Sayfalar

19 Temmuz 2018 Perşembe

Cordoba

barbed wire ile ilgili görsel sonucu



Cordoba'da Guadalquivir nehri boyunca Antik Roma Köprüsü. Cordoba Camii ve Katedral arka planda.




Roma döneminden başlayarak önemli bir şehir olan Cordoba özellikle de Müslümanların yönetimde dünyanın ticaret, eğitim ve kültür merkezi olmuş ve şehirde yıllarca hakim olan İslam Medeniyeti, Granada’daki El-Hamra ile birlikte sadece İspanya’daki Müslüman-Arap egemenliğinin değil Endülüs’ün en güzel anıtı olan ve şimdiye kadar inşa edilmiş en güzel camilerden biri, belki de birincisi kabul edilen Büyük Cordoba (Kurtuba) Cami-Katedrali (El-Mezquita) gibi bir mimari şaheseri yaratmıştır. El-Mezquita yanında Cordoba eski Roma’dan itibaren şehre egemen olmuş medeniyetlere ait onlarca anıta evsahipliği yapmaktadır. Bu anıtlar ve tarihi zenginlik Cordoba’yı eski zaman masallarından çıkmış bir ‘rüya kente’ dönüştürür. Cordoba, şehrin dört bir köşesini süsleyen bu anıtlar sayesinde Avrupa’nın Napoli’den sonra en büyük ikinci tarihi merkeze sahip şehri olmuştur ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki en büyük kentsel alana sahip şehirdir. Başta şehrin simgelerinden biri olan Guadalquivir Nehri üzerindeki Roma Köprüsü olmak üzere Roma döneminden kalan Mozole, Roma Tapınağı, Yahudi Mahallesi, Rönesans Mimarisi’nin en önemli örneklerinden biri olan Puerta del Puente Kapısı, geçmişte kraliyet sarayı ve Engizisyon merkezi olarak kullanılan ve Cordoba Kalesi (Alcazar Cordoba) olarak da bilinen Alcazar de Los Reyes Cristianos, El-Hamra ile birlikte Endülüs’teki İslam Dönemi’Nin en önemli sarayı kabul edilen ama savaş yüzünden büyük bölümü yıkılan efsanevi saray-şehir Medina Azahara’nın kalıntıları, Guadalquivir Nehri’nin kıyısında yer alan Değirmenler, şehri Müslümanları yenerek fetheden Castilla Kralı III. Ferdinand tarafından yaptırılan 12 adet kiliseden günümüze kalanlar ile onlarca irili ufaklı dini yapı, saray, heykel, park, bahçe ve köprü şehri dünyanın en güzel ve zengin kültürel hazinelerinden biri haline getirir.Cordoba Halifeliği’nin 50 yıl boyunca saltanatta kalan hükümdarı Abd-ar Rahman III Cordoba’yı dünyaki cennet haline getirmek istiyordu. Bunun için de saltanatını hem mimari hem de ticari, sanatsal, bilimsel, kültürel ve hatta politik açıdan ideal bir ‘rüya şehir’ kurmaya adadı. Bu çabalar sonucunda 929-1031 yılları arasında Cordoba sadece Endülüs’ün değil tüm dünyanın altın dönemine ev sahipliği yaptı. Tüm dünya tarihi boyunca belki de gerçek anlamda tolerans kültürünün hakim olduğu, kültürel çoğulculuğun yaşandığı ve 3 farklı dinin huzur ve refah içinde yaşadığı bir şehirdi Cordoba. Cordoba Halifesi Abd-ar Rahman III ve sonrasında tahta geçen oğlu Al-Hakim II’nin saltanatı sırasında en muhteşem yıllarını yaşayan şehir 10. yy’da ve 11. yy’ın başlarında dünyanın en kalabalık ve en zengin şehri; en önemli ticaret, kültür, bilim ve sanat merkezi konumundaydı. Tüm Avrupa’daki kitap sayısının on katından fazla kitaba sahip döneminin en büyük kütüphanesi, üniversiteleri, Büyük Cordoba Camii ve muhteşem Medina Azahara başta olmak üzere sarayları, camileri, hamamları ve yoğun bir ticaretin gerçekleştiği dükkanları ile dünyanın parlak süsü olarak tanımlanıyordu.Cordoba bu iki farklı tür tarihi şehir arasında bir yerde yer alır: Bir yanıyla sanki tarihe gömülmüş gibidir Cordoba; sanki bir tür arkeolojik kazı alanını ziyaret ediyormuş hissine kapılmanızı sağlar. Tarihin o ihtişamlı geçmişi o kadar geride kalmıştır ki (gerçekten de öyledir. Aradan tam 1000 sene geçmiştir) sanki o tarihten geriye sadece görmekli anıtların kalıntıları, bir kaç kırık dökük vazo ve sikke varlığını sürdürüyor gibidir. Cordoba hüzünlü bir şehirdir; geçmişine bakıp taşlarında, Guadalquivir’in durgun akışında, Mezquita’nın ihtişamında, Arapça ‘parlayan şehir’ anlamına gelen ve sadece Endülüs’ün değil muhtemelen dünya tarihinin de en görkemli sarayı olarak bir saray-şehir olarak tasarlanan ama kardeşler arasındaki taht kavgasının sonucunda patlayan bir iç savaşta yıkılan Media Azahara’nın kalıntılarında hüznü hissetmemek olası değildir. Yeryüzünde cenneti yaratmak için inşaa edilen Medina Azahara’nın muhteşem bahçelerinin, tarihte taş süsleme sanatının geldiği en üst nokta olarak kabul edilen duvarlarının birer yıkıntıya dönüşmesi Cordoba’nın altın döneminin de sonuna geldiğinin mükemmel bir sembolüdür. Bugün bir tür arkeolojik site olarak gezilen ve neredeyse bir yıkıntı halinde olsa bile güzelliğinden arta kalanların uyandırdığı hayranlık bu hüznün hissedilmesine engel değildir.

Cordoba fazla iyiydi, idealdi; bu dünyaya ait değil gibiydi ve adeta kendi kendinin kurbanı oldu. İhtişamının doruğuna ulaşmasının ve dünyadaki cenneti yaratmaya çok yaklaşmasının ardından iktidar mücadeleri ve iç savaşlarla eski günlerinden çok uzaklaştı ve çöküş dönemine girdi. Bunların yanında Al-Hakim’in ardından Halifelik’i yöneten Vezir Al-Mansur tutucu İslam Bilginleri’ni memnun etmek ve onların desteğini almak için Cordoba Kütüphanesi’ndeki felsefe kitaplarını yaktırdı ve Cordoba’nın sadece politik ve ekonomik olarak değil kültürel olarak da çöküşü başladı. Al-Mansur sonrasında tarihte Fitna Al-Andalus olarak bilinen taht kavgaları tüm şehrin çöküşünü ve bir medeniyetin sonunu getirdi. ‘‘Endülüs’e Ağıt’’ şiirinde Ebu’l-Beka Er-Rindi şöyle der:

Toprağı buram buram bilgi tüten Kurtuba.
Bilginlerinin adı ta uzaklarda çınlayan Kurtuba’ya ne oldu







BÜLENT TUNGA YILMAZ'

Alıntıdır_


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder