19 Kasım 2017 Pazar

Tanrı nın Türklere armağanı kutsal Yada taşı











Efsanelere göre, Türkler'in elinde bulunan kutsal bir taştır. Bu taşı Türkler'e Tanrı vermiştir. Türkler, bu taşı kullanarak yağmur, kar, dol yağdırabililer, yel estirebilirler, kasırga çıkarabilirler. Yada Taşı, Türk efsanelerine geniş bir etki yapmış, Eski Türk kültüründe önemli bir yer edinmiş mitolojik bir motiftir. Mitolojik motifden de öte, bir tür inançtır

Türkler arasında yağmur, kar yağdırma ve rüzgar estirmeyle ilgili inanç ve etkinlikler çok eski çağlara özgü olup islami dönemde de devam etmiştir. İşin ilginç yanı, bu konuyla ilgili yaşanmış örnekler, tarih kayıtlarına geçmiş olaylar vardır

Türkler'in birçok kavmi egemenlikleri altına alıp çok geniş alanlara yayılmaları en eski dönemlerde bile ilgi çekmiş, bu fatihlik özelliği, yalnızca Türkler'in elinde bulunan Yada Taşı ile açıklanmıştır. Bu taşla Türkler'in istediklerinde yağmur, kar yağdırdıklarına, yel estirdiklerine inanılmıştır. Bu büyülü taş, Tanrı tarafından Türkler'in atasına, istediğinde yukarıda değinilen doğa olaylarını gerçekleştirebilmesi için armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk kamlarının (din adamları), büyük Türk komutanlarının elinde bulunmuştur. Türkler, bazan bu taşı elden çıkarmışlar (örnek olarak, destanlarımızdan ''Kutlu Dağ'' destanında bu konuya değinilir) ve o zaman yıkıma, kıtlığa, darlığa uğramışlar, devletleri kötü durumlara düşmüştür.

Türkler'in Yada Taşı yalnızca Türk kültüründe değil, yabancı kaynaklarda da yankısını bulmuştur. İslam yazarlarına göre Nuh Peygamber Türkistan'ı oğlu Yafes'e verdiğinde (islam düşüncesine göre Türkler, Nuh Peygamber'in oğlu Yafes'ten inerler), Yafes babasına ''Ben bu kurak ülkede ne yaparım ?'' diye sorar. Nuh Peygamber de oğlu Yafes'e, üzerinde ism-i azam yazılı olan Yada Taşı'nı verir ve bu taşla Tanrı'ya yakararak yağmur yağdırmasını söyler. Rivayete göre Yada Taşı'nın Oguz Türkleri'nin elinde olmasından dolayı, Oguz Türkleri ile Karluk, Hazar ve öteki Türk boyları arasında taşa sahip olmak için bir mücadele vardı.

Türkler'in atasına Tanrı'nın yağmur, kar yağdırma, rüzgar estirme yeteneği verdiği rivayeti Çin, İslam ve Hıristiyan kaynaklarında sık sık anılmıştır. Çin kaynaklarına göre, Kök Türkler'den önce, Türk kaganı olan Apangu'nun kardeşi doğa üstü güçlere hükmediyor, istediğinde yel estirip yağmur ve kar yağdırabiliyordu. Bu da onlara, ataları olan Hun Türkleri'nden gelmekteydi. Çünkü Hun Türkleri de düşmanlarına karşı kar, dolu, yağmur yağdırarak, fırtına ve yel çıkararak üstünlük sağlıyorlardı. Çin'de hüküm sürmüş olan Chou hanedanının resmi tarihi Kök Türkler hakkında bilgi verirken Yada Taşı ve yağmur yağdırma olayına şöyle değinir:

''... Gök-Türkler'in ataları, Hunlar'ın kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden çıkmışlardır. Onların boy başkanlarına A-pang-pu denilirdi. Onun, 17 kardeşi vardı. Büyük kardeşlerinden birinin adı İ-ci-ni-su-tu idi. Bu çocuk kurttan doğmuştur....Doğaüstü bir kudreti ve özellikleri olan İ-ci-ni-su-tu, yağmur yağması ve rüzgar esmesi için buyruklar verebilirdi...'' Buradaki İ-ci-ni-su-tu, Yada Taşı'nı kullanabilen kutsal bir atadır.

Tarih kaynaklarında, Türkler'in 5.yy.da bir Cücen saldırısına karşı kendilerini Yada Taşı ile korudukları bilgisi vardır. Kaynaklardan anlaşıldığına göre Yada Taşı hem kuraklığa, hem de düşmana karşı kullanılıyordu.

Yada Taşı'nın bulunuşu ile ilgili olarak, Prof.Abdulkadir Karahan'ın naklettiği bir Türk efsanesi şöyle der:

''...Yada Taşı, doğudaki bölgelerden bulunularak getirilmiştir. Zamanın birinde, Türk hakanlarından birisinin oğlu ile arası açılmıştı. Hakanın oğlu, adamlarını topladı ve başını alıp doğuya gitti. Orada hüküm sürmeğe başladı. Birgün tarlalarda gezerken, bir taş buldu. Bu, büyülü bir taştı. Onunla yağmur yağdırmayı başardı. İşte o günden beri Türkler bu taşla (Yada Taşı) yağmur yağdırırlar, yel çıkarırlar...''

Türkler'in Yada Taşı'nı kullanmaları üzerine kaynaklarda zengin kayıtlar vardır. Muhammed bin Hüseyin, ''Al-Tusi'' adlı yapıtında şunları söyler: ''Türkler arasında, türlü renk ve cinsleri olan Yat Taşı (=Yada Taşı) vardır ki onun madeni Hıtay ve Tavgaç Dağları'ndan çıkar. Bu taş aracılığı ile yağmur, kar, dolu çekilir. Türkler, bu sanatı bilip uygulayanlara ''Yatçı'' derler. Bu işte yetenekli olanlar, köyün bir yanına yağmur ve kar getirdiklerinde, köyün öbür yanında Güneş açar. Türkler bu taşı yanlarında taşırlar ve bu taş sayesinde düşmanlarına üstünlük sağlarlar. Türkistan'da bir tepeden çıkan bu taşları kentlere götürürler, suya asar ve yağmur yağdırırlar.''

Fahreddin Mübarekşah, Türkistan'ın taşları arasında çeşitli Yada Taşları ve Yada Taşları'nın yağmur yağdırma özelliği konusunda bilgiler vermiştir. Fahreddin Mübarekşah, yazmış olduğu Tarih'inde Kimek Türkleri'nin, ülkelerinde bulunan Yada Taşları ile yağmur yağdırdıklarını bahseder. Anlattığına göre, Karluk Türkleri'nin yurdu ile Huttalan arasında bulunan bir boğazdan geçerken yağmur ve kar yağmağa başlarmış. Marco Polo, Türkler'le karışan Keşmir'de de Yada Taşı ve yağmur yağdırma sanatının bulunduğunu yazar.

Eski ve Orta Çağ'lar boyunca Türkler'in yağmur, kar yağdırma, yel estirme geleneği üzerine Türk, Çin, İran, Arap ve Avrupa yazarları pek çok bilgiler vermiştir ki ünlü Arap gezgini İbn-i Haldun da bunlar arasındadır. Bu taşa Yay, Yat, Yada, Cada ve bu taşla yağmur-kar yağdırıp rüzgar çıkaran kimselere de Yaycı, Yatçı, Yadacı, Cadacı adı verilirdi. Moğol döneminde Farsça'da kullanılan ''yadamışî'' ve ''cadamışı kerden'' deyimleri, Yada Taşı ile yağmur yağdırmak anlamına geliyordu. Kaşgarlı Mahmud'un kitabında, Uygur Türkçesi ile yazılmış eserlerde, Farsça sözlüklerde Yada Taşı ile ilgili deyişlere rastlanır.

Büyük Türk şairi Ali Şir Nevai, Favaid-ül Kibar adlı yapıtında Yada Taşı'ndan şöyle bahseder

Yada taşıga kan teygeç yagın yagkandek, ey sâki !
Yagar yagmurdek eşkim çün bolur serab alud.

Osmanlı Rus Savaşları ve ”Yada Taşı”

Türklerin yada taşı ile yağmur yağdırdıklarına dair başka kaynaklarda da bilgiler mevcuttur. Ancak esasen bizim burada arzuladığımız şey, bu usülün 18.yy sonu Osmanlı Rus Savaşlarında kullanılmış olmasını ortaya koymaktır.

Yada taşı nın savaşlarda silah olarak kullanılışının son örneğini 18.yy ın son yarısına rastlayan 1768-1774 Osmanlı Rus savaşlarında görüyoruz. Kaynakların ifadesine göre 1768-1774 savaşında Osmanlı Ordusunun uğradığı ilk büyük hezimet bu sebeptendir. Rus ordusunun dörtte birini oluşturan gayrimüslim Kalmuk Türkleri tarafından, Müslüman Osmanlı Türklerine karşı silahın kullanılması sonucu perişan olan Osmanlı Ordusu, pek büyük kayıplar vermiş ve Karadeniz’in kuzeyindeki bütün toprakları terk ederek, Tuna Nehri nin beri yakasına kadar çekilmek zorunda kalmıştır.

Rusya nın Lehistan ın iç işlerine müdahalesi sonucu başlayan 1768-1774 Osmanlı Rus Harbi nin, Hotin Muharebeleri sırasında, Hotin de bulunan Mustafa Kesbi nin anlattığına göre Hotin Kalesine yürüyen Rus ordusu, Kaminiçe önlerinde ordugah kurmuştur. Tuna Nehri nin karşı kıyısındaki İzvançe Sahrası’na hayvanları için ot toplamaya giden Hotin Kalesi muhafızları, pek çok defa Rus katarına süvarilerinin saldırılarına hedef olmuştur. Ot toplamakla meşgul olan muhafızlar, Ruslar tarafından saldırıya uğrar, esir edilerek götürülmek istenirdi. Durumu kaleden izlemekte olan Hotin muhafızları duruma müdahale edip Rusları takip eder ve zaman zaman küçük çaplı muharebeler meydana gelirdi. Her muharebe sonrası dönüşte, piyade ve süvari muhafızlar, şiddetli yağmura tutulurlar, nehir o derece taşardı ki, piyadelerin geçişlerine fırsat tanınmadığı için, süvariler onların atlarının terkine alarak Hotin kıyısına geçmek zorunda kalırlardı. Fakat yinede bu geçişler sırasında pek çok asker suda boğularak hayatını kaybetmekte ve ciddi zayiatlar vermekteydi. Kale muhafızlarını her cenk dönüşünde karşılayan bu yağmurun sihir ve efsun ile meydana geldiğini, Hotin kalesinde bulunan ehli vukuf Lipkalar (18) ve Hotin yamakları haber vermişlerdir.

Defalarca tekrarlanan bu hadiseden başka diğer hadisede, Serdar-ı Ekrem in geçerek Ruslar üzerine hücum etmek istediği sırada meydana gelmiştir. 1768 Seferi ne ordunun başında vezir-i ekrem sıfatı ile çıkan yağlıkçızade Mehmet Emin Paşa nın gevşekliği ve tedbirsizliği dolayısıyla azli üzerine, bu makama getirilen Moldovancı Ali Paşa, seleflerinin durumuna düşmemek için, Hotin karşısında, Tuna Nehri nin öte yakasında bekleyen Galiç’in kumandasındaki Rus kuvvetleri üzerine yürümek ve Rusların Hotin üzerinde oluşturdukları tehtidi ortadan kaldırmak istedi. Nehir üzerine inşa edilen köprüden karşıya geçildi(9 Eylül 1769). (17) Serdar ı Ekrem Ali Paşa’nın ordusu Rus kuvvetleri üzerine hücum etmek üzere nehrin karşı tarafında bulunduğu sırada, gittikçe ziyadeleşen şiddetli bir yağmur başladı. Etrafındaki dağ, vadi ve derelerden katılan yağmur suları ile nehir iyice coşup kabardı ve taştı. Kurulmuş olan köprü de kırıldı ve çöktü. Köprünün çöküşüne, nehrin akıntısından ziyade, nehrin yukarı mecraında bulunan Rus askerleri tarafından nehre bırakılan büyük ağaçlar sebep olmuştur. Köprünün yıkılması ile geri dönüş imkansız hale geldi. Muhabereye tutuşulması halinde yağmurun şiddetinden top ve tüfek atışlarının mümkün olmayacağını anlayan askerin moral gücü kırıldı ve adeta hayatlardan ümitleri kesildi. Bu durumu yakından gören Rus kuvvetleri hücuma geçtiler. Bu şartlar altında karşı koymaya mecali kalmamış olan Osmanlı askeri, piyadesiyle, süvarisiyle; top, cephane, çadır, çerge, bütün ağırlıkları bırakarak panik içinde kaçmaya başladı. Köprü başına gelip köprünün yerinde olmadığını gören asker birbiri ardınca nehire atladı. Nehre atlayanlardan ancak onda biri karşıya ulaşabildi, diğerleri boğuldu. Yağmurun ardından kar yağmaya başladı. Bu harekata katılan Osmanlı kuvvetlerinden üçte biri kurtulurken üçte biri esir, üçte biride hayatını kaybetti. Nuh tufanına muadil gösterilen yağmur ve kardan Rus kuvvetlerinin etkilenmeyip hemen hücuma geçmeleri de göstermektedir ki, bu yağmur hadisesi de öncekiler gibi, Rus ordusu içinde var oldukları bilinen Kalmuklar tarafından vücuda getirilmiştir. (18)

Bu hezimetten sonra Hotin’i müdafa ümidini kaybeden Serdar-ı Ekrem, kale kapılarını çekip mühürleyerek İsakçı’ya kadar çekilmişlerdir. Geride kalan bütün silah, cephane ve sair ağırlıklar Ruslar’ın eline geçmiştir. Bu esnada Hotin kalesine zahire azlığı ve surların yer yer tahrip olmuş olmasına rağmen beşyüz kadar top ve bol miktarda cephane bulunuyordu. (19)

1768 Seferi nin ikinci yılında 1 Ağustos 1770 de meydana gelen Kartal Bozgunundaki zayiatın büyüklüğünün de, Hotindeki köprü vakasında olduğu gibi, yağan şiddetli yağmur sonucu, Tuna nehrinin taşıp üzerindeki köprünün yıkılmasına bağlanır. Kartaldaki Osmanlı ordusunun Serdar ı Ekrem İvazzade Halil Paşa kumandasında, 50.000 kişilik Tatar kuvveti ile birlikte 180.000 kadardır. Ramanzof kumandasındaki Rus ordusu 30.000 kişiden ibarettir. Türk ve Tatar kuvvetleri arasında Petro nun Prutta düştüğü duruma düşen Romanzof, ani bir hücumla kendini kurtarmaya karar vermiştir. Zira karşısındaki ordu Prutta ki Baltacı’nın ordusundan bin kat daha kötü ve düzensizdir. Romanzof un hücümuna dayanamayan talim ve terbiyeden mahrum Osmanlı Ordusu büyük bir bozguna uğramıştır. Serdar ı Ekrem Halil paşa nın muharebe öncesi, 1770 Haziran ayı ortalarında padişaha gönderdiği arzda, Tuna Nehri’nin azgınlığının geçmişte benzeri görülmemiş olduğunu beyan etmiştir.

Rusların yağmur yağdırma tekniğini, aralarında bulunan Türkler vasıtasıyla uyguladıkları şüphesizdir. İsveç elçisinin 1736 yılında, Osmanlı hükümetine sunduğu, Rus ordusunun 1718 yılındaki durumu ile ilgili verdiği rapora bakıldığında, Rus ordusu içinde yer alan Kalmuk askerinin, sayı itibariyle ciddi bir yekün tutuğu görülmektedir. Bu rapora göre, çarlık muhafız kuvvetleri dahil, toplam 372.922 kişiden meydana gelen Rus ordusunda 104.000 kişilik Kalmuk askeri bulunuyordu. Diğer taraftan, Rusların içinde bulunan Türk asıllı topluluklar Kalmuklar dan ibaret olmayıp, bugün Rus olarak bilinen 500 den fazla sülalenin Türk asıllı olduğu ispatlanmıştır. (20)

18.yy da Rusya nın büyüme arzusu ile hız kazanan Osmanlı-Rus savaşların da, bunlara benzer başka sel ve köprü felaketlerine rastlamak mümkündür. Bu hadiselerin ardından da aynı usül ve teknik ile yağdırılan yağmurların olabileceğini gözardı etmemek gerektiği kanaatindeyim. Mesela aynı usül ile yağmur yağdırıldığına dair kaynaklarda bir bilgi bulunmamakla birlikte, aynı savaşlar esnasında Sadaret’in sunduğu arzlardan birinde ”Prut Nehri dahi Han Tepesi tarafından sahraya taşıp, geçit olan bir iki mahalle Moskovlu kafiri top ve piyadeler vaz etmekte…”(21) ifadesinden, benzer bir tertibin varlığı hissedilmektedir. Hatta yukarı da sunduğumuz, Serdar-ı Ekrem Halil Paşa nın Tuna Nehri’nin böyle bir tuğyanının ancak 59 yıl önce Baltacı Mehmet Paşa nın Prut Seferi sırasında görüldüğüne dair raporu, Baltacı nın da yine Ruslar tarafından aynı usül ile yağdırılan yağmur felaketine uğratılmak istenmiş olabileceğini akla getirmektedir.[/B]

Yrd. Doç Dr. Ahmet ÖĞRETEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...