10 Mayıs 2018 Perşembe

Suriye'yi Nasıl Kaybettik ?Anılarla

surıye fılıstın ile ilgili görsel sonucu
402 sene boyunca vilâyetimiz olan Suriye'yi biz 1918'de kaybettik ve Şam 1 Ekim günü İngiliz birlikleri ile isyancı Şerif Hüseyin'in adamları tarafından işgal edildi...
Bağdat o tarihten daha önce, 11 Mart 1917'de düşmüş, Irak'ın Musul haricinde tamamı İngilizler'in eline geçmiş, çarpışmalar Filistin ve Suriye cephesinde yoğunlaşmıştı. Alman generali Liman von Sanders'in emrindeki Türk kuvvetleri, Fransızlar ile Şerif Hüseyin'in desteklediği İngiliz birlikleri karşısında 19 Eylül 1918'deki Nablus Savaşı'nı kaybettikten sonra geri çekildiler, von Sanders ertesi gün Nâsıra'da bulunan karargâhımıza yapılan İngiliz baskınında esir düşmekten son anda üzerindeki gecelik entarisi ile kaçıp kurtuldu, daha geriye çekildi ve Suriye'deki kasabalar peşpeşe İngiliz işgaline uğradı.
19 Eylül sabahı General Allenby'nin emrindeki İngiliz birliklerinin aylardır beklenen genel taarruzu başladı. Mustafa Kemal'in Yedinci Ordusu çevrilme tehlikesine karşı önce Şeria Nehri'nin doğusuna çekildi. Önceleri yavaş yapılan çekilme gün geçtikçe hızlandı; Şam'ın 1 Ekim'de düşmesi üzerine, İstanbul 5 Ekim'de ateşkes konusunda aracılık yapması için Birleşik Amerika'ya müracaat etti ve Halep'in de 26 Ekim'de elimizden çıkmasının ardından, 30 Ekim günü Mondoros'ta malûm mütareke imzalandı.
Dört asır boyunca İstanbul'dan giden valilerin ve mutasarrıfların idare ettiği topraklar, böyle birkaç gün içinde elimizden peşpeşe kopup gidiverdi...
Mustafa Kemal, Halep'in İngilizler'in eline geçmesinden üç hafta kadar önce, 1918'in 7 Ekim günü İstanbul'a bir telgraf göndermiş, 19 Eylül'de Nablus'ta yaşanan bozgunun sebeplerini ayrıntıları ile yazmış, birliklerimizin İngiliz hücumu karşısındaki savunmasını ve ric'atini anlattıktan sonra telgrafı "Artık, barıştan başka bir çare kalmamıştır" sözleri ile bitirmişti.

telgrafın tam metni:
"...Eylül on dokuzuncu gecesi düşman evvelâ Yedinci Ordu'ya taarruz etmeye başladı. Düşmanın iki taarruzunu tevkif ettim (durdurdum). On dokuz sabahı garbımızda (batı tarafımızda) bulunan Sekizinci Ordu -Cevad Paşa- kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında inhilâl etti (dağıldı).
Bundan dolayı Yedinci Ordu'nun sağ cenahı ve hatt-ı ric'ati (geri çekilme yolu) tamamen düşman tarafından tutuldu. Sağımızda bulunan Dördüncü Ordu -Mersinli Cemal Paşa- hissizliğin azamîsini ibraz etti (gösterdi). Elzem olan muavenetten istinkaf etti (gerekli yardımdan kaçındı). Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek, cenuba olan cephemi garba tebdîl (güneye olan cephemi güneye çevirerek) ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Cebel-i Aclûn dahilinde ve Der'a-Mezrib hattında ve oradan kemâl-i şeref ve namus ile gerek İngiliz takip kıtaatı (kıt'aları) ile ve gerek Şerif kıtaatı (kıt'aları) ile muharebe ede ede Şam'a kadar gittim.
Orada, Liman Paşa'nın emriyle Şam'ın muhafazası için maateessüf Cemal Paşa'nın taht-ı emrine (emri altına) terk ile kendim de Riyak cephesini tutmak ve orada elde edeceğim kuvvetleri tensîk etmekle (düzenlemekle) tavzif eyledim (görevlendirdim).

Cemal Paşa dahi, Şam'ı Rabu Boğazı'na kadar geldiğinden bîhaber kaldığı düşmanın cüz'i (az) kuvveti karşısında kendi ordusuyla beraber benim ordumu dahi terkederek yalnız başına Riyak'a geldi. Ben bundan sonra Riyak'ta teşkil ettiğim kuvvetleri şimale tahrik ederek (kuzeye doğru hareketlendirerek) Şam'da kalan kuvvetlerin dahi İsmet Bey taht-ı emrinde (emri altında) olarak şimale (kuzeye) hareketini emretmek için vasıta buldum. Şimdi üç günden beridir orduyu yeniden Halep cenubunda (güneyinde) toplamakla meşgulüm.


Düşmanın malûm fâikiyeti (bilinen üstünlüğü) karşısında ve bizim ordu namı altında tutulan beş-altışar bin neferimizin ric'ati (geri çekilmesi) tabii idi. Fakat bu ric'at (geri çekilme) daima bir şekil muhafaza edilerek icra edilebiliyor idi:(Murat Bardakçı yazısından kısa alıntı. bu telgrafın Sultan Vahideddin'in ailesi tarafından muhafaza edilen özel evrakı arasında bulduğunu ifade etmiştir.)
Cemal Paşa’nın anılarında arap isyanına dair;

...Şerif Hüseyin en alçak ikiyüzlülere layık bir şekilde beni de, merkezi hükümeti de ve hatta şanlı halifemizi de kandırarak osmanlı hükümeti de ve hatta şanlı halifemizi de kandırarak osmanlı hükümeti aleyhine düşmanlarıyla ittifaktan ve islamlar arasında ayrılık yaratmak ve fesat çıkarmaktan çekinmemiştir.

Şerif faysal 1915 eylül’ünde suriye’ye gelmiş ve oradan istanbul’a gitmişti. İstanbul’da halifenin huzuruna kabul edildiği zaman babasının ve kendisinin sadakat ve kulluğundan öyle alçakça bir lisanla bahsetmişti ki, padişah bu beyanların hakikatinden zerre kadar şüphe etmemişti. Şerif faysal, aynı güvenceyi bütün nazılara verdikten sonra suriye’ye dönmüştü. Kendisini pek ziyade ikram ve hürmetle kabul ettim. Birkaç gün devam eden misafirliği sırasında, babası tarafından kanal seferi’ne katılmak üzere 1500 hecinliden oluşturulan bir gönüllü birliğini kendi kumandası ile filistin’e gönderilmesini kararlaştırdık. Sonradan kudüs’ü ziyaret etmiş olan şerif faysal, ordu karargahından birçok subay huzurunda bir nutuk vermiş ve pek yakın bir zamanda bir mücahitler kafilesiyle kendilerine katılacağını ve onlarla omuz omuza din düşmanı aleyhine ölünceye kadar muharebe etmekten geri kalmayacağını ceddi olan hazreti peygamberin tertemiz ruhuna yemin ederek vaat etmişti. Dikkat edilsin ki, şerif faysal bu yalan yeminleri ederken, babası mekke’de ingilizlerle eylül ve 5 kasım 1915 tarihli mektuplarını yazıyor ve islam halifeliğine karşı en şiddetli teşebbüslerde bulunuyordu.
(Cemal paşa hatıralar, sf.268-272)”
liman von sanders’in “türkiye’de beş yıl” adlı anılarında (sf. 355-356)
‘ekselanslarına evvelce başka bir münasebetle bildirme şerefine nail olduğum üzere, akabe ile şam arasında aylardan beri günden güne daha aleni hale gelen muntazam bir ticaret ve insan trafiği mevcuttur. Ara menzil havran’dır vs.

Havran’da 30000 kadar iyi silahlanmış dürzi savaşçısı ile en azından aynı sayıda son yıllarda gelmiş ve aynı şekilde silahlı olan ekserisini asker kaçaklarının teşkil ettiği başıbozukluk vardır vs.

Bilindiği üzere zaten itilaf devletleri yanlısı olan suriye halkı düşmana yardım etmeye meyyaldir... (devamında ingilizlerin artan propogandası ve yakında yapılması beklenen ingiliz taarruzundan bahsedilir ki nablus bozgunu ile sonuçlanacaktır bu).”

(kutsal toprakların savunulmasına istinaden Falih Rıfkı’nın görüşleri. Mustafa Kemal de bu savunmaya harcanacak gücün lüks olduğundan bahsederdi)
Yarın öbür gün, arap çeteleri ile sarılacaksınız. Peygamber torunları, ravza’nın yeşil kubbesine kurşun atacaklar. İstanbul elden gidiyormuş gibi telaşlanarak, size anadolu’nun bağrından Türk yavruları göndereceğiz.

“Siz, peygamber torunlarının ateş ve açlık çemberi içinde, bir hurma kurusu bulamayıp deriniz iskeletinize yapışmış ölürken, anadolu çocukları iskorpitten çürüyüp düşen ağızlarının yaraları içinde kavrulmuş çekirge çiğnemeye çalışrak yürekten hz. Fatma’nın, hz. Ebubekir’in, hz. Ömer’in, hz. Muhammed’in sandukalarını savunacaklar.

Ta, şam’a kadar üç gün üç gece süren demiryolunun iki tarafını anadolu Türkleriyle kuşatacağız. Arap kesesine anadolu altını ve arap kursağına anadolu rızkını akıtacağız.

Şaka değil, islam emperyalizmi yapıyoruz. Arap hançerleriyle bağırsakları deşilerek etleri çöl güneşinden kavrulmuş olanlar! Sizler, ey Sarıkamış’ın buz dağı üstünde donmuş olanların kardeşleri, siz hep pomadlı bir yüz derisinin kapladığı boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayalin kurbanları değil misiniz?”
(sf. 69)


liman paşa’nın hatıralarından,“TÜRKLERİN AYAK BASTIĞI YER BİR ASIR VERİMSİZ OLUR” (sf. 316)
Türk taburları 120-150 tüfek mevcuduna gerilemişken, düşman 800-1000 tüfek mevcutlu hint taburlarıyla takviye edilmekteydi (sf. 325, 16.6.1918 tarihli rapor) ki ortalama 7 kat fazla mevcuttan bahsediliyor. Hiçbir şey bana, türk birliklerinin muharebe gücünü kaybettiğini 14 temmuz’daki kadar göstermemişti. Burada görülen olaylar, savaşın ilk yıllarında emrimdeki birliklerin hiçbirinde görülmezdi!” (sf. 341-342)”


Mustafa Kemal bu cepheye bilerek gönderilmiştir.

Enver paşa’nın bir genelgesiyle, kafkas cephesi’ne gitmek üzere başvuracak subaylara TERFİDE ÖNCELİK VE ÇİFT MAAŞ vaat edilmişti! Birçoğunun bunu kabul etmesi, onların ordu grubu’nda (yıldırım) çoğu kez normal maaşlarını bile alamadıkkları ve aileleri için endişe duyarak yaşadıkları için gayet tabii idi. Çok daha rahat ve uzun süre muharebe ihtimali olmayan bir cephede istihdam için, şiddetli savaşların olduğu bir cephenin subaylarına terfide öncelik ve maaş artışı sunulması HARP TARİHİNDE GÖRÜLMEMİŞ BİR ŞEY OLMALIDIR. İstanbul’daki büyük yangından sonra aileleri evsiz barksız kaldığı için birçok subaya oraya gitmeleri için izin verilmiş ve bundan dolayı subay eksikliği daha da artmıştı. (sf. 242-243)”


liman paşa, enver’in söylediğine göre toros tünellerinin 21 eylül’den itibaren çalışma nedeniyle 10 gün kapalı kalacağının söylenmesinin ingilizlerce öğrenildiği ve buna göre taarruz yapılacağını bildirir. Taarruz sırasında destekde alamayacaktık.


kafkas cephesi için gönderilen tümenler 9000 kişi mevcuda ulaşırken, hayati önem taşıyan filistin’deki tümenler takribi 1300 (sanders, sf. 367) kişi mevcutlu, yorgun, sürekli firar eden (sanders, sf. 367: 15 ağustos-14 eylül arasında 8. ordunun %10’u cephe gerisine kaçmıştır), aç askerlerden ve çoğu araplardan oluşmaktaydı.

“Ordu grubu f’nin (yıldırım orduları grubu’nun muhtemelen almanca diğer adı) cephesinde durum gitgide kötüleşiyordu. Her taraftan askerlerin tamamen bitap düştüğüne, koşum ve yük hayvanlarının faydalanılamaz hale geldiklerine dair nahoş haberler yağıyordu. Orduların hareket kabiliyetine tesir eden hayvanların durumunu çok ciddi bir görüş olarak değerlendirmek gerekir. Aylardır, günde sadece 1-1.5 kg arpa verilen (o da bulunabilirse) hayvanların, mayıs ayından beri devam eden yakıcı sıcak nedeniyle besleyici otlaklar ve yeterli su bulunamadığı için her üç orduda da yüzlercesi ölüyordu. Emretmiş olduğum üzere, münferit bataryaların ve topların geceleri birkaç yüz metre uzaktaki farklı mevzilere kaydırılmaları sırasında çok bütük zorluklarla karşılaşılıyordu. Çünkü koşum hayvanlarının büyük bir kısmı yokuş yukarı veya engebeli arazide toplarını çekemiyorlardı.
...
11 eylül’de enver paşa, ordu grubu için akla gelebilecek her nevi yardımı vaat etti, ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi." liman von sanders


ingilizlerin, sömürgelerinde düştüğü durumu lloyd george’un Türkiye üzerine görüşleri ;“... doğudaki çalışmamız bakımından Türklerin bize savaş ilan eder etmez yenilip itibarlarını kaybetmeleri çok önemli idi. Türk ordularının üç sefer yılı boyunca eş şartlar altında bizi arka arkaya birtakım vuruşmalarda yendikten sonra ancak ezici sayıda kuvvetlerimizce sonda yenilmiş olmaları doğuluların kafasında kötü bir tesir bırakmıştır. " (cilt 4, sf. 1801)

Balkan savaşı’nda skandal bir şarköy çıkarması yaptırır enver. Aynı dönemde, henüz askerlikten ayrılmamış arkadaşı ali fethi (okyar) ile birlikte Mustafa Kemal ağır bir analiz sunar merkeze. Talat paşa görüşmek için onları ziyaret eder, ancak arkadaşı fethi’yi ittihat ve terakki’nin üst kademelerine alırlar. Gerçi daha sonra sofya’ya elçi olarak gönderilir, Mustafa Kemal de ataşemiliter olarak arkadaşının yanına yollanır. Ufukta bir dünya harbi varken görev almak ister, bir süre sonra ortada bile olmayan 19. ihtiyat tümenine atarlar. Oradan oraya dolaşırken birliğinin mevcut olmadığını öğrenir ve 19. tümeni toplar. Bu tümen daha sonra çanakkale savaşı’nın kaderini belirleyecektir ve Mustafa Kemal bunu emir beklemeksizin yapacaktır. Daha sonradan da anafartalar’da kontrolü aldıktan sonra ağustosun 10’undan sonra savaşın sonucunu fiili olarak hazırlayacak hücumları hazırlar. Liman von sanders, henüz milli mücadele bile başlamamışken yazdığı anılarında her bir başarıyı alman subaylara atfederken (Türkiye’deki alman heyetinin başında olduğundan, daha çok almanların faaliyetleri hakkında konuşması da bir bakıma doğaldır, acımasız olmamak gerekirse), çanakkale ve suriye cephelerinde Mustafa Kemal’den övgüyle bahseder.

6-) Savaş sonunda ordu içinde Mustafa Kemal sivrilmiş, ancak enver onun gazete ve askeri yayınlarda kapaklarda bulunmasına mani olur, “zafer milletindir, kişilere mal etmeyin” diyerek ego savaşlarının (çanakkale ziyaretinde Enver, her cepheyi ziyaret ederken Mustafa Kemal’i ziyaret etmez, bunu kendisine karşı bir tavır olarak gören Kemal ise istifasını sunar. Buna liman von sanders engel olur ki kendisi bunun 10 katı miktarda istifaya yeltenmiştir enver yüzünden) bir örneğini verir.

7-) Talat paşa Enver’e, Mustafa Kemal’in paşalığa terfisini neden hala gerçekleştirmediğini sorduğunda:

“- Mustafa Kemal’in mirlivalığa terfi iradesi cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O hiçbir şeyle memnun olmaz (selanik’te kendisi için daha önceden açgözlü, habis gibi yakıştırmalar yapılmıştır ileri görüşlü tenkitleri yüzünden). General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik ister. Müşir yaparsınız bununla da yetinmez padişahlık ister!”
(tek adam, Şevket Süreyya Aydemir, c1 sf.260)


1916 ortalarında yakup cemil, teşkilatı mahsusa üyelerinden bir grupla darbe girişiminde bulunacağı istihbaratı üzerine kurşuna dizilir. Fikri, başa Mustafa Kemal’i geçirmektir ama bu konuda Rauf bey’in aktardığına göre “eğer harbiye nezaretine gelseydim, ilk önce yakup cemil’i cezalandırırdım” der Mustafa Kemal. Yine Rauf bey’in aktardığına göre Enver kendisine “Mustafa Kemal Paşa nedense, sadece vazifesine taalluk eden noktalardaki kanaatlerini söylemekle kalmıyor, askerlikle bağdaştırılması kabil olmayan hususi ve siyasi tahriklere de teşebbüs ediyor. Her halde duymuşsundur, bir defa bazı ordu kumandanlarına telgraflar çekerek, hepsini birlikte harekete davet ve itaatsizliğe teşvik etmişti” der. Bu, ikili arasındaki durumu gösterir.


Padişahla özel bir görüşme talep eder, bir gün yanında alman generaller olduğu halde kendisini kabul eder:

“- sizi suriye kumandanı tayin ettim. O tarafları düşman eline geçirtmeyeceksiniz!

Mustafa Kemal, tertibi derhal anlar. Bu enver paşa’nın işidir. Ve enver paşa zaten padişahın kabul odasının dışındaki salondadır. Ama ne diyebilir? Alman generalleri yanında bir Türk kumandanı, başkumandan durumunda da olan padişahın bir emrini nasıl reddedebilir? Bunun yanında padişah, alman generallerine dönmüş, yeni bir vazife verdiği kumandanı tanıtmakta, övmektedir:


bu kumandan, dediklerimi yapabilir.

İstemeyerek teşekkür eder, huzurdan çıkar. Dışarıdaki salonda enver paşa, yanında vehip paşa ile, gülümseyen bir yüzle karşısındadır (zaten o pek seyrek olarak ve ancak hafifçe gülümserdi). Mustafa Kemal sözlerini esirgemez:

- Bravo, tebrik ederim. Muvaffak oldunuz. Azizim bari biraz esaslı tedbirler üstünde konuşsak? Benim bildiğime ve anladığıma göre, artık suriye’de ordu, kuvvet, vaziyet sözden ibarettir. Beni oraya göndermekle güzel intikam alıyorsunuz. Sonra usul dışı bir şey yaptınız: padişaha bana emir verdirdiniz.

Enver paşa gülümsemesine devam eder ve mustafa kemal’e göre anlamsız ve duygusuz hallerini muhafaza eder. Tarih 7 ağustos 1918’dir." (sf. 285)

Liman von sanders’e göre Mustafa Kemal, çekilmekte olan 7 ve 8. ordu askerlerinden 1 ve 11 no’lu iki tümen teşkil etmiştir ve her birinin mevcudu 5500 civarındaydı. Daha sonradan 4. ordu da lağvedilip kendi emrine verilmiştir.

8. orduya haber vermeden ordusunu geri çekti” meselesine. Cehalet çok zor, 8. orduya haber vermeden çekilme gibi bir iddiayı ortaya atabilmek için ne ali fuat’ın, ne ismet’in, ne sanders’in, ne guhr’un anılarını okumamış olmak gerekir. Çünkü savaşın daha ilk gününden ingilizlerin 4. ordu cephesine göstermelik bir saldırı yapıp (bu hareket sayesinde savaşta yardıma gelemez, bir bakıma yanıltma hareketi başarılı olur) 8. ordu cephesinden yarma hareketine girişir. Liman von sanders’ten aktaralım:

“öğleden sonra (19 eylül) 12’den hemen sonra nasıra ile nablus arasındaki bağlantı yeniden sağlanınca düşmanın, sahil kesiminin her yerinde süratle ilerlediğine ve 8. ordu’ya bağlı olduğu anlaşılan bir kısım birliklerin tulkern’den anebta istikametinde çekilmekte olduklarına dair tamamen şaşırtıcı bir haber gelmişti. Çok top kaybedilmiş, tulkern’deki 8. ordu kumandanlığı ile artık bağlantı sağlanamıyormuş.

7. ordu kumandanlığı, cephesindeki düşman saldırılarını şimdiye kadar büyük ölçüde püskürtmüş olduğunu, ama şimdi artık albay von oppen’in birlikleriyle (8. ordunun, 7. ordu ile sınırındaki birlikleri) irtibatı sağlamak için 3. kolordu ile de birlikte geri hatlara çekileceğini bildirdi. Kararlarını onayladım ve 7. ordu kumandanlığı’na, nablus’ta emrine amade olan 110. piyade alayı ile toparlayabileceği ne kadar kuvvet varsa, oradaki vadiyi kapatmak için hemen anebta’ya doğru yola çıkmasını emrettim.”
(Türkiye’de beş yıl, liman von sanders, sf. 376)
Suriye macerasının sonucunda Falih Rıfkı’nın, cephede çarpışmış bir ismin yazdıkları gerçekten özetleyicidir:

“Kanal’a giden alman’ın ismi fon kress’di. Kemik yerine sinirden yapılmış bir enerji iskeletini andıran bu zat, bütün çöl harplerinin başında bulunmuştur.
Eski alman orduları başkumandanı fon falkenhein, galiba, haleb’de toplanan ordularla bağdad’ı almaya çalışacaktı. O mümkün olmaduğu için, filistin cephesini kendisine verdiler. Fon kress, cemal paşa’nın emrinde idi. Falkenhein ve ondan sonra liman fon sanders, cemal paşa’sız kumanda etmişlerdir.

Hiçbirinin durduramadığı ingiliz seli, yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından haleb aşağısında tutulmuştur. “
(zeytindağı, Falih Rıfkı, sf. 113)


10 Haziran günü Enver'den şu telgrafı aldım:

"Alman Genel Karargahının emri ile, XI. Avcı Taburu Filistin'den İstanbul'a nakledilecektir.

Haziranda Başkomutan Vekili"

Derhal şu cevabı verdim:

Avcı Taburu konusunda bir açıklama yapılmasını rica ederim. Zira Filistin Cephesinde başarı kazanmamız isteniyorsa, bu birliğe burada çok ihtiyaç vardır.

Liman von Sanders

Telgrafım cevapsız bırakıldı.

11 Haziranda General Lenthe'den aldığım bir haberde ise, Avcı Taburunun Karadeniz sahilindeki Batum'a gönderilmesi ihtimali olduğu bildiriliyordu.(..)

Sanders devam ediyor:

Bugünlerde Enver ile aramdaki bazı telgraf yazışmalarını buraya aynen alıyorum ki, olaylar hakkında karar verirken yanlışlığa düşülmesin.

15 Haziranda Enver bana şu telgrafı gönderdi:

Türk Genel Karargahı
Harekat Şubesi
1210
İstanbul : 15.6.1918

Harp durumunun gereği olarak, Alman Genel Karargahı, Filistin'deki Alman birliklerini geri çekmeyi düşünmektedir. Önce üç avcı taburunun nakli emredilmiştir. Öteki Alman birliklerinin ne zaman çekileceği belli değildir. Alman Genel Karargahı ile aramızdaki görüşmeler açıklık kazandıktan sonra, zatıalinizin düşüncelerini de soracağım.

Bu telgraf 16 Haziran günü saat 12.00'de elime geçti. Enver'e derhal verdiğim cevap şöyleydi:

Nablus : 16.6.1918

Zatıalinizin 1210 sayılı gizli telgrafını aldığımı bildirmekle şeref duyarım. Eğer Alman Genel Karargahı, buradaki birlikleri harbin akibetini tayin edecek Garp Cephesine amak istiyorsa, buna karşı diyecek sözüm yoktur. Ama buradaki Alman birliklerini Kafkasya'ya ya da başka bir Türk cephesine almak niyetinde ise, bu durum, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığını üzerime aldığım zaman sizinle yaptığımız anlaşmaya uymamaktadır. Bu takdirde Grup Komutanlığından derhal çekilirim. Zira Filistin Cephesinin durumunu yanlış değerlendirmeye dayanan bu tedbir, feci sonuçlar verebilir. Gelecek ilk büyük İngiliz taarruzu sonunda Ordular Grubunun geri çekilmesi ve Filistin ile Suriye'nin düşman eline geçmesi sorumluluğunu üzerime alamam. Cephede durum, öyle bir hal almıştır ki, Alman birlikleri, gelecekteki harekatın belkemiğini teşkil etmektedir. 10 ve 12 Nisan günlerinde düşmanın Rafat ve Burukin'deki taarruzlarını ancak Alman birliklerinin yardımı ile önleyebildik. İki Şeria Muharebesini de gene bunların yardımı ile kazandık.

7 ila 9 Haziran günlerinde, Sahil kesimindeki son taarruzda, XI. Avcı Taburu, Ordular Grubunun biricik ihtiyatını teşkil ediyordu. En sonunda bu taburu dahi muharebeye sokmak zorunda kaldık.

Üç aydır devam eden şiddetli muharebeler yüzünden Türk alaylarının mevcudu (makinalı tüfekler hariç) 350-400 tüfektir. Birçok piyade alayı, bundan bile zayıftır.

Mevcutları 800 - 1000 olan Hint taburları ile değiştikten sonra, düşmanın kuvveti daha da artmıştır. Şimdiye kadar cepheye sokulan Hint alayları iyi savaşmışlardır. Düşman, piyade bakımından bizden üç dört kere daha kuvvetli ve topçu bakımından ise çok üstündür. Bunun dışında Şeria Doğusunda asi Arapların gittikçe çoğaldığı ve teşkilatlandığı da unutulmamalıdır. Gerçek budur. Türk birlikleri ile omuz omuza savaşan Alman birliklerinin geri çekilmesinden doğacak manevi tepkiler, çok büyük olacaktır. Bu durum, etkisini asi Araplar üzerinde de gösterecektir. Çünkü Araplar Alman birliklerine ve subaylarına büyük önem veriyorlar. Eğer Alman birlikleri, harbin kaderini çizecek Garp Cephesinde kullanılmak için alınıyorsa, bütün bu sayıp döktüğüm mahzurlara rağmen, bu çekiliş mazur görülebilir. Ama Türkiye'de başka bir cephede kullanılmak üzere geri alınıyorsa, hiç bir mazeret, asla şayanı kabul değildir.

Liman von Sanders

Enver'in 15 Haziranda bana gönderdiği ve yukarıda bahis konusu edilen telgrafı, hiç değilse başka kararlar alınmadan benim düşüncemin sorulduğu şeklinde yorumlamıştım. Yanılmışım. Benim yukarıdaki cevabım daha İstanbul'a ulaşmadan, 16 Haziran günü öğleden sonra saat 5.10'da çekilen Türk Genel Kurmay Başkanlığının şu telgrafını aldım:

"Alman Genel Karargahı, bütün Alman birliklerinin Filistin'den tedricen çekilmesi konusunda kesin karar almıştır. Önce XI. Avcı Taburu ve sonra 146. Piyade Alayı nakledilecektir... v.s..."

Bundan sonrasında Sanders'e; Ordular Grubu emrine Kafkasya'dan bir tümen ile İzmir'den bir tümen gönderilmesinin "düşünüldüğü" bildiriliyor. Sanders, bu hususta şu notu düşüyor:

"Bu iki tümenin Filistin Cephesine gelebilmeleri için aradan aylar geçmesi gerektiğini biliyordum."

Kont Bernstorff da cevabi telgrafında, XI. Avcı Taburunun Gürcistan/Batum'a gönderileceğini teyit ediyor. Alman Genel Kurma Başkanı General Ludendorff da 21 Haziranda Sanders'e Almanya'dan çektiği telgrafta Avcı Taburunun Kafkasya'ya gönderileceğini bildiriyordu. Bu konuda Sanders şöyle diyor:

"Avcı Taburunun Kafkasya'da kullanılacağını bilmeyen tek adam olarak ortada Enver kalıyordu ki, bu inanılması gerçekten güç bir durumdu."

Bundan sonrasında Sanders 22 Haziranda yeniden bir istifa telgrafı çekiyor ve aynı günün akşamı Enver Paşa'dan; "gerek tümü, gerek ayrıntıları bakımından bir ölçüden mahrum" diyerek kitabına almadığı bir telgraf alıyor. 23 Haziranda ise Alman İmparatorundan "makamında kalmasını temenni ettiği" bir telgraf alıyor ve Sanders yerinde kalmaya mecbur oluyordu...(A. Hüsnü Sezgin Blog sayfasından alıntı)
Derlemedir..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...