7 Haziran 2018 Perşembe

Sağlık-Reçete





Geç Babil dönemine ait kil tablete göre Antik Yakın Doğu’da hastalıklar fiziksel olduğu kadar ruhsal rahatsızlık olarak ta görülüyordu.(Irak'ta)

Yüzlerce içerikten oluşan ‘Sakikku’ veya ‘Tüm Hastalıklar’ isimli Akatça tanı kitapçığından ‘Ashipu’ yani doktor-alimlerin dikkatli gözlem ve teşhişleri sonucunda şeytan ve hayaletlerin de tanı ve teşhis aşamasında büyük rol oynadıkları ancak bunun tıbbi müdahale olmadığı anlamına gelmediği anlaşılıyor.

Çivi yazısıyla yazılmış 40 kil tablette içlerinde o dönemler ‘Miqtu’ adıyla bilinen solgun hastalık (günümüzde epilepsi)’ın detaylı incelendiği açıklamalar bulunuyor.


Çevirilen tabletlerde bu nörolojik hastalığın incelikleri temel öngörülerle birlikte ‘kötü ruhların’ yol açtığı nöbetlerden şöyle bahsediliyor; “(Epilepside) Şeytan o’na saldırır ve verilen günde o’nu yedi kere izler. (O’na ) ölü bir katilin ruhu dokunmuştur artık. Ölecektir.”
--

Mezopotamya’da hasta olanlar aslında iki çeşit hekimlik hizmeti alabilirlerdi; Bir yandan psikolojik olarak çok etkili büyü tedavisi, diğer yandan da çok çeşitli ilaçların kullanımına dayalı tedavi yöntemi. Büyü uzmanına aşipu, uygulamalı hekim ve eczacıya da asu denirdi.

Mezopotamyalı hekimler, tabletler üzerine yazdıkları ilaç reçetelerinde, ilacı oluşturan maddelerin adlarını ve nasıl kullanacaklarını belirtiyorlardı. Bu reçeteler, düzenlenmeleri ve içerikleri yönünden şu şekilde sınıflandırılabilir;

(ı) hastalık belirtilmeden yazılmış ilaç bileşimleri,

(ıı) belirli bir hastalığa ilişkin bir ilacın bileşimi,

(ııı) çeşitli hastalıklara ilişkin - kitap oluşturacak şekilde düzenlenmiş- çok sayıda ilaç bileşimi,

(ıv) belirli bir hastalığa tutulmamak için kullanılacak ve günümüzün aşıları sayılabilecek ilaçlar.

Akadlar zamanında da benzeri listelerin düzenlendiği görülmektedir. Tıp tarihinin en eski reçetesi ise son yıllarda bulunmuştur

Reçetelerde ilaç dozajları genellikle bildirilmemiştir. Kimilerinde ise bu dozların, kuru ilaçlar için kaç adet, kaç mina, kaç şekel ve sıvı olanlar için kaç sila90 olduğu yazılmıştır. Reçetelerde bildirilmeyen dozları eczacıların belirlediği tahmin edilmektedir. Böylece hazırlanan ilaçlar hastaya genellikle gece yada sabah güneş doğmadan uygulanmaktaydı. Reçetelerde ilaçların kullanım yolları [prospektüs] da bildiriliyordu; soğuk yada sıcak içilmesi, yutulması yada vücuda sürülmesi gibi. Kimi ilaçların günde bir ila üç kez alınması bildiriliyor ve bu tedavi, genelde, üç ila yedi gün sürüyordu. Mide hastalıkları içinde perhiz yapılması ve yalnızca süt içilmesi tavsiye ediliyordu. Babil ülkesi tıp uygulamasının doğasını ve kapsamını açıklayan metinler, geniş bir ilaç bilgisine dayanan ve tıbbi değeri olduğu bilinen bazı ilaçları da içeren, bitkisel bir tıp düzeyi sergiler. Ayrıca, çeşitli hastalıkların tanı ve tedavisini de açıklar. Göz sağlığı, solunum ve karaciğer hastalıkları ile mide rahatsızlığından bahseden tabletler de vardır ama Akadca libbu kalp, karın, bağırsak ve dölyatağı için kullanılabileceğinden, bunların çevirisi her zamankinden zor olmaktadır. Enterit, kolit, diyare, barsak düğümlenmesi ve olasılıkla dizanteriden bahsedilir; diğer tabletler üreme organları hastalıklarından ve gut da dâhil olmak üzere bacak rahatsızlıklarından bahseder. Klinik muayeneye de değinilir; Hastanın ateşli bedeninin çeşitli yerlerinden ölçülür; nabız atışı alınır; deri rengi, iltihaplar ve bazen de idrar rengine bakılırdı. Bulaşıcı hastalıkların bilindiği de kanıtlanmıştır.

Mezopotamya’da hekimlik, yalnızca rahip unvanını taşıyan kimselerin icra edebileceği kutsal bir meslekti. Cerrahlık ise farklı konumdaydı. Dinsel özelliği olmadığı kabul edilen bir uğraşıydı, bir zanaattı. Cerrah, çok belirgin fiziksel nedenlerle oluşan yaraları, çıkık ve kırık gibi sakatlıkları iyileştirmek ve onarmakla yükümlüydü. Bu bakımdan cerrahların sihirsel kavramlara olan bağlılığı, hekimlere oranla daha azdı. Dolayısıyla mesleki çalışmalarını, nesnel ve bilimsel biçimde yapabilmeleri mümkündü. Milattan önce 17. yüzyılda cerrahların etkinlikleri Hammurabi yasası’nın ilgili maddeleriyle denetim altına alınmıştı. Yasada, yalnızca cerrahların ücretleri ve yaptıkları hatalara ilişkin cezalar yer almaktadır. Bunun da nedeni, hekimliğin ruhban sınıfına özgü kutsal ve dolayısıyla dokunulmazlığı olan bir meslek kabul edilmesi; cerrahlığın ise zanaatkârlık sayılması olabilir. Hammurabi Yasası’nın söz konusu maddeleri şöyledir; 215 ila 217 Bir cerrah özgür insanlar sınıfından bir hastanın ağır yarasını bronz neşteriyle ameliyat eder ve hastanın hayatını kurtarır, sağlığına kavuşturursa, yada bir kimsenin gözündeki misafiri aynı aletle ameliyat eder ve hastanın gözünü iyileştirirse kendisine 10 şekel gümüş verilir. Hasta halktan, orta sınıftan biriyse 5 şekel gümüş alır. Hasta bir köleyse sahibi 2 şekel gümüş verir. 218 ila 220 bir cerrah bir hastanın yarasını bronz neşteriyle ameliyat eder ve sonuçta hasta ölürse, yada hastanın gözündeki misafiri aynı aletle ameliyat eder ve hastanın kör olmasına neden olursa cerrahın elleri kesilir. Ameliyat sonrası ölen hasta bir köle ise, cerrah kölenin sahibine eşdeğerde bir köle verir. Ameliyat sonrası köle kör olursa, cerrah kölenin sahibine onun değerinin yarısı kadar gümüş verir. Bu maddeler cerrahların kazancının çok yüksek olduğunu göstermektedir. Örnekse, bir cerrahın ameliyat ücreti olan 10 şekel ile bir ev bir köle ya da bir tarla alınabiliyordu. Oysa bir ustanın yıllık kazancı 8 şekel’di. Öte yandan, ölümle sonuçlanan girişimlerle ilgili cezalar, cerrahlığın riski yüksek bir meslek olduğunu gösteriyor, cerrahları ihtiyatlı davranmaya ve paraya tamah ederek iyileşmesi mümkün olmayan hastalar üzerinde ve paraya tamah ederek iyileşmesi mümkün olmayan hastalar üzerinde cerrahi girişimlerde bulunmamaya yöneltiyordu Ur III ve Eski Babil devrinde bahisleri geçse de, bağımsız çalışan hekimler çok azdı; anlaşılan, hekimlerin çoğu saraya bağlıydı. M.Ö 14. yüzyıl Amarna döneminde, saray doktorlarının ülke dışına gönderildiğini öğreniyoruz; herhalde yabancı hükümdarlara hekimlerinin becerisini göstererek Babil kralının prestijini arttırmak hedefleniyordu. Mari mektuplarında da benzer konulara değinilir. En gülünç Babil metinlerinden biri olan “Nippurlu yoksul adamın öyküsü”  aç gözlü valiye yoksul bir adamın oynadığı, 1001 Gece Masalları’nı anımsatan üç oyunu anlatılır. İkinci öyküde yoksul adam, hekim (asu) kılığına girerek yaptıklarını anlatır. Tıbbın olağan işleyişi hakkında bilgi veren nadir metinlerdendir ve hekim görünüşünü bile tarif eder; tıraş olmuştur ve mesleğinin iki nişanı olan içit (libasyon) kabı ve buhurdanlık taşır. Diğer metinler hekimin aynı zamanda bir torba şifalı bitki taşıdığını söyler. Öyküdeki sahte hekim, bilim kenti İsin’in yerlisi olduğunu söyler. Babil tıbbı hakkında bildiklerimizin çoğu, yazıcı okullarının ve kütüphanelerin bilimsel el kitaplarından kaynaklanır. Nippurlu yoksul adamın öyküsü, aslında dönemin olağan günlük tıp uygulaması hakkında ne kadar az şey bildiğimizi açıkça göstermektedir.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BÖLÜMÜ -Mehmet BOZCA
Derlemedir.Akcan Mir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...