4 Mayıs 2018 Cuma

İstanbul’un İşgali: 13 Kasım 1918 - 16 Mart 1920













İstanbul, 1453 yılından Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğunun başkentliğini yapmıştır. Savaşın sonunda İtilâf devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) tarafında 16 Mart tarihinde önce denizden gemilerle abluka altına alındı. Daha sonra da gemilerden karaya çıkan düşman askerleri tarafından işgal edildi. Kanlı işgal hareketi sırasında çok sayıda sivil, asker ve görevli vatandaşımız öldürüldü. Hükümet daireleri, kışlalar işgal edildi, meclis kapatıldı.

O günlerde İstanbullular çok acı günler yaşamışlardır. O günleri yaşayan yurttaşlarımız, olayı anlatırken hâlâ gözyaşlarını tutamamaktadırlar.

8 Kasım 1918’de de dört Fransız subayından oluşan bir heyet Arian adlı bir gemiyle Galata rıhtımına çıkıp yaya olarak Beyoğlu’ndaki Fransız elçiliğine gitmiştir. Bu subayları Beyoğlu sokaklarındaki geçişleri sırasında azınlıklar sevinç gösterileriyle selamlamışlardır.

“Arian’ın Galata rıhtımına yanaşması ve gemiden çıkan dört Fransız subayının yaya olarak Beyoğlu’ndaki sefarete kadar gitmeleri, Galata'dan Beyoğlu’na kadar tüm sokaklarda binlerce İstanbullu Rum, Ermeni, Yahudi ve Lavantan ile bazı işbirlikçi Türklerce doldurulmasına, ‘Yaşasın Fransa! Yaşasın Hürriyet!’ diye bağrışmalarına ve alkış tutmalarına yol açmıştır. Fransız subaylarına çiçekler verilmiş, boyunlarına sarılıp ağlayanlar olmuş, ardlarında da korkunç bir kalabalık birikmiştir. ”

İşgalcilere sempatik görünmek isteyen işbirlikçiler ve ayrılıkçı unsurlar Galata rıhtımı, Tophane, Yüksekkaldırım, Beyoğlu caddesi ve yan sokakları İngiliz ve Fransız bayraklarıyla donatmışlardır.

10 Kasım 1918’de ise iki İngiliz, bir Fransız generali birlikte İstanbul’a gelmiştir.

12 Kasım 1918’de bir Fransız tugayı İstanbul’a girmiştir.

13 Kasım 1918’de 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan 61 parçalık İtilaf donanması Boğaz’a girerek İstanbul’u işgal etmiştir. 1 5 Kasım’da bu donanmadaki gemilerin sayısı 167’ye çıkmıştır.

Bu işgal donanmasından İstanbul’a 3500 kişilik bir kuvvet çıkarılmış ve şehrin değişik yerlerine konuşlandırılmıştır. Bu işgalci kuvvetin 1500 kadarı İngiliz, 540’ı Fransız, 470’i İtalyan ordusuna mensuptu. Bu 3500 kişilik kuvvetin, 1500’ü Rumeli Kavağı, Yenimahalle, Büyükdere’den Bebek’e kadar olan bölgeye yerleştirilirken, 2000’i Beyoğlu’na yerleştirilmiştir. İşgalci birliklerin kışla ve okullara (GS Lisesi, İngiliz Kız Okulu gibi okullar) yerleştirilmelerinden sonra, özel binalar da keyfi olarak işgal edilmeye başlanmıştır.

İşgal kuvvetlerinde İngiltere’yi Amiral Calthorpe (İngiliz Yüksek Komiseri) temsil edecektir. Yardımcıları, Koramiral Richard Webb (Yüksek Komiser Yardımcısı), T.B.Hohler (Birinci siyasi memur) ve Ryan’dır (İkinci siyasi memur). Fransa’yı Wisamiral Amet (Fransız Yüksek Komiseri) temsil edecektir. İtalya’yı ise Kont K. Sforza (İtalyan Yüksek Komseri) temsil edecektir.

13 Kasım 1918’de bir işgalci İngiliz taburu İstanbul’da gövde gösterisi niteliğinde bir yürüyüş yapmıştır.

Aynı gün bir işgalci Fransız kıtası da büyük gösterilerle karaya çıkıp Fransız elçiliğine yürümüş ve işgalci Fransız askerleri limandaki 3 römorköre zorla Fransız bayrağı çekmişlerdir.

13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan donanmalarından oluşan 61 parçalık bir işgal gücünün Çanakkale Boğazı’ndan elini kolunu sallayarak geçip İstanbul Boğazı’na girmesi Türk insanını derin bir yasa boğmuştur. Çünkü daha yaklaşık dört yıl önce Türk insanı, bu işgal donanması bu boğazlara girmesin diye Çanakkale Savaşı’nda varını yoğunu ortaya koymuş, 200.000’den fazla şehit vermiş ve düşman donanmasının Çanakkale Boğazı’nı geçmesine engel olmuştu. Ama şimdi, bu büyük direnişten sadece dört yıl sonra düşman donanması güle oynaya İstanbul’a geliyordu. Bu kahredici bir işgaldi!

Lord Kinross, o işgal günlerindeki İstanbul’u ve İstanbul’daki azınlıkların ve Müslüman Türklerin durumunu çok çarpıcı bir dille şöyle ifade etmiştir:

“Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi, ancak ekmek almak için dışarı çıkıyorlardı. Bazıları şehre girmiş olan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin yanında iş bulabilmek için feslerini atarak Türk olmadıklarını bile ileri sürüyorlardı. Beri yandan Rumlar, sokaklarda caka satarak dolaşıyor ve rastladıkları Türkleri, itip kakarak duvar kenarına sürüyorlar, geleni, geçeni Yunan karargâhında dalgalanan mavi beyaz bayrağı selamlamaya zorluyorlardı. Türkler bu aşağılamaya boyun eğmemek için arka yollardan dolaşmak zorunda kalıyorlardı. Bir gün İstanbul sokaklarında panik yaratan bir söylenti duyuldu: ‘Ayasofya’ya çan takıyorlarmış!’ Bir Müslüman kalabalığı çığırından çıkmış bir halde Ayasofya’ya koştu. Ama Türk askerlerinin hâlâ avluda nöbet tutmakta olduğunu görünce rahat nefes aldılar.”

Beyoğlu’nda bir İngiliz taburu, İstanbul’da bir Fransız taburu, Boğaziçi’nde bir İngiliz tugayı ve bir Fransız tümeninin önemli bir bölümü bulunuyordu. İngilizler, İstanbul’da Kilyos’a kadar olan bölgeleri işgal etmişler, işgal kuvvetleri Karadeniz’den gelebilecek denizaltılara karşı Boğaz girişinin her iki yanına birer batarya yerleştirmişler; 3 İngiliz motoru da Boğaz ağzına konuşlanarak Boğazı gözetlemeye başlamıştı.

27 Kasım 1918’de İngiliz Generali Milne İstanbul’a gelerek, Haydarpaşa’dan Anadolu’ya uzanan demiryoluna el koymuştur.

8 Şubat 1919’da Fransız General d’Esperey’in İstanbul’a ikinci gelişinde yaşananlar işgalin çirkin yüzünü olanca açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Şöyle ki: d’Esperey, İstanbul’dan Beyoğlu’na doğru bir zafer alayı düzenlemiştir. Fatih’in İstanbul’u fethederken bindiği beyaz atı anımsatırcasına beyaz bir ata binen d’Esperey’e, atın her iki yanında yürüyen iki zenci eşlik etmiştir. Kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu atını ürküttüğü için kırbacını sallayarak ve “sus” diye bağırarak durdurmuş ve Dolmabahçe Sarayı’na oturmak istediğini belirterek Padişahın oradan uzaklaştırılmasını istemiştir. d’esperey, küstahçatavırlarıyla Osmanlı sadrazamlarını ve Türk subaylarını bile aşağılamaktan çekinmemiştir.
Bu olay üzerine Süleyman Nazif, 9 Şubat 1919 tarihli Hadisat gazetesi’nde “Kara Bir Gün” başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Bu yazıyı okuyan şımarık Fransız d’Esperey, çılgına dönerek önce Süleymen Nazif’in “kurşuna dizilmesini” istemişse de sonra Malta’ya sürgün edilmesiyle yetinmiştir.

İşte o yazıdan bir bölüm:

“Fransız generalinin şehrimize gelişi münasebetiyle birtakım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş Türk’ün ve Islamın kalbinde müebbeden kaynayacak bir ceriha açtı...Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak büyük Napolyon’un neşide-i mütehacire-i muzafferiyatı olan ‘tak-ı zafer’ altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemiştir ve bizim dün sabah saat dokuzdan onbire kadar hissettiğimiz yeis ve azabı duymamıştır. Çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar o matemi milli karşısında aynı telehhüf ve hicap ile ağlamış ve kızarmışlardı...”

İşgal güçleri sadece sokaklarda gösterişli yürüyüşler yapmakla kalmamış, her fırsatta Müslüman Türkleri de aşağılamıştır. G. Jaeschke, bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir: “Etrafa galip sıfatıyla meydan okundu. Türk örf ve adetlerine karşı saygısız davranıldı.” Bu yapılanlar karşısında halkın telaş ve şaşkınlığı hakkında Times muhabiri 16 Kasım 1918 tarihindeki haberinde “Türk memur ve matbuatı tam bir şaşkınlık içindedir “ demiştir.


Fahrettin Altay Paşa’nın şu anısı, Allenby’in bu isteklerinin Osmanlı yöneticilerince nasıl yerine getirildiğini bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir:

“Mütareke, bütün ağırlığıyla kendisini duyuruyordu. Konya’da bir İngiliz subayı gelip demiryolunun yönetimini eline aldı. Bütün cephane ve silah depolarının kapısına kilit taktırdı. Silahların mekanizmalarını toplayıp bir sandığın içine doldurttu ve üzerine de işgalin mührünü bastı”.

İngilizler kısa sürede İstanbul’daki bütün önemli devlet kurumlarına el koymuşlar, Ermeni olaylarına karıştıkları iddiasıyla bütün “vatanseverleri” ve “İttihatçıları” tutuklatıp önce Bekirağa Zindanı’na sonra da Malta Adası’na sürgün ettirmişler, Sözde Ermeni Soykırımına karıştığı iddiasıyla Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i tutuklatarak halkın gözleri önünde Beyazıt Meydan’ında idam ettirmişler, İstanbul’un üzerinde uçan İngiliz uçaklarıyla halka korku salmaya çalışmışlar, basın ve mektuplara sansür koymuşlar, hükümete istedikleri memurları görevden aldırıp istedikleri memurları görevlendirme yönünde baskı yapmışlar, Anadolu’ya kontrol subayları ve ajanları göndererek muhtemel direnişi önlemeye çalışmışlar, işgalci Yunan ordusunu maddi ve manevi bakımdan desteklemişler ve dahası yeri gelince (ileride anlatılacaktır) İngiliz orduları Türk ordusuyla sıcak çatışmaya da girmişlerdir.

İngilizler, Osmanlı başkenti İstanbul’u iki kez işgal etmişlerdir. İstanbul’da Son Osmanlı Meclisi Mebusan’ının açılması ve Misak-ı Milli’nin yayınlanmasının hemen ardından, 16 Mart 1920’de gerçekleştirilen ikinci İngiliz işgali, çok daha etkili ve çok daha yıkıcı olmuştur.

16 Mart 1920 Salı sabahı Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserleri, Sadrazam (Başbakan) Salih Paşa’ya bir nota vererek saat 10’dan itibaren İstanbul’un işgal edilmeye başlanacağını belirtmişlerdir. Ancak işgale çok daha erken, sabahın ilk ışıklarıyla başlamışlardır. Notanın içeriğinde, Anadolu’da Hıristiyanların katledildiği, İstanbul’da asayişin bozulduğu biçiminde gerekçeler ve Atatürk ile öteki milli liderlerin hemen reddedilmesi ve Kilikya’da benzer olayların sürmesi halinde barış şartlarının daha da sertleşeceği gibi “tehditler” vardır. Salih Paşa, gerekçeleri ve istekleri reddederek notayı protesto etmiştir.

16 Mart 1920’deki işgal sırasında 50-60 kişilik bir İngiliz birliği, sabahın erken saatlerinde Şehzadebaşı Karakulu’na gelerek zorla içeri girip henüz yataklarında bulunan 61 Türk askerini öldürmüş, İmalat-ı Harbiye Muhafız Tabur Karargâhı ve Muhafız Birliği’nin ikamet ettiği kışla binası İngiliz deniz askerlerince kuşatılmış, kışlanın etrafına makineli tüfekler yerleştirilmiş, Bahriye Nezaret’i basılarak 5 dakika içinde boşaltılması istenmiş ve buradaki bütün silahlara el konmuş, telefon telleri kesilmiş, dosyalar karıştırılmış, Harbiye Nazırı’nın odasını basan İngilizler, Nazır’ın göğsüne silah dayamışlar, Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli, Kasımpaşa, Kadıköy ve Üsküdar’daki caddeler İngilizlerce tutulmuş, gidiş geliş engellenmiş, Boğaz’daki vapur ve sandal trafiği engellenmiş, Ahırkapı İnşaat Fabrikası, Otomobil Taburu ve Müze-i Hümayun Fransızlarca işgal edilmiş, Süleymaniye Camii avlusundaki ve Ayasofya’daki Türk askerleri kuşatılarak makineli tüfek tehdidi altına alınmış, Harp Okulu’na ve İngiliz ve Fransız elçiliklerine makineli tüfekler Beyoğlu’na toplar yerleştirilmiş; özetle haberleşmeye el konmuş, ve devlet daireleri denetim altına alınmıştır.


Şehrin denetimini tamamen ele geçiren İngilizler İstanbul’da sıkıyönetim ilan etmişlerdir. Halkın oylarıyla seçilmiş mebuslardan oluşan Meclis-i Mebusan’ı basıp 150’ye yakın asker ve sivil memurlarla içlerinde Rauf Bey’in de bulunduğu milletvekillerinin büyük bir bölümünü tutuklayıp Malta’ya sürgün etmişlerdir.





SİNAN MEYDAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...