4 Mart 2019 Pazartesi

KIRIM’IN HIRİSTİYAN TÜRKLERİ: URUMLAR

KIRIM’IN HIRİSTİYAN TÜRKLERİ: URUMLAR


Giriş

Bugün Türk coğrafyasında İslam dinin dışında Musevi Karaylar ve Kırımçaklar, Budist Tuvalar ve Sarı Uygurlar, Hıristiyanlığı benimsemiş Gagauzlar, Tatarlar (Kreşen), Hakas, Saha, Dolgan ve Karagasların da yaşadığı bilinmekle beraber, anılan gayri Müslim Türklerle ilgili bilimsel çalışmalar yürütülse de, Türkiye Türklerinin toplumsal hafıza­sında henüz yeterince yer edememişler­dir. Bunda yüzyıllar boyunca İslam dinin bayraktarlığını yapmış olmanın, kimliği belirleyen unsurun inanç olmasının ve “öteki” konumundaki batılının gözünde her Müslümanın Türk, her Türkün Müs­lüman olduğu yönündeki yanılsamanın etkisi şüphesiz ki önemli bir yere sahip­tir. Oysa ki, son ilahi din olan İslam dini dışında Budizm, Maniheizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık da Türkler arasında ka­bul görmüş inançlar olarak Türk tarihi­nin sayfaları arasında yerini almıştır.

İslamiyet dışında farklı bir inancı benimseyen Türklerin bugüne kadar bi­linmeyen bir kolunu oluşturan Urumlar bugün Ukrayna’nın farklı yerleşim yer­lerinde yaşamaktadırlar. Türkçe konuş­makta, Türkçe soy isimleri taşımakta ve Greklerle inanç dışında hiçbir benzerli­ğimiz yoktur demektedirler.

Bugüne kadar Urumlarla ilgili özel­likle Rus bilim adamlarının yaptığı araş­tırmalar dışında Türk akademik çevre­sinde adına dahi rastlanmayan Urumlar bugün varlıklarını devam ettirme konu­sunda ciddi kaygılar yaşamaktadırlar.

Urumların Tarihi Nerede ve Ne Zaman Başlar?

Bugün Ukrayna’nın Donetsk böl­gesinde, Donetsk merkez dışında, Ma­riopol, Manguş, Staro Kırım, Granitnaya, Starolaspa, Staroignatovka, Mirna, Starobeşevo, Komar, Ulaklı, Bagatiri gibi yerleşim yerlerinde yaşamakta olup resmi kayıtlarda Greko-Tatar olarak ad­landırılan ama Grek-Yunan dili değil de, Urumca adı altında “bizces ayt, bizces laf et” diyerek Türkçe konuşan, kendilerine “Urum” diyen Ortodokslar, Ukrayna dı­şında kuzey Kafkasya, özellikle Pyatigorski (eski adı Beş Tavi Beş Dağ), ve Mozdok’ta yaşamaktadırlar.

Kendileri ile ilgili toplumsal hafıza­larında yer eden ilk tarih 1780, ilk yer­leşim yeri ise Kırım’dır. Bu tarihten ve yerleşim yerinden öncesine ait her hangi bir yazılı veya sözlü bilgiye rastlanma­yan Urum tarihinde bu yıl içinde Os­manlı Devleti’nden koparılan Kırım’da yaşayan tüm Hıristiyanlar Rus Çariçesi II. Katerina tarafından Ukrayna toprak­larına iskân ettirilmek üzere Kırım’dan çıkarılarak yukarıda belirtilen yerlere yerleştirilmişlerdir.

Urumlar için 1780 yılının karşılığı “sürgün” dür. Urumlara göre Hıristiyanları Kırım’dan çıkarılmasının arsında ya­tan gerçek Kırım Hanlığı’nın ekonomik gücünü ellerinde tutan Hıristiyanları Kırım’dan çıkararak Hanlığı ekonomik anlamda çökmeye zorlamaktır. Urumlar arasındaki bu yaygın inanış akademik çevre tarafından da, örneğin Donetsk Devlet Üniversitesi Matematik Profesör­lerinden Stephan Kalayerov ve Urumlar üzerine araştırmaları ile tanınan Aleksander Garkavets tarafından da, doğrulanmaktadır.( Stephan Kalayerov: 08.05. 2002 Donetsk, Aleksander Garkavets: 13.05.2002 Akmescit) Bu bilgiden hare­ketle, Urumların sürgün edilmesinden bir süre sonra Kırım Hanlığı’nın, Rus topraklarına katıldığı da burada zikre­dilmelidir.

Diğer taraftan, Kırım’ı terk etmek durumunda kalan Hıristiyanların tama­mı Urum değildir. Ermeni ve Grekler de Urumlarla birlikte Kırım’dan ayrılmış­lardır. Uzun süren göç sırasında açlık, soğuk ve hastalıktan ölen Hıristiyanla­rın dışında hayatta kalanlardan Ermeniler 5 köy, Grekler ve Urumlar da 22 köy kurmayı başarmışlardır. (Aleksander Garkavets: 13.05.2002 Akmescit)

Kırım’dan çıkarılan Urumların dı­şında, daha sonraki yıllarda 1821-1825 yıllarında Anadolu’nun Trabzon, Gi­resun, Erzurum ve Kars illerinden ve İran’dan Gürcistan’a göç edip daha son­ra 1981-1986 yılları arasında Kırım, Do­netsk ve Dniyepropetrovsk’a yerleşen iki üç bin civarında kendilerine Urum deni­len kişilerin katıldığına dair de bilgiler mevcuttur. Anadolu kökenli bu Urum topluluğunun yeni yerleşim yerlerine Yedikilise, Aşkala, Çolan, Daşbaş gibi Anadolu’daki yerleşim yerlerinin adını vermiş olmaları dikkat çekicidir (Altın- kaynak 2005: 22-23). Bu dikkat çekici durum kadar Anadolu’nun Doğu Kara­deniz ve Kuzey Doğu Anadolu bölgeleri dışında özellikle orta Anadolu merkez olmak üzere Karamanlılar olarak adlan­dırılan Ortodoks Hıristiyan olup Türkçe konuşan Türkçe isimler taşıyan ve yine Urumlar gibi Greklerden farklı oldukla­rını sahip oldukları adet gelenek ve göre­nekleri ile gösteren bir başka Hıristiyan Türk topluluğunun bulunması konuyu daha ilgi çekici hale getirmektedir. Bu noktada Urumlarla Karamanlılar ara­sında bir bağ olup olmadığı da ortaya çıkarılması gereken bir diğer önemli ko­nudur. Bu noktada, 1821-1825 tarihleri arasında Anadolu’dan Kafkasya’ya geçen Urumların varlığının ötesinde yüzyıllar öncesinde 13. yy.’da Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus ile Kardeşi II. Kılıçaslan arasındaki taht kavgası İzzeddin Keykavus’un Bizans’a sığınması onu ta­kip eden binlerce askerinin aileleri ile birlikte Bizans tarafından Balkanlara iskan edilmesi, içlerinden oğulları dahil olmak üzere, bazılarının Hıristiyanlığı kabul etmesi bunun dışında Bizans ordu­sunda görev almaları, daha sonra İzzeddin Keykavus’un hapsedilmesi ile Berke Hanı’ın olaya müdahale ederek İzzeddin Keykavus’u Kırım’a maiyetindeki bir çok askeri ile götürmesi gerçeklerinin de göz önünde bulundurulması önemli katkılar sağlayacaktır (Anzerlioğlu: 2003)1.

Urumlar arasında saygın bir yeri olan ve Urum tarihi üzerine araştır­malar yapan akademisyen Valeri Kior, Urumlar kimlerdir sorusuna uzun yıl­lar cevap aramış ve sonunda şu sonuca varmıştır: Urumlar, yüzyıllar boyunca Türklerin hâkim olduğu Deşt-i Kıpçak sahasında yaşamışlar ve halen de ya­şamaktadırlar. Dil olarak hem güney hem de kuzey Türkçesinin özellikle­rini taşımakta olup, adet, gelenek ve görenek olarak Greklerden farklı olup Türklere benzemektedirler ve Urumlar Kıpçak-Oğuz Türklerinin bir karışımı­dırlar (Valeri Kior:10.05.2002 Staro Kı­rım) Kior’un da altını çizdiği gibi Deşt-i Kıpçak sahası yüzyıllar boyunca Türk göçlerine sahne olmuş ve Bulgar, Hazar, Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinin ya­şam alanı olmuştur. Türkler bu coğraf­yaya ulaştıklarında ise Roma Katolik ve Bizans Ortodoks kiliselerinin misyon faaliyetleri ile karşılaşmışlar ve bu faa­liyetler sonucunda Hıristiyanlığın hem Katolik hem de Ortodoksluk mezhepleri Türkler tarafından kabul edilmiştir2. Bu bağlamda, bugün Ukrayna’da farklı şe­hirlerdeki müzelerde sergilenen Kuman-Kıpçaklara ait mezar taşlarına bakıldı­ğında istisnasız bütün taşlar üzerindeki insan figürlerinin elinde dikdörtgen bir nesne tuttuğu dikkati çekmektedir. Bu nesnenin bir kap mı yoksa bir kitap mı olduğu ile ilgili müze yetkililerinin yap­tığı açıklamada bunun İncil olduğu yö­nünde hâkim bir görüşün bulunduğuna vurgu yaptığını burada belirtmek gerekmektedir (11.05.2002 Mariopol müzesi, 13.05.2002 Donetsk Müzesi).

Bugün müzelerde sergilenen Kuman-Kıpçak mezar taşlarının dışında Grek harfleri ile yazılan Urumlara ait ol­duğu söylenen Türkçe Mariopol yazmala­rının izine ne yazık ki ulaşmak mümkün olamamıştır. Bu yazmalara ulaşıldığı takdirde Hıristiyan Türklerin bir kolunu oluşturan Urumların 18.yüzyıl öncesi ta­rihi de aydınlığa kavuşacaktır.

Her ne kadar şu an için tarihi öne­mi olan bu yazmalara ulaşılamadıysa da, 2002 yılında Ukrayna’nın farklı yer­lerinde yaşamakta olan Urumlara ulaş­mayı başarmak Urum tarihi alanında yapılacak çalışmalar için bir katkı sağla­mıştır denilebilir.

Urumlarda Dil, Gelenek ve Gö­renek

Yüzyıllarca Rusça’nın egemen oldu­ğu bir ortamda yaşamanın etkisi bugün günlük yaşamda ve özellikle de Urum gençleri üzerinde etkisini gösterse de, kendi aralarında konuşmalarını Urumca dedikleri Türk dili ile yapıyor olmaları, Rusça konuşanları “bizces ayt” şeklin­de uyararak kendi dillerini kullanma konusunda uyarmaları oldukça dikkat çekicidir. Kendileri dışında konuştuk­ları dile batı literatüründe verilen isim ise Greko-Tatar dilidir (Podolsky 1985). Urumlar bu isimlendirmeyi kullansalar da Greko isminin kendilerini nitelendir­mediğini Greklerle bir ilgilerinin olma­dığını vurgulayarak “Biz Helen değiliz, Greko Tatarız. Helen başka Greko-Tatar başka” demektedirler. Ancak, bu isim­lendirmeler karşısında Urum yaşlıları kendilerini Urum olarak adlandırmak­tadırlar. Bizces dedikleri Urumcanın genç kuşak tarafından unutulacağı en­dişesi ise Urumları bu konuda tedirgin etmektedir. Bu tedirginlik sonucudur ki Eski Kırım’da (Staro Kırım) Valeri Kior (Kör) Urum gençlerine Krill alfabesi ile kendi dillerini öğretmeye çalışmaktadır. Bunun dışında, Kior’un Krill alfabesi ile gerçekleştirmeye çalıştığı dil öğretimi dı­şında Donetsk’e bağlı başka bir yerleşim biriminde daha ilgi çekici bir uygulama dikkatleri çekmektedir.

Urumların Karan adını verdikleri yerleşim yerinde emekli bir kütüphane­ci olan Dora Vasilevna Famiçova, Urum gençlerine kendi çabalarıyla kültürleri­ni ve dillerini çalışma hayatı süresince öğretmeye çalışmıştır. Karan kütüp­hanesinde bir köşede Urum kültürünü yansıtan etnografik malzemelerin ser­gilenmesi onlar için gerçekten büyük önem taşımaktadır. Bunun dışında kül­türün aktarımında en önemli araç konumundaki dilin Urum gençlerine nasıl öğretileceği konusunda da Famiçova’nın Urum diline en uygun alfabeyi bulma konusunda özenli bir araştırma yaptığı dikkati çekmektedir. Bu araştırmasının sonunda ise Famiçova şu sonuca varmış­tır: Türkiye’de kullanılan alfabe Urum diline en uygun alfabedir. Bu tespiti son­rası Urum dilini Türk alfabesine uyarla­yarak gençlere kendi dillerini öğretmiş­tir. 2002 yılında kendisi ile yapılan mü­lakatta maddi imkansızlıklardan dolayı bu faaliyetlerine devam edemediklerine vurgu yapmıştır (Dora Vasilevna Famiçova : 09.05.2002 Donetsk-Karan)

Yüzyıllarca Rusçanın hakimiyeti altında dillerini korumayı başaran ve gençlerin kendi dillerini unutmamaları için çaba sarf eden Urumların bugün sa­dece Rusça’ya karşı değil bunun yanında Yunan hakimiyeti ve Yunanca’ya karşı da varlık mücadelesi verdiği söylenebi­lir.

1990 yılında Yunan hükümeti des­teği ile Donetsk’de Grek federasyonu adıyla kurulan organizasyonun amacı Ukrayna’da yaşamakta olan tüm Grekleri ve Urumları aynı kökten geldikleri tezi doğrultusunda birbirlerine yaklaş­tırmaktır. Ancak, federasyonun başkan­lığını yapan Feodor İstanbulçi’nin be­lirttiğine göre bu hedefe ulaşılamamış, hatta ciddi gerginlikler yaşanmıştır. Gerginliğin sebeplerini açıklamak iste­meyen İstanbulçi’nin aksine Urumlar Grek federasyonundaki sorunlarla ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda Greklerin kendilerini Grekçe konuşmadıkları için dışladıklarına vurgu yapmışlardır. Bunun dışında federasyon Urumlara, Helen soyundan geldiklerini kabul et­tirmeye çalışmıştır. Urumların Grekçe bilmemeleri ve Türkçe’den hiçbir farkı olmayan Urumca dedikleri dili konuş­maları ile ilgili olarak ise ‘Türk idaresi­nin baskısı’nı sebep göstermişlerdir. Fe­derasyon yine bu propaganda faaliyetleri bağlamında Urumların ‘asıl dilleri olan Grekçeyi’ öğrenmeleri için Urum gençle­rini Yunanistan’a göndermekte bunun da ötesinde Yunan vatandaşlığına geçmele­rini sağlamaktadır. Ancak, Yunanistan’a giden Urum gençlerinin Yunan toplumu tarafından nasıl karşılandığı sorusunun cevabı ise oldukça anlamlıdır. Bu konu­da Staroignatovka’da yaşamakta olan Syvetlana Konstantinova, Maria Sağırova ve Evdokia Tırnaksız’ın açıklamaları doğrultusunda Yunan toplumunun Yu­nanca konuşmayan Urumları kabullen­medikleri ve dışladıkları açıkça söylene­bilir (Syvetlana Konstantinova, Maria Sağırova, Evdokia Tırnaksız: 09.05.2002 Staroignatovka)

Grek Federasyonunun Urumları Helen soyundan geldikleri, asıl dillerini Türk baskısı ile kaybettikleri gibi asıl­sız propagandalarla Greklerle bir ara­ya getirme çabaları Grekçe konuşmayı reddeden, kendilerinin Helen soyundan gelmediğini belirten Urumları harekete geçirmiş ve federasyon karşıtlığı ortaya bir Urum federasyonu fikrinin çıkmasını sağlamıştır. Bu tür bir girişimin ilk adı­mını ise Birlik isminde çıkardıkları ga­zete oluşturmuştur denilebilir. Bu gaze­te dışında Urumlar arasında tanınan bir akademisyen olan Valeri Kior’un ve ünlü bir Urum güreşçisi ve aynı zamanda şa­iri olan Viktor Borata’nın Krill alfabesi ile yazdıkları Urumca eserlerin Urumlar tarafından takip edildiği söylenebilir.

Grek Federasyonunun faaliyetleri karşısında harekete geçerek Birlik ismi ile çıkardıkları gazete ile seslerini du­yurmaya çalışan, kendi isimlendirmele­ri ile Urumca dedikleri dili Türkiye’den gelen bir araştırmacının nasıl konuşa­bildiğini “Urumcayı nerden biliyorsun” diyerek bazı yaşlı Urumların anlamaya çalışmaları, buna cevap olarak yine ken­di toplumunun üyeleri arasından bir çok kişinin Urumca’nın Türkçe’den farklı bir dil olmadığı açıklaması yapmaları da oldukça dikkat çekici bir durum olmuş­tur. Türkiye’deki Türklerle Urumların aynı dili konuşmalarının, bunun ötesin­de onları Greklerden ayıran ve Türklere benzeten adet gelenek ve göreneklerinin sebeplerini araştıran Valeri Kior’un bu sorulara cevabı daha önce de belirtildi­ği gibi oldukça nettir: Urumlar bugün olduğu gibi geçmişte de Deşt-i Kıpçak’ta yaşamıştı ve onlar Kıpçak-Oğuz Türk­lerinin bir karışımı idi kısacası onlar Türk’tü (Valeri Kior: 10.05.2002 Staro Kırım)

Urumlarda Adet, Gelenek Göre­nek

Yukarıda belirtildiği gibi Urumları Greklerden ayıran dilleri kadar taşı­dıkları soy isimleri, sahip oldukları adet gelenek ve görenekleri de farklılıklar göstermekteydi. Onlar Ortodoks Hıristiyanlardı ama soy isimleri Arabacı, Yağmurci, Nalça, Karasakal, Kör(Kior) Karamanıts, Hırım-girey, Kumanets, Kürpe, Kotlubey,Begim, Beyata, Oguzov, Sultanbey, Temirbek, Tatar, Tarhan, gibi Türkçe idi (Valeri Kior:10.05.2002 Staro Kırım, Altınkaynak 2005: 22) Bunun da ötesinde dilleri ve soy isimleri Türkçe olan Urumları Greklerden ayıran adet­leri, gelenek görenekleri nelerdi?

Urumların Greklerden farklı oldu­ğunu vurgulayarak sözlerine başlayan Starokırım’da yaşayan Feodora Mihaeliç, neden farklı olduklarını kültürlerin önemli birer parçası olan düğün, doğum ve ölüm olaylarının Urumlarda nasıl ol­duğunu anlatarak açıklamaya çalışmış­tır.

Mihaeliç’in anlattıklarına bakılır­sa bir Urum düğünü şöyle olmaktadır: Düğünün ilk gününde iki at süslenir. Süslenen bu iki at ile gelin evine gidi­lir. Hristiyanlıkta olan vaftiz annelik kavramı Urumlarda da bulunmaktadır ve gelinin evine gidilirken vaftiz annesi gelinin temizliğini simgeleyen kırmızı bir bayrakla en önde gider ve gelin evine ulaşıldığında geline damat ile paylaşaca­ğı yastığı satar. Düğünün ikinci günü ise köy meydanında oluşturulan bir çember içinde dünürler davul, klarnet ve kemençe eşliğinde karşılıklı oyunlar oynayarak eğlenirler. Bu her iki ailenin de birbirle­rine karşı gösterdikleri saygının bir ge­reği olarak değerlendirilmektedir. Düğü­nün üçüncü ve son gününde ise gelinin çeyizi anne evinden alınır, çalınan gelin havası ile gelin ağlatılır ve sonrasında (K)Haytarma, Yarım (H)ava, Ağır Hava, Ağırlama gibi oyunlarının oynandığı eğ­lencelerle düğün sona erer.

Gerçekleşen evlilik sonrası çiftin bir çocuğu olduğunda her şeyden önce aile kendilerine göz aydınına gelen misafir­lere göz aydını sofrası hazırlar. Bebeği kötü ruhlara karşı korumak için yatağı­na haç konulması gerekir. Bebeğin, yada Urumların ifadesiyle balanın kırklan­ması da gerekir. Yeni bir bebek dünyaya getiren anne loğusadır ve bastığı yerde ot bitmeyeceği inancından hareketle 40 gün boyunca dışarı çıkmaması gerekir. 40. Gün yıkandıktan sonra kiliseye gidip dua etmesi gerekmektedir (Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım).

Urumların yeni dünyaya gelen be­bek veya tüm bireyler için geçerli olabi­lecek bir inançları vardır. Nazar değme­si, bazı insanların her hangi bir başka insana gözünün değmesidir. Esneme ve baş ağrısı ile ortaya çıkan nazar değme­si için Incil’den dua okunması gerekir. Ancak, bu duayı herkes okuyamamaktadır. Mihaeliç, kendi ailesinde nazara karşı dua okumayı kızı Ludmila’nın ya­pabildiğini, bunun Ludmila’ya elini sü­rüp sırtını sıvazlayan büyükannesinden geçtiğini belirtmiştir (Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım).

Doğup büyüyen ve kendi akranları ile oyun oynayabilecek yaşa gelen Urum çocukları hangi oyunları oynar dendiğin­de cevap hiç de yabancı gelmeyecektir: aşık oyunu, dip düştü, çaka oyunu ve çelik çomak Urum çocuklarının oyunla­rıdır. Dinledikleri masallar ve hikayeler ise Aşık Garip, Köroğlu, Arzu ile Kanber, Tahir ile Zühre gibi Anadolu Türkünün dinledikleri ile aynıdır.

Bir Urum evinde hangi yemekler pi­şer denilirse de: Kavurma sızık adıyla bi­linir, ayran Urum sofrasında aryan’dır, kaymak-haymah olarak Urum sofrasın­da yerini alırken pekmez-bekmez, yoğurt- süzme yoğurt olarak bilinmekte bunun dışında köbete ve kolbası da Urum sof­rasının vazgeçilmezleri arasındadır (Fe­odora Mihaeliç Staro-Kırım: 10.05.2002). Evde kullanılan gereçler ise balta, tokaç, sandık, bardak, sofra, dügeç, kürek, gömlek, yüzbezi, fırın, güzgü’dür (Valeri Kior: 10.05.2002 Staro Kırım, Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım, Altın- kaynak 2005: 28).

Doğum kadar hayatın bir gerçeği olan ölüm karşısında Urumların sahip olduğu inançlar ve uygulamalara ba­kıldığında ise şunlar görülür: hayatını kaybeden bir Urum, toprağa verilmeden önce evinde bir gece yatmalıdır. Yattığı odada mum yakılması gerekir. Ölen ki­şinin çenesinin, ayaklarının bağlanması gerekir, ayrıca, karnının üzerine bir mık­natıs konulmalı eline de bir haç verilme­lidir. Eğer evde beslenen kedi, köpek gibi evcil hayvan varsa onların da kapalı bir mekanda tutulmaları gerekir. Evdeki tüm aynaların üzeri örtülmelidir. Erte­si gün defin merasiminden sonra önemli olan günler 8. Ve 40. Günlerdir. Bu süre zarfında ölen kişinin yasını tutanların traş olmamaları gerekmektedir (Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım).

Evlilik, doğum ve ölüm gibi haya­tın önemli dönüm noktalarında sahip oldukları adet ve gelenek görenekleri ya­şatmaya çalışmış olan Urumların dilleri kadar bugüne kadar sahip oldukları tüm bu değerleri de kaybetme kaygısı ya­şadıklarının belirtmek gerekmektedir. Çünkü, gençlerin düğün töreninde yada doğumda ve ölümde eski Urum adetle­rini bir kenara bırakmaya başlamala­rı, yüzyıllarca dilleri ve sahip oldukları gelenek ve göreneklerinin yaşaması için varlık mücadelesi veren Urum büyükle­rini endişelendirmektedir.

Sonuçta, Urum gençleri Helen so­yundan gelmeyip Urumca dedikleri Türkçe ile aynı dili konuştuklarını, din dışında Greklerden farklı olup Türk adet gelenek ve göreneklerinden farkı olma­yan bir yaşam tarzı sürdürdüklerini, ni­hayetinde Deşt-i Kıpçak sahasının tarihi derinliklerinin görülmeye başlanması ve Urum akademisyenlerin çalışmaları ile ortaya çıkan bilgilere dayanarak Türk olduklarını unutmamaları gerekmek­tedir.

Sonuç

Türk coğrafyasındaki geniş hoşgörü anlayışının sağladığı ortamda Budizm, Maniheizm, Musevilik yada Hıristiyan­lık gibi farklı inançlara mensup ama aynı soydan gelen çeşitli Türk boylarının var olduğu bilinmekle birlikte çok fazla üzerinde durulan bir alan olmamıştır. Oysa Türk tarihinin derinlemesine in­celenmesi ve bu inanç yelpazesinin par­çasını oluşturan tüm Türk boylarının ve sahip oldukları inançlarının esaslarının ortaya çıkarılması ve toplumsal hafızamız­da yer edinmesi gerekmektedir. Bundan hareketle, dilleri, taşıdıkları soy isimleri ve adet, gelenek ve görenekleri ile Grek­lerden farklı olduklarını, son dönem itibariyle de açıkça Türk olduklarını, Karadeniz’in kuzeyinden Türkiye Türk­lerine duyurmaya çalışan Urumların bu seslenişine cevap verilmeli ve tarihi, sos­yolojik, etnografik ve dil alanında yapı­lacak disiplinlerarası çalışmalarla Urum tarihine katkıda bulunulmalıdır.

Doç. Dr. Yonca ANZERLİOĞLU
Hacettepe Üniv. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi, yonca@hacettepe.edu.tr
Kaynak: Milli Folklor Dergisi, 2009 Yıl: 21 Sayı: 84

Dipnotlar:
Karamanlılar ve yine Karamanlı-Urum ilişkisi ile ilgili olarak bkz. Yonca Anzerlioğlu, Ka­ramanlı Ortodoks Türkler, Ankara, 2003; Yonca Anzerlioğlu “Karamanlılar, Gagauzlar ve Urumlar Arasında Tarihi ve Sosyo-Kültürel Bağlar Var mıdır ?”, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, An­kara Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü, 8-­10 Mayıs 2002.
Dest-i Kıpcak sahasında misyonerlik faali­yetleri hakkında detaylı bilgi icin bkz.: Peter Gol­den, “Religion Among the Qıpcaqs of Medivial Eu­rasia”, Central Asiatic Journal, no.42, 1998; Istvan Vasary,“ Orthodox Christian Qumans and Tatars of Crimeea in the 13th-14th centuries”, Central Asia­tic Journal,vol.32, no. 3-4, 1988; Gyula Moravcsik, “ Byzantinische Mission im Kraise der Turkvolker an derNordkuste des Schwarzen Meeres”, Proceedingss of the 13th International Congress of ByzantineStu- dies, Oxford, 5-10September 1966, ed. J.M. Hussey, D. Obelensky and S. Runciman, Oxford Un.Press, London, 1977; Anzerlioğlu, a.g.e.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...