16 Kasım 2017 Perşembe

Cadı Avı

Otomatik alternatif metin yok.

Hristiyanlık tarihinin alnındaki en büyük lekelerden biri hiç kuşkusuz Ortaçağ boyunca cadı avı altında binlerce masum insanın öldürülmesi, büyücü ve cadı olduğuna inanılan insanlara korkunç işkenceler yapılmasıdır. Gerçek ya da öyle olduklarından kuşkulanılan büyücü ve sihirbazlar, yalnızca Katolik inancının bütün düşmanlığını simgeleyen Engizisyon’un zulmüne değil, aynı şekilde Protestanların zulmüne de katlanmak zorunda kalmışlardır. Avrupa kıtasında Katolik inancın hüküm sürdüğü ülkelerden bir sığınak bulmak için Protestan İngiltere’ye kaçmaya çalışmaları da boşunaydı çünkü burada da hiç şansları yoktu. Bütün uygar Batı, Şeytana tapanların karşısında birlik olmuştu.

Alışılmamış inanç ve batıl inançların büyücülük ile ilişkilendirilmesi veya bir tutulması, bu sanatı icra ettiğinden kuşku duyulanlara sıradan bir dinsel sapkın veya suçludan çok daha ağır işkence yapılmasına neden olmuştur. Dahası, bu insanlara karşı kullanılmak için özgün işkenceler üretildi. Cadıların şeytanın gizli işaretini taşıdığına inanılıyordu ve bu işaretleri araştırmak da yalnız büyücülükle suçlananlara uygulanan tümüyle farklı bir işkence biçimine yol açmaktaydı. Böylece, başka tür suçlular için kullanılması uzun zaman önce sona eren suyla sınama cadılar için uygulamada kalmaya devam etti.

Çoktanrılı dönemler, büyücülerin ya da cadı olarak adlandırılan insanların altın çağıydı. Bilge olarak adlandırıldıkları ve korkuyla karışık kendilerine saygı duyulduğu bu dönem Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığa geçişiyle birlikte bir anda kabusa dönüşüverdi. Çünkü İncil’deki hüküm çok açıktı: “Efsuncu kadını yaşatmayacaksın” (Çıkış 22:18). Aziz Augustine göre, yeryüzüne inen iblisler kadınlarla cinsel ilişkiye giriyorlardı. İşte cadılar, bu yasak ilişkinin ürünü olan, Tanrı’nın lanetlediği yok edilmesi gereken yaratıklardı.

Nuh zamanından beri cadılara karşı zaman zaman saldırılar olmuşsa da, on beşinci yüzyılın sonlarında Papa VIII. Innocentius’un özellikle büyücüler ve cadıların Hıristiyanların düşmanı olduğu, köklerinin kazınması ve yok edilmeleri gerektiğinden söz eden uğursuz tebliğini yayımlamasıyla cadılara karşı zulüm ciddi bir vahşet olarak ve hepsini kapsayacak biçimde başladı. Henrich Kraemer ve Johann Sprenger, Kuzey Almanya’daki büyücülere karşı verilen savaşı başarılı bir sonuca ulaştırmak amacıyla engizisyoncu olarak atandılar. Sadistliklerini fanatik Hıristiyanlarmış gibi davranarak maskeleyen bu Darniniken keşişler, büyücülük üzerine dikkat çekici bir çalışma olanMalleus Malificarum (Cadıların Çekici) başlıklı kitabın da yazarlarıydılar.

Böylelikle Avrupa kıtasında her tür büyü ve sihire karşı, tek suçları Hıristiyanlıktan çok az farkla ayrılan bir din biçimini ve bizim aydınlık çağımızda ispiritizma, gaipten haber verme, ispiritizma gücü ile yükselme, vecd halinde konuşma vb. olarak bilinen büyü biçimlerini uygulamak olan binlerce erkek ve kadını yakalayıp Engizisyon‘a teslim etme biçiminde yaşanan uzun süreli bir seferberlik resmen başlatıldı. Bu süreçte yaklaşık 40.000-60.000 arası insan cadılıkla suçlanarak idam edildi. Öldürülenlerin yaklaşık %85’i kadındı. Büyük bir kısmı ise şifacı ya da ebeydi. Hatta ebelerden bir tanesi sırf doğumda bir kadına ağrı kesici verdiği için cadılıkla suçlanarak öldürülmüştü.

Suçlamalar karşısında çoğu masum olan bu bahtsız erkek ve kadınların katlanmak zorunda kaldıkları cezalar sayıca çok fazla ve çeşitliydi. Yüklenen suçları itiraf etmeleri için kırbaçlandılar veya dövüldüler. Kırbaçlama başarılı olmayınca diğer işkenceler uygulandı. Huguet Aubry, yaklaşık bir yıl hapis tutulduktan ve her fırsatta işkence gördükten sonra bir ırmağa atıldı ve ağaca asıldı; hapis ve işkenceden sonra Le petit Henriot’nun ayaklarını ömrü boyunca kötürüm kalacak biçimde yaktılar. Bir kere cadılıkla suçlanıldığında bir daha kurtuluş yoktu. İtiraf etmek diri diri yakılmak, itirafta bulunmamak ise ömür boyu hapis ve sonu ölümle biten bir işkenceler dizisi anlamına gelirdi.

Cadılık Belirtileri

İtiraf önemli olmakla birlikte, mahkum etmek için her zaman şart olduğu da düşünülmüyordu. Çoğu davada tanıklarca sunulan kanıtlar yeterliydi. Şeytanın işaretinin varlığı tek başına yeterliydi. Şeytan işaretlerinin genellikle iki tür olduğu kabul edilmişti: Görünenler ve görünmeyenler. Bir insanın cadı ya da büyücü olduğunu kanıtlayan görünen işaretler iyi bilinen ve kolayca bulunabilen benler, siğiller, lekeler, doğum lekeleri, fazla sayıda meme başı ve tuhaf ya da anormal görünen çeşitli noktalar ve yara izleriydi. Bu işaretleri bulmak için cadılar çırılçıplak soyulur ve bütün kılları tıraş edilirdi.

Cadılık belirtilerinin illa görünür olması da bir koşul değildi. Görünmeyen işaretlere gelince, bu tür araştırmaları zora soktukları düşünülebilir. Ancak cadı avcıları işlerinde ustaydılar. Şeytanın görünmeyen alametinin hiç değişmez bir özelliği olduğunu kabul etmişlerdi: İşaretin bulunduğu tam o yerdeki et acıya duyarsızdı ve en keskin aletlerle bile delinse kanamazdı. Derisinde kesildiği zaman kanamayan bir leke bulunan kişi, başka bir kanıt aramaya gerek kalmaksızın cadıydı. Kral I. James büyücülük üzerine incelemesinde, kan görülmemesinin kesin bir işaret olduğunu söyler.

Bu nedenle cadılık testi için, bir kadın büyücülükle suçlandığı zaman “kanama testi” yapılırdı. İnce, uzun bir iğne genellikle sonuç alabilen cadı avcısı tarafından kan çıkmayan bir yer bulana ya da suçlanan kadın acıyla haykırmayı kesene kadar gövdenin her bölümüne sistemli bir biçimde batırılırdı. Deney genellikle başarılı olurdu. Başarılı olurdu çünkü bu ardı arkası gelmeyen iğne batırma işkencesi öyle dayanılmaz bir dereceye gelirdi ki kadın ya buna bir son vermek için çektiği acıyı göstermezdi ya da uzun süren işkencenin bir sonucu olarak gövdesi acıya karşı duyarsızlaşır ve bilincini yitirirdi.

Beccaria’nın 1785’te yayımlanmış ünlü Essay on Crimes and Punishments’ında, böyle bir mahkemenin dikkat çekici bir betimlenmesi vardır:

Cenevre’nin küçük bir yöresinden Michelle Chaudron adlı taşralı bir kadın kentten dönüş yolunda Şeytan’la karşılaştı. Şeytan onu öptü, sadık kalacağı yeminini aldı ve ayrıcalık tanıdıklarına vermeyi adet edindiği işaretini kadının üst dudağına ve sağ göğsüne kondurdu. Şeytan’ın bu mührü, o zamanların bütün demonografik kişilerinden öğrendiğimiz gibi, derinin üstündeki duyarsız küçük bir işarettir.


Şeytan, Michelle Chaudron’a iki genç kıza büyü yapmasını emretti. Kadın, efendisine hemen itaat etti; kızların aileleri onu Şeytan’la işbirliği yapmakla suçladılar. Kızlar suçluyla yüzleştirildiler, gövdelerinin bazı kısımlarında sürekli karıncalanma hissettiklerini söylediler, Şeytan onları ele geçirmişti.
Hekimler, en azından o günlerde hekim diye geçinen adamlar, çağrıldı. Kızları muayene ettiler. Michelle’in gövdesinde Şeytan’ın mührünü araştırdılar, mühür denilen şey Şeytan’ın işaretiydi. Bu işaretlerden birine uzun bir iğne batırdılar ki bu da az bir işkence değildi. Yaradan kan çıktı ve Michelle çığlıklarıyla o kısmın duyarsız olmadığını kanıtladı. Yargıçlar Michelle Chaudron’un cadı olduğuna ilişkin yeterli kanıt bulamadılar ve ona işkence yapılması emrini verdiler, sonunda da, kuşkusuz, istedikleri kanıtı elde ettiler. İşkenceyle hakkından gelinmiş zavallı biçare, sonunda istedikleri her şeyi itiraf etti.
Hekimler yeniden Şeytan’ın işaretini araştırdılar ve uyluklarından birindeki küçük siyah bir benek buldular. İğnelerini buraya soktular. Zavallı yaratık, tükendiği ve işkence acısıyla kendinden geçtiğinden iğneyi hissetmedi ve haykırmadı. Anında yakılmaya mahkûm edildi fakat dünya o zamanlarda biraz daha uygarlaşmaya başladığından yakılmadan önce boğuldu.İngiltere’de Cadı Avcılığı

cadiİngiltere’de de aynı yöntemler uygulandı ve ülkede Engizisyon’un bir kolu ya da onu anıştıracak bir yapılanma hiçbir zaman olmamakla birlikte, uygulamada Avrupa kıtasını aratmayacak bir şiddetle cadılara zulümler yapıldı. Gerçekten de “iğneleme” ile cadıları keşfetme konusunda tam bir gaddar olan Matthew Hopkins pek çoklarını geride bırakmıştır. Hopkins, Suffolklu bir avukattı ve The Discovery of Witches’in yazarıydı; kitabı, Malleus Malificarum’dan daha küçük ve kapsamı daha sınırlı bir çalışma olmakla birlikte, konunun bütünlüğü açısından, onunla aynı işlevi görmüştü.
1644’ten 1647’ye kadar her yerde cadı arayarak ve hepsinin mahkum edilmesi için izlerini sürerek İngiltere’nin doğu bölgesini bir uçtan diğerine kat etti. Bu üç yıllık zaman içinde iki yüzden fazla kadının öldürülmesinden sorumlu olması, gayretlerinde ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir.

Hopkins’in yöntemi cadı zanlısında şeytanın işaretini araştırmaya dayanıyordu. Bu öyle inceden inceye yapılan bir araştırmaydı ki, denildiğine göre, bundan kaçabilen yoktu. Kurbanlarına karşı hileli zar kullanıyordu ve ölümününden sonra ortaya çıktığına göre, bu düzenbaz sadist kaybetmemeye azmetmişti. Özel olarak imal edilmiş kör uçlu, tahta saplı bir iğnesi vardı. İğne ete bastırıldığında sapına kadar girmiş ve suçludan bir çığlık ya da bir kan damlası çıkmamış izlenimi veriyor, gerçekte kendi sapının içine giriyordu. Bütün yollar başarısızlığa uğradığında Hopkins bu hileye başvuruyordu.

“İğneleme” denilen bu işlem İskoçya’da çok yaygın olarak benimsenmişti. “İğnecilere talep fazlaydı, kasabadan kasabaya yolculuk edip cadı arıyorlardı. 1749’da, zamanının en meşhur “iğneci”si olan John Kincaid, Newcasde yöneticilerince bu amaçla tutulmuştu. Anlaşmaya göre, yolculuk harcamalarına ek olarak, mahkumiyet başına yirmi şilin alacaktı. Kincaid’in gelişi üzerine, muhbirleri çağırmaları için haberciler salındı. Sonuçta otuz kadın tutuklandı, sürüklenerek “iğneleme” testine tabi tutulacakları kasaba meydanına getirildiler. Bunların yirmi yedisi mahkum edildi.

Sistem kötüye kullanılmaya fazlasıyla açıktı. Kadınlardan para sızdırabilenler, muhbirlere suçlamada bulunmamaları için ya da “iğneci”nin onları “masum” çıkarması için seve seve ödeme yapabilirlerdi.

Cadı zanlılarına itiraf ettirmek için, Şeytan’ın işareti aranmadan önce, genellikle işkence yapılırdı. News from Scotland (1591) başlıklı az bulunur bir kitapçıktan, bir cadı zanlısına yapılan işkencenin anlatıldığı bir bölümü alıntılar:

Parmaklarına geçirilen alet çok ıstırap vericiydi ve gene en zalimce işkencelerden olan ip veya urganla başın bağlanıp burulmasıyla araştırmayı sürdürdüler ve düşmanın işaretini kadının boğazında buldular ve o zaman her şeyi itiraf etti. Bir başkasında da Şeytan’ın işareti mahrem yerlerinde bulunmuştu.
Demir yakalık ve cadı gemi olarak bilinen bir düzenek itiraf ettirme amacıyla, genellikle uykudan da yoksun bırakarak, kullanılırdı. Çoğu davada istenen sonuç elde edilinceye kadar çeşitli işkence biçimleri birbirini izlerdi. Büyücülükle suçlanan Doktor Fian’ın (nam-ı diğer John Cunnigham) davası bu konuda göze çarpan bir örnektir. Aşağıdaki satırlar Pitcairn’in Criminal Trials (1833) adlı eserinden alınmıştır:

İtiraf ettirmek için, aşağıda anlatılan benzersiz işkencenin yapılması emredildi. Bütün tırnakları parmakları boyunca yarıldı ve İskoçya’da Turkas, İngiltere’de kerpeten dediğimiz bir aletle çekildi ve her tırnağın altına başları bile girecek biçimde ikişer iğne sokuldu. Hiçbir cadının tahammül edemeyeceği bütün bu işkenceler boyunca doktor zerrece sarsılmadı; üzerinde bütün işkenceler uygulandığı halde itirafta bulunmadı. O zaman, anında emir verildi ve adam yeniden çizme işkencesine alındı, orada uzun zaman kaldı ve bacaklarına o kadar darbe indirildi ki ezilip dövülmeyen en küçük yeri kalmadı; kemikleri ve etleri öyle yaralanıp berelenmişti ki akan kan ve iliğin haddi hesabı yoktu; dolayısıyla bir daha yürüyemedi.
Bu dehşet verici işkencenin sonunda hiçbir itiraf alınamamasına karşın, sanık suçlu bulundu. Boğuldu ve gövdesi yakıldı.

İngiltere’de son büyücülük davası 1712 yılında görüldü. Jüri, sanık Jane Wenham’ı suçlu buldu ve ölüme mahkûm etti; mahkûmun serbest bırakılması için jüriyi umutsuzca etkilemeye çalışan yargıcın çabalarıyla sonradan bu ceza iptal edildi. İskoçya’daki son infaz, Yüzbaşı Burt’ün Letters from the North of Scotland’ında 1727 yılında bir kadının yakıldığını söylemesine karşın, resmi kayıtlara göre 1722 yılında yapıldı.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...