9 Kasım 2017 Perşembe

Eski Türklerde Ölü Yakma Geleneği



eski türklerde dini törenler ile ilgili görsel sonucu


Eski Türklerde Ölü Yakma Geleneği ile ilgili görsel sonucu

Eski Türklerde Ölü Yakma Geleneği




Toplumlarda ölü gömme adetleri tarih boyunca dine endeksli olarak yapılagelmiştir. Eski Türk topluluklarında da bu defin işlemleri yaşanılan coğrafyaya, bağlı olunan inanç sistemine ve hatta kişinin soylu olup olmadığına göre çoğu zaman değişmiştir.Özellikle Asya Hunları’ndan sonraki dönemlerde ölenlerin atları ve kişisel eşyaları ile yakılması bilinen bir uygulamadır. Yakma, cesetlerle ilgilenme işleminin çok eski dönemlerden günümüze kadar gelen ikinci önemli türüdür.Göktürklerde ölü yakma geleneği büyük olasılıkla Budizmin etkileri sonucu ortaya çıkmış bir durumdur. Kaynaklarda yazılanlara bakılacak olursa Göktürklerde naaş tüm mal varlığı ve atıyla birlikte yakılır, külü sonradan mezara konulurdu. Çin kaynakları Şapolyo’nun 582 yılında Çin’e yaptığı seferde, Çeupan mahallinde, Türklerle Çinliler arasında durmaksızın üç gün üç gece savaş yapıldığını ve Türklerin savaş alanından çekilmelerinden önce ölülerini yaktıkları bildiriyor. Yine aynı kaynaklardan MS 630 yılında Göktürklerin ölülerini yakmak yerine tekrar gömmeye başlamalarına Çin imparatorunun oldukça içerlemiş olduğu huzuruna çıkan Göktürk elçisine söylediklerinden anlaşılıyor: “Artık ölülerinizi yakmıyor ve yalnızca gömüyorsunuz.” Çinlilerin elinde tutsak iken 634 yılında Göktürk Hakanı İl Kağan öldüğünde Türkler kendi adet ve töreleri uyarınca, onun na’şını Pa Suyu’nun doğusunda ateşe verdiler; ardından toprağa defnettiler.Yugurlarda ölünün defnedilmesiyle ilgili üç farklı tören vardır. Bunlar, ölünün açık havada bırakılması, ölünün yakılması ve ölünün toprağa gömülmesidir. Her birinin de kendine has kuralları vardır.




Yugurların(sarı uygurlar) açık havada defin usulleri, kuşları beslemek için ölüyü keserek açık havada bırakan Tibetlilerin definlerinden farklıdır. Yugurlar ölüyü uçurumdan aşağı atarlar ve böylece ölüyü, leşle beslenen hayvanlara terk etmiş olurlar.




Cesedin yakılması usulü daha yaygındır. Kanamayı ve enfeksiyonu önlemek için cesedin gözleri, ağzı ve burnu kapatılır. Yanma işlemi başlamadan önce, cesede yeni giysiler giydirilir, cesedin vücudu ve kolları ana karnındaki çocuk pozisyonuna getirilir, elleri dizine konulur ve başı da dizin üstüne yaslanır. Cesedin bu pozisyonu koruması için bir kumaş parçasıyla bağlanır. Daha sonra ceset, beyaz kumaşla kaplı dikdörtgen biçiminde bir tabuta konur ve ölen kişiye akrabalarının ve dostlarının son görevlerini yerine getirebilmesi için naaş, üç gün boyunca yurtta bekletilir. Üç gün sonra naaş, yakılacağı yere getirilir.( Prof. Dr. Yaxiong DU)




T’u-küelerin, ceset yakma geleneğini Tuvalıların töresinde buldukları varsayılır. Ayrıca bölgede Uygurların ve Yenisey Kırgızlarının da yaşadıklarına dair bir dizi değerli bilgi bulunmaktadır. Böylelikle hem Hun, hem de Uygur ve Kırgız döneminde (9. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar) yakarak defnetmenin izleri kanıtlanmıştır.Ölü Yakma Geleneğini En Çok Kırgızlar Uygulamıştı. Çünkü Kırgızlar Şamanizmin bir sonucu olarak ateşin saflığına, temizleyici özelliği olduğuna ve ölüleri yakarak onları bu dünyadaki günahlarından arındırabileceklerine inanıyordu. Kırgızlarda bir kişi yaşamını yitirdiğinde matemin göstergesi olarak yüzünü yırtmak ya da kesmek gibi gelenekler bulunmaz. Ölen kişilerin etrafında toplanılarak ağlanır, ardından ceset yakılır. Bir yıl sonra kemikler toplanarak üzerinden atlanır ve ölünün yapılan mezara gömülmesinin ardından ağlamalar son bulurdu.Tuna Bulgarları’nda ceset yakılması konusuna ilişkin kapsamlı ve ilginç materyaller Bulgaristan’da yürütülmüş olan kazı çalışmalarında ortaya çıkmıştır. Çok sayıda yakarak defnetmeye ilişkin rapor, Z. Vyzarova ve diğerleri tarafından yürütülen kazıların sonuçlarına dayanır.Türk uluslarında aşağı yukarı aynı devirlerde çeşitli gömme adetleri görüyoruz; yakma, ağaca asma, toprağa gömme.




Gök Türk'ler ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası, atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesipkanlı gözyaşı dökerler.




Bu töreni yedi defa tekrar ederler. Sonra belli bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyasını kendisiyle beraber ateşte yakarlar; külünü belli bir günde mezara gömerler.




“ Eskiden ölülerini yakma adeti olan Türklerin 628’lerde mezarı yükseltme adetine yöneldikleri ve VIII. yüzyılda mezarların üzerine inşa edilen barkların ve abidevî mezarların kendilerini gösterdikleri anlaşılıyor ” Türk kültür tarihi, özellikle toplumsal statü bakımından ön planda olan şahısların, bu kurganlara defnedilmesi ile ilgili, bize pek çok malzeme sunmaktadır. Genel bir örnek olarak ele alınabilecek olması nedeniyle, Kırgızlar’ın Manas Destanı’ndan Han Köketay ‘ın ölüm merasimi törenine dikkat çekmek istiyorum:




“ Ey benim ulusum, gözlerim yumulduğu zaman, vücudumu kımızla yıkayınız, sonra etimi kılıçla kemiklerimden sıyırınız. Kemiklerime zırhımı giydiriniz, deri ile sarınız. Ak kefenimi başımın altına bırakınız, başımı doğuya yöneltiniz. Kızıl çuhayı kızıl deveye, kara kadifeyi kara deveye yükleyiniz. Kırk deve yüklü kervan ile benim mezarıma geliniz. Defin törenine gelen kadınlara çuhayı parçalayıp dağıtınız. Kervanbaşı kara sert keçi yağları karıştırıp, türbenin tuğlalarını hazırlasın. Dört yolun ağzındaki türbem mavi göğe benzer mavi kubbeli, aya benzer bir yapı olsun.”




Yukarıda, ne şekilde yapılması gerektiği tasvir edilen defin töreni, içerisinde barındırdığı zengin kültür ve inanç göstergelerine ilaveten, defin şeklinin belirlenmesinde ölecek olan kişinin vasiyetinin önemini vurguluyor olması bakımından da dikkatimizi çekmektedir. Ayrıca, Köketay Han’ın kendi defin törenine ilişkin tespitlerinde, eski Türklerdeki insan ve evren kozmogonisine ilişkin inançlarının da etkili olduğunu belirtmekte fayda vardır. Yapılması vasiyet edilen kurgan, yeryüzüne ve gökyüzüne ait unsurların bir arada bulunduğu, adeta evrenin küçük bir modeli veya bir mikrokozmosu olarak tasarlanmıştır ki, bu durum, eski Türklerdeki evren kozmogonisiyle paralellik sergilemektedir.




Gumilev, Göktürkler’in ateşi kutsal saymasında, Zerdüştlükte ki ateş kültü arasında yalnızca dış görünüş itibariyle benzerlik olduğunu belirtir. Ona göre, İran’da ateşe tapılırken, Göktürkler’de ateşle kötü ruhlar kovulmakta, yani ateş büyü unsuru olarak kullanılmaktadır.” Ölü yakma geleneği Kuzey Türkleri’nde ve özellikle Kırgızlar’da yaygın bir defnetme biçimiyken Göktürkler’de bu uygulamaya pek rastlanılmadığını da burada belirtmek istiyoruz. Cesedin yakılarak defnedilmesi uygulamalarında, ateşin kötü ruhlardan koruyucu ve arındırıcı bir özellikle karşımıza çıktığını belirtmiştik. Ayrıca, eski Türkler, insanı beden ve ruhtan oluşan bir terkip şeklinde ele almış ve ruhun beden içerisinde kan ve kemikleri kendisine mesken tuttuğuna inanmışlardır. Durum böyle olunca, eski Türkler nazarında kan ve kemiklerin ne denli önemli olduğunun mantığı anlaşılmış olur.Türk ve Moğol topluluklarının inançlarında çok kutsal sayılan ateşte de bir ruh olduğuna inanılmaktaydı. Ateşin temizleyici, kötü ruhlardan ve hastalıklardan koruyucu bir unsur olduğu kabul edildiği için ona kurban sunulduğu ve saçı yapıldığı bilinmektedir.”




Cesedin yakılması uygulamaları, eski Türkler’in ölü ve ölüm karşısında, büyük bir korkuya kapıldığını, ölüme sebep olan kötü ruhların kendilerine de zarar vereceğinden ne denli endişe duyduklarını yansıtması nedeniyle dikkat çekmektedir.




Derlemedir;Akcan Mir





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...