Yunanistan, Asur, Amerika, Avustralya, Hindistan, Tibet, Çin, Malezya, Litvanya gibi çeşitli ırklara ve bölgelere ait çok sayıda halkın geleneğinde de bulunmaktadır. Tûfanın mitolojik bir hikâye veya asılsız bir efsane olduğu görüşü ise, bunun yaygınlığı ve kutsal metinlerde yer alışı dikkate alındığında savunulabilir değildir. Tûfan hikâyesi Güneydoğu Asya’da, Malenezya’da ve Polinezya’da yaygındır. Avustralya’da tûfan anlatımlarında bütün suları yutan dev bir kurbağadan bahsedilir. Susuzluktan kırılan hayvanlar, bu kurbağayı güldürmeye karar verirler. Kahkaha patlatan kurbağanın ağzından çıkan sular tûfana yol açar. Hindistan’da Vedalar’da yer almayan tûfan olayı, ilk defa Catapatha Brâhmanâ’da nakledilir. Bir balık insan ırkının atası olan Manu’yu gerçekleşmesi çok yakın olan tûfandan haberdar eder ve bir gemi yapmasını öğütler. Tûfan başladığında, balık, gemiyi kuzeye doğru çeker ve bir dağın yanında durdurur. Mahabharata ve Bhagavata Purana’da tûfan hikâyesinin kısmen farklı versiyonları bulunmaktadır.

Nuh Tufanı’nın Türk halkları arasındaki bir varyantının teması ise şöyledir:

“Yakın gelecekte kopacak tufanı herkesten önce bir Gök Tüylü Teke haber verdi. Gök Tüylü Teke, yedi gece, yedi gündüz dünyanın dört bucağını dolaştı ve yüksek sesle duyurdu (car çekti), bundan sonra yedi gün deprem oldu ve yedi gün dağlar ateş püskürdü, yedi gün yağmur, dolu ve kar yağdı, yedi gün tufan koptu ondan sonra korkunç soğuklar başladı. Yedi kardeş vardı, Tufanın kopacağı onlara haber verilmişti. Onların en büyüğünün adı Erlik, bir diğerinin adı da Ülken idi. Onlar yedi kardeş olarak bir gemi yaptılar ve her tür hayvandan bir çift gemiye aldılar. Tufan bittikten sonra bir horozu bıraktılar, soğuğa dayanamayıp hemen öldü. Sonra bir kazı suya bıraktılar kaz dolaşıp gemiye geri dönmedi. Üçüncü kez kargayı bıraktılar o da geri gelmedi. Bir leş bularak onunla ilgilenmişti. Yedi kardeş yere, kıyıya yetiştiklerini anlayarak gemiden indiler.” [6]

--Gılgamışın ölümsüzlük iksirini/ağacını bulabilmek için danıştığı ve büyük bir tufan olacağını göksel varlık Anki/Enki'nin haberdar ettiği Shuruppak kentinde yaşayan Ziusudra isimli bilge kişilikten söz edilmekte.

Ziusudran'ın yaşadığı kent isminin sonudanki Pak sözcüğü günümüz Türkçesinden lekesiz anlamında kullandığımız "Pak" ve "Ap ak" sözcükleriyle aynı kökten gelmedir. Kanımca önündeki Shuru sözcüğü günümüz Türkçesinde beraber yol alanlar, beraber devam edenler anlamına gelen "Sürü" "Sürmek" tanımlamasından gelmedir, çünkü Anu, karakumda Sümerlerden önce oluşan, sümerlerinde göç ettikleri uygarlıkta isimleri Gök Suriler/Sürüler bazende Süyrüler olarak yazılan bir uygarlık tanımlaması söz konusudur.

Kuzey Irak, aşağı mezopotamya gibi bir bölgede büyük bir tufan olacağını ve aylar öncesinden başlattığı gemi yapımıyla bir kısım insanı kurtaran Ziusudra, yazıtlardan da anlaşıldığı gibi insanlarıda uyarmıştı.

Çağımızın ileri teknolojisiyle bile günümüzde ne zaman bir tufan olacağı tam olarak kestirilemezken 5 bin yıl öncesinde Ziusudra/Nuh peygamberin bu tufandan haberdar olması, bize Tengri/Allah'ın Nuh'u tufan öncesinde haberdar ettiğini göstermektedir.

Kuran'da anlatılan Nuh tufanı, Sümer yazıtlarında ve devamı olan diğer uygarlık yazıtlarında anlatılan tufan öyküleriyle bire bir örtüşmektedir.

Gılgamış destanındaki anlatımlarda Nuh peygambere Tengrinin gönderdiği göksel varlik Anki/Enki ile yakında büyük bir tufanın olacağı bildirilmiş, gemi yapması söylenmişti. Gerçektende güney Irak'ta yapilan arkeolojik araştirmalar sonucunda büyük bir tufanın, Shurupak kentinde de oluştuğunu gösteren toprak katmanlarda delillerin olması, Semavi inançlarda ismi Nuh/Noé olarak geçen peygamberin aslında ön Türk Sümeri Ziusudra olduğunu gösteriyordu.

İran’da mevcut inanışa göre dünya, korkunç bir kış mevsiminde biriken karların erimesiyle oluşan tûfan neticesinde son bulmaktadır. Ahura Mazda, ilk insan ve ilk kral Yima’ya bir kaleye çekilmesini öğütler. Yima da insanların en iyileriyle çeşitli türde bitki ve hayvanları yanına alarak bu kaleye sığınır ve kopan tûfan altın çağa son verir. Yunan mitolojisine göre tanrı Zeus, gün geçtikçe daha çok günah işleyen insanları bir tûfanla yok etmeye karar verir. Promethee, oğlu Deucalion’u Zeus’un bu kararından haberdar eder ve ona bir tekne yapmasını öğütler. Deucalion, tekneyi yaparak karısıyla birlikte bu tekneye biner ve dokuz gün dokuz gece sularda sürüklendikten sonra tûfanın sona ermesiyle Parnassos dağına ayak basar. Güney Amerika kabilelerinin inancında tûfan efsanevî ikizlerden birinin yere vurup yeraltı sularını fışkırtmasıyla meydana gelir. Orta ve Kuzey Amerika’da çok sayıda tûfan hikâyesi vardır, bunlarda nakledildiğine göre söz konusu felâket genellikle su taşmalarıyla veya yağmurla olmaktadır.

Tûfanla ilgili en eski rivayetler ve kutsal metinlerde aktarılanlara en yakın olanlar, Sümer, Bâbil ve Asur menşeli çivi yazılı geleneğe aittir. İlk yazılı belgeler, Sümerlerden kalmadır ve Bâbil tûfan hikâyesi de Sümer menşelidir. Tûfanın Sümer versiyonu fragmanlar biçiminde pek çok boşluğu olan bir metin halinde günümüze ulaşmıştır. Sümer ve Akkad’da tûfan, insanlık tarihinin en büyük felâket günlerinden biri olarak hatırlanmaktadır. Sümerlere ait krallar listesi, 8 kralı zikreder ve ardından şu açıklama gelir:

“Tûfan oldu. Tûfan her şeyi götürdüğünde gökten gelen âfet krallığı alçalttığında krallık Kiş’te idi”.

Sümer versiyonuna göre tanrılar tûfan koparmaya ve insanlığı yok etmeye karar verirler, ancak tanrılardan bazıları, bundan hoşlanmaz. Tanrılardan biri, dindar, Tanrı korkusu bilen, ilâhî vahiyler alan Kral Ziusudra’ya bir tûfan kopacağını haber verir ve ondan bir gemi yapmasını ister. Tûfan, 7 gün 7 gece boyunca ülkeyi kaplar. Ziusudra, bir gemi yapmak suretiyle tûfandan kurtulur. Gemiden çıkınca kurban takdim eder ve tanrılar, onu ölümsüzleştirerek güneşin doğduğu yere, Dilmun’a yerleştirirler.

Sümerce yazılan bu tabletin yanında Eski Babilonya dilinde yazılmış, tûfanı anlatan, birkaç satırdan ibaret ikinci bir fragman daha bulunmuştur. Burada da Tanrı’nın yeryüzünü bir tûfanla yok etme kararından, “hayat kurtaran” adlı bir geminin yapılışından söz edilmektedir. Gemide yerde yaşayan hayvanlar ve göğün kuşları vardır. İkisi Eski Babilonya, ikisi Asur versiyonu toplam dört fragmanda tûfan olayından bahseden Atrahasis destanına göre Enlil, insanlığı cezalandırmak için üzerlerine birtakım felâketler gönderir ve sonunda tûfan koparmaya karar verir. Tanrı Ea, Atrahasis’e rüyasında bu durumu haber verir, Atrahasis kendisine verilen tâlimat doğrultusunda bir gemi inşa eder.

Tûfanla ilgili Sümer, Bâbil ve Asur rivayetleri, kısmî farklılıklar taşımaktadır. Büyük İskender zamanında Bâbil’de yaygın olan tûfan hikâyesini nakleden Bâbilli din adamı Berossus’un tûfan öncesine ait verdiği 10 kişilik krallar listesindeki son isim, tûfanın kahramanı olan ve Sippar’da yaşayan Xisouthros’tur. Bir gemi yapma emri alan Xisouthros, erzakla birlikte gemiye ailesini, samimi dostlarını, kuşları ve dört ayaklıları alır. Yağmur dindiğinde kuşları gönderir, kuşlar geri döner; birkaç gün sonra tekrar bırakır, ayakları çamurlu olarak dönerler; üçüncüsünde artık dönmezler. Gemi karaya oturmuştur. Xisouthros ailesiyle birlikte gemiden çıkar ve bir şükür kurbanı takdim eder, daha sonra da diğerleri çıkarlar.

Bâbillilere ait en tam sayılan tûfan hikâyesi, Gılgamış destanında bulunur. Destanla ilgili eldeki metin, Asurbanipal Kütüphanesi’nden gelmektedir ve çok eski orijinal metinlerin kopyasıdır.

Arkeolojik araştırmalar, Sümer ve Akad’ın korkunç sel felâketlerine mâruz kaldığını göstermektedir. Bu su baskınlarından biri, Kiş’te meydana gelmiş, ortalama 30–40 cm. kalınlığında bir çamur kütlesi şehrin medeniyetini oluşturan her şeyi kaplamıştır. Benzer bir su baskını, milâttan önce 4. binyılın sonuna doğru Jemdet Nasr şehrinde yaşanmıştır. Aynı dönemde Şuruppak’ta da tûfan izlerine rastlanmaktadır. Ancak Ur şehrini kuşatan tûfanın izleri, daha belirgindir. Nitekim Woolley, 1927–1929 arasında Ur’da yaptığı araştırmalarda 2,5 metre kalınlığında bir çamur tabakası bulmuştur. Bu tabakanın oluşumu, suyla getirildiğini gösteriyordu ve çamur tabakasının altında eski bir uygarlığın varlığı gözlenmekteydi.

Nazi Almanyası döneminde Türkiyeye sürgün edilen ve Türk üniversitelerinde de ders veren ünlü Asurolog, Prof. Landsberger tufanla ilgili tarihi yazıtları okumuş, Nuh peygambere Sümerlerde Ziudsudra ismi yerine Akadlarda kullanılan "Utnapiştim" ismini kullanmıştı.

Şimdiye kadar Sami dillerde Nuh, Ziusudra ve Utnapiştim isimlerinin tam manada ne anlama geldiği bilinmemektedir.

Alman asurolog Friedrich Delitzsch " Sumerische Sprachlehre, 1914 leipzig, s. 206" eserinde Nuh sözcüğünü Sümerce insan, türemek, tohum anlamına gelen "NU" sözünden Sami kavimlere geçtiğini söylemektedir.




Yunanlılar, Absu ünvanlı Anki/Enki'yi Poseidon yaptıkları gibi, Sümeri Tengri kağanı Nuh/ Zi-ud-sudra'yı bazen Deukalion, bazende Xisoudhros yapmışlar, Tengri yerinede Zeus'ü koymuşlardı.

Sümeri Dumuzi/Tammuz Adonis ismiyle eski Yunan tanrılar panteonuna eklenmiş, Dumuzinin eşi İn Anna aşk tanrıçası olarak baştan Akadlarda İştara, eski Yunanlılarda Afrodite, Romalılarda ise Venüse dönüştürülmüştü.

Gılgamışın maceraları ise birebir alıntılanarak Herküle, Gılgamışın arkadaşı Enkuduyla öldürmeye gittikleri sedir ormanlarında yaşayan Humbaba ise tepesinde gözü olan Herkülün öldürdüğü deve dönüştürülmüştü.

Nuh peygamberin isminin anlamı ön Türkçe Sümercede, "Zi" yaşam, can, ruh anlamına gelmektedir, "UD" zaman, SUDRA'da uzun anlamına geliyor.

Bu sözcüklerin bileşiminden olan ismin anlamı "Uzun ömürlü" demektir.

Kuran, araf süresi 133'cü ayetinde Allah, Sümerlerin yanlışa düşmelerinden dolayı tufandan önce uyarılar gönderdiğine ve bu insanların büyüklük taslayarak Hak inancından uzaklaştıklarına vurgu yapıyor."(7/A'RÂF-133: Artık (biz de) onların üzerine ayrı ayrı mu'cizeler olarak; tûfan, çekirge, haşerât, kurbağalar ve (sularına) kan gönderdik, buna rağmen büyüklük tasladılar ve bir günahkârlar topluluğu oldular.)

3 Ağustos 2018 Cuma

ATATÜRK'ÜN MADAM CORINNE'E MEKTUBU

Atatürk'ün sansürlenen mektubu

(Mustafa Kemal’in Corinne Lütfi’ye 1913-1916 arasında gönderdiği 15 mektup, 5 kart ve 2 telgraf vardır.Bunları sırası ile araştırdıkça buraya yazacağım)


MADAM CORINNE'E MEKTUBU
28 Subat 1913,Sofya

"Aziz Corrine,

Kaymakamliga (yarbayliga) terfiim münasebetiyle yolladiginiz çok sevimli tebrikler beni çok derinden derine mütehassis etti ve bu vesile ile bana yazdiginiz güzel sözler dosdogru kalbimde yer aldi. Kendi kendime izah edemedigim sükutumun birkaç amilleri vardi. Son zamanlarda Sofya, Belgrad ve Petinya atesemiliterliklerine tayinim üzerine son derece mesguldüm. Bana o kadar is yükledi ki o iki sehre de gidemedim. Beni bilhassa Sofya ile ilgilendiren bazi meseleleri tetkik etmek lüzumunu duyuyorum. Bundan baska büyük mesgalelerimden biride, bana bir çok sikinti ve rahatlik veren bu otellerdeki hayatimdan kurtulmak için bir ev aramaktir. Nihayet mevsim ortasinda burada bulundugumuz için modern hayata ait vazifeler zamanimin büyük bir kismini aliyor.

Iste, maalesef beni sana uzun uzun yazmaktan men eden sebeplerden bazilarinin hülasasi bu. Birkaç kelimelik kartpostal yollamak, seni yalniz tatmin etmemekle kalmaz, ayni zamanda hayrete düsürürdü. Hem de bu vasitayi ancak beni az ilgilendiren ve kendilerine birkaç nezaket kelimesi göndermek mecburiyetini hissettigim kimselere karsi kullanirim.

Küçük ve sevimli Edith'in, benim uzun ve irademin disinda kalan sükutumun üzerine sana bazi seyler söylemeyi vazife bilmesi beni hayrete düsürmekten hali kalmadi. Hakkimda besledigi iyi fikirden dolayi ona tesekkür ederim. Küçük nasihatleri evvela sana karsi büyük bir dost oldugu ve benim samimiyetime de pek az itimadi oldugunu ve nihayet hayat, hayat isleri hakkinda pek az tecrübesi oldugunu ispat ediyor. Rica ederim ona söyle, en çok konusan ve sayfalar dolusu yazan kimseler mi bu dünyada en halis ve samimi dostlardir? Çok hisseden, fakat uzun lakirdilarin sevilen insani nihayet yormasindan korktugu için hislerini gizlemeyi tercih eden bir insana kayitsizlik ve tasasizlik isnadi lazim midir?

Her halde küçük Edith emin olabilir ki ben onun Avusturyali dostu kadar halis ve fedakar olmaya muktedirim. Yine küçük Edith emin olsun ki bazi insanlarin tabiatlari iktizasi mecbur olduklari cemileleri yapmaya, eger zahmeti göze alirsam, ben de muktedirim. Hem sunu da bilsin: Senin benim nazarimda çok büyük bir mevkiin var. Öyle bir mizaca sahipsin ki müdahaleci bir agzin sözlerine kulak asmazsin ve benden kalbimin dikte etmedigi kelimeler almayi elbette ki istemezsin.

Tatli ve sevimli hemsirene bu satirlari okuduktan baska, ona kendisinin kolay kolay silinmeyecek bir hatirasi oldugunu söylemeni rica ederim. Ayni zamanda annene ve babana saygilarimi sunmama delalet etmek lutfunda bulun.

Samimi ve halis dost"
M. Kemal
----------------------
Madam Corinne'e Yazdığı Mektup, 17 Mart 1915


Maydos Karargahı (Çanakkale)

17 Mart 1915

Aziz dostum,

Son kartınız Maydos'a Fethinin bir zarfı içinde geldi. Siz ki her şeyden haberiniz olduğunu iddia edersiniz. Siz ki benim hayatımı takip etmekten memnun olmak istersiniz. Nasıl oluyor da benim muharebe meydanında bulunduğumu öğrenemediniz? Bunun, benim hatam olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Tabii, değil mi, cidden hayret ettiniz sanırım. Ben Maydos'ta bulunur, gece gündüz düşmanla savaşırımda aziz dostum Corinne bunu bilmez ve kartlarıyla mektuplarını bermutat Sofya'ya gönderir, bunları da benim yerime hep Fethi Bey alır.

Vaziyet Çanakkale Boğazında biraz buhranlı bir hal kastedince, aziz dostunuz Nuri'nin eski mevkii olan Tekirdağ'a gidip orada bulunan bir fırkamızın kumandasını üzerime almamı isteyen gayet müstacel bir telgraf aldım. Yeni dostlarıma veda bile edemeden Sofya'dan ayrıldım. Biliyordum ki bu benim tarafımdan bir nezaketsizlikti. Mısır'a gitmeden ve Kudüs'te ıstırahate karar vermeden evvel sizde bir akşam yemeği yiyen ve size hararetle veda eden Nuri hiçbir zaman benim gibi hareket etmek istemez.

Neyse, 24 saatte Tekirdağ'ında hazırdım ve bir fırka teşkili ile meşgul oldum. Sonra teşkil ettiğim fırka ile Maydos'a gitmek ve orada bulunan bütün kuvvetlerin kumandasını deruhte etmek emrini aldım. Bu kuvvetler Çanakkale Boğazını müdafaa eden, takriben iki topçu fırkasıydı.

İki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı'nı müttefiklerin ihraç teşebbüsünde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı müdafaa ediyorum. Bu ana kadar aziz Corrine, hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima da muvaffak olacağım.

Burada benim ismimin duyulmasına hayret etmemeli, çünkü ben mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuşa şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabii şüphe etmezsiniz ki muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi muharebelerin saflarında Mehmet Çavuşu bulanda o idi.

Corrine, Sofya'dan ayrıldığımı ve burada bulunduğumu size niçin haber veremediğimi bana sormayınız. Anlayamazsınız ki çok ciddi bir şekilde meşgulüm ve şüphe etmemelisiniz ki hafızalarımızda silinmez çizgilerini çizdiğimiz güzel anları asla unutamam.

Zaman geçer, fakat dostlar arasındaki bağları daima kuvvetlendirir. Mektubumu elinize vermesi için size fırkamdan bir zabit gönderiyorum. Çünkü posta ile ancak manasız birkaç kelime göndermek mümkün. Siyasi ve askeri, umumi vaziyeti nasıl gördüğünüzü bana açıkça söyleyiniz Corrine. Ben bu mevzuda size izahat veremem.

Cevat Bey hiç değilse Pazar günleri sizi ziyaret ediyor mu? Etmiyorsa ona, sizi görmesi için yazınız ve söyleyiniz ki her türlü yanlış anlaşmalara rağmen, ben onun samimi dostuyum ve bana mektup yazmasını arzu ediyorum.

Siz bana kısa, basit kartlar yollayabilirsiniz.

Size, istenilen zamanda cevap veremezsem ümit ederim ki beni mazur görürsünüz.

Matmazel Edith'e samimi dostluklarımı arz ederim. Valideniz hanıma ve pederinize lütfen hürmetlerimi bildiriniz.

Geçmiş zaman ve geçmiş zamanın hatıraları ebedi bir hayata maliktir.

Beni unutmayınız Corrine, hatta bu harpte ölsem bile."

19. Fırka Kumandanı

Mustafa Kemal











HATİCE SULTAN VE MELLING MEKTUPLARI



- HATİCE SULTAN’DAN MELLING’E:

“Melling kalfa, aman şalı bir dakika evvel tekmil ettirip (tamamlatıp) Mehmed’e veresin, Dimitri’ye verip diktirsin. Aman çabuk şal parçasını Mehmed’e verip veresin ve iskemle yarın gelmezse işime yaramaz. Aman iskemleyi yarın Cuma günü bir saat evvel isterim. Sonra işime yaramaz. Pazar günü bayramdır, bugün sen gelme. İskemleyi tekmil ettirip (tamamlatıp) yarın alıp gelesin ve İşveriz (saray kadınlarından biri) ile gönderdiğim gömlek tekmil oldu mu? Aman cümlesini bir saat evvel isterim. İşleme kumaşlar buldunsa irsal edesin (Gönderesin). Perşembe sabahı üç”.

-MELLING’DEN HATİCE SULTAN’A:

“Bundan bir buçuk sene mukaddem (önce) bu kulları efendilerimize elmaslı bir çiçek (çiçeği) Pinel bezirgânından (Pimnel adındaki tüccardan) alıverdim. Bu defa bezirgân-ı merkum (adı geçen tüccar) hapsolunup mal ve veresesi mîrî (devlet hazinesi) tarafından zaptolundu. Sekizyüz elli kuruş bahası olan çiçek mezkûr defterde efendilerimize bin kuruşa satıldığı işaret olundu. Mezkûr madde Defterdar Efendi tarafından Efendilerimiz’e arzolundu ve efendilerimiz galiba bahası için farkından maddeyi hayata getiremeyip mezkûr çiçeği Pinel bezirgândan aldıklarını inkâr ettiler. Pinel bezirgândan tashih olundukta bu kullarının vasıtasıyla satıldığını ifade eyledi. Fransalı’nın malı tahsiline memur olan Çavuşbaşı Osman Efendi bu kullarından sual ve bin kuruşu talep eyledikte (talep ettiği zaman) bu kulları sekizyüz elli kuruşa mezkûr çiçeği efendimize alıverdiğimi ikrar eyledim ve ikrarıma binâen bu kullarından ya akçeyi yahut Efendimiz’in zimmetinde olduğunu müzekker (zikreden, ifade eden) bir senedi istemişler.

Efendim, defterdar ile, çavuşbaşı ile nasıl başa çıkayım? Oturakta (hapiste) beni çürütürler. Kerem, inayet edin Efendim; sekizyüz elli kuruşun çiçek bahasından zimmetinizde olduğunun haberini Defterdar Efendi’ye yahut Osman Efendi’ye irsâl (gönderin) ve bu kullarını merhameten halâs buyurun (kurtarın)”.

Hatice Sultan’ın Melling’e mektubu.







Melling’in Hatice Sultan’a mektubu.






-MELLING’DEN HATİCE SULTAN’A:

“Efendim, kulları cumartesi günü uşağımı gönderdim aylığı almaya. Zilhicce ayı(nı) verdiler, velâkin uşağıma demişler ki: ‘Kilerci İbrahim, aylık tamamdır, artık aylık yoktur.’ Efendimiz’den bu kadar iyilik görmüşken ondan sonra inanamadım bu tenbihi (“sözü” anlamında) Efendimiz buyurduğunu. Niçün, kullarınıza dâim demişler Efendimiz: “Aylığın verecek, o vakite dek Padişah Efendimiz’in bir hizmetine koyuncaya dek. Efendimiz’in kulları şimdiye dek inanamam. Zannederim ki bu lâkırdı kıskanmak lâkırdısıdır; niçin, Efendimiz kullarını seviyor ve Efendimiz kullarının şimdiki sıklet vak

tinde böyle bırakmaz. Efendim, kullarının umudu Efendimiz’dedir, hayır kimsede (başkasında) yoktur. İnşaallah Efendim, kullarınızın (kullarınıza) bir merhametiniz olur. Efendim yalvarırım, bir hayırlı cevap isterim”.

Murat Bardakçı'dan alıntı


KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...