16 Kasım 2017 Perşembe

Semûd Medeniyeti

Otomatik alternatif metin yok.
Yrd.Doç.Dr.Muharrem YILDIZ

“Ad Kavminden sonra sizi hükümdarlar yaptığını ve yeryüzünde yerleştirdiğini düşünün. Arzın ovalarında köşkler ve saraylar bina eder, dağları oyup evler yaparsınız. Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın”

“Siz burada güven içinde bırakılacağınızı mı (sanıyorsunuz)? Bahçelerde, çeşme başlarında? Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hurmalıklar arasında? (Üstelik de) dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz!”

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre Semûd kavmi, “Vadi’ul Kurâ” havalisini medeniyetin beşiği durumuna getirmişti ve her taraf, san’at şaheserleri ile dolu idi.

Semûd halkının dağ ve kayaları oyma san’atı, Hindistan da “Elora” ve “Ajanta” mağaralarında ve dünyanın diğer başka yerlerinde görülen oyma san’atının bir benzeriydi. Bugün “Medayin-i Salih” de hala ayakta duran muazzam yapılar, Semudluların san’atta ne kadar ileri gitmiş olduklarının birer delilidir. Istahri; taştan yapılmış bu evleri gördüğünü söyleyerek, şunları anlatıyor:

“ Semûd kavminin bu evleri, bizim evlerimiz, gibi tam teşkilatlı ve dağlar gibi yüksektir. Uzaktan bakıldığında bu meskenler, birbirine bitişik sanılır. Fakat biraz yaklaşınca bunlardan her birinin ayrı birer kâşane olduğu görülür. Etrafı dolaşılabilirse de yukarısına kadar çıkmakta çok güçlük çekilir.”
El-Hicr, Semud’un başkenti idi Bu şehrin kalıntıları, Medine’nin kuzeybatısında ‘Şehr’ul-Ula’dan birkaç kilometre uzaklıkta bulunmaktadır Medine’den Tebük’e hem kara yolu, hem tren yolu ile yapılan yolculuk sırasında bu şehrin kalıntılarına rastlanmaktadır. Yol bu vadiye uğrarsa da, Hz. Peygamber (sav) in tavsiyesi üzerine hiçbir Müslüman burada konaklamaz.

VIII. Asırda İbn-i Batuta hacca giderken buraya uğramıştı. Onun yazdıklarına göre: “Buralarda, kırmızı renkli dağlarda Semud kavmi tarafından oyularak yapılan binaların kalıntıları vardır. Bu binaların rengi ve süsü öylesine tazedir ki, bugün yapılmış gibi görünürler. Bu harabelerde hala bazı insan iskeletlerine rastlanılmaktadır,”

Buna benzer bir müşahedesini de Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şöyle anlatır:
“70-80 kafadar arkadaş ile Hz. Salih’in şehrini temaşa eyledik. Bu dağları öyle mağara mağara, yar yar edip peynir gibi kesmişler, kayalara pencereler, kapılar açmışlar ve oymalar yapmışlar ki, köşkler, divanhaneler ve yeraltı odalarının her birine bin- iki bin adam sığar. Bu şehrin kapıları üzerinde birer ikişer “İbranî’ ve “Süryanî” yazısı ile tarihler vardır.

“Bu kapıların üzerinde korkunç kuş veya dev suretleri yapılmış. Hakir, bu mağaraların içlerine girdim. Nice iskeletler, başları Adana kabağı kadar, kolları yedişer –sekizer zira’.. Bazıları çürümüş, ikişer üçer incik kemikleri var. Bazı harap olmamış evler, Hz. Salih’e iman edenlerin evleri olsa gerektir…

Nasıl ki Ad kavminin medeniyetinin önde gelen hususiyetleri yüksek sütunlu binalar yapmak idi ise Semud medeniyetinin -eski kavimler arasında meşhur olan- hususiyeti de, kayalardan evler oymaları idi. Bu sebepledir ki Fecr suresinde Ad kavminden “Sütunlar sahibi” olarak bahsedilirken, Semud’ dan da ‘Vadide kayalar oyanlar’ diye söz edilmektedir. Bunlar, hiç ihtiyaç olmadığı halde, sırf servet, güç ve mimari hüner gösterisinde bulunmak için ovalarda da köşkler yaparlardı. “Vadiü’l-Kura’da bulunan Semud’un bütün evleri taşlara oyulmuş mağaralardı.
Bunların etrafında ibret verici kayalar vardır. “Böyle kayaları hiçbir diyarda görmedim.
diyor, Evliya Çelebi seyahatnamesinde…Ve şöyle devam ediyor sözlerine “Çünkü bu kayaların kimi servi gibi, bazıları ejderha, bazıları arslan veya gemi gibi, altları oyuk, hücre hücre, bazısı fil hortumu gibi birbirlerine uzanmıştır. Zemini ince kumdur Bu kumlar içinde deniz mahluklarının (yengeç pavurya, kerevit, ıstakoz, midye ve istiridye vb) kabukları vardır. Bundan anlaşılır ki, vaktiyle bu yerler deniz imiş. Hakir, Yunan tarihlerinde gördüm.

İskender-i Zulkarneyn, Septe Boğazını açmazdan evvel, Mekke ve Medine çölleri deniz imiş. Akla yakındır. İşte, evvelce Kâbe çölleri deniz iken kuruyup, yalnız Süveyş deryası kalmıştır. (Allah herşeye kadirdir.)

Semud’un ihtiyacı olmadığı halde bu derece lüks bir hayat sürmeleri, yoldan çıkmış insanların özelliğidir. İçlerindeki yoksullar, barınacak bir yer bulamazken servet sahipleri güzel köşkler edinmekle kalmaz, bunların üstünde debdebe ve gösteriş için, anıtlar dikerlerdi. Medayin-i Salih de bulunan bu muhteşem anıt ve kalıntılar, aynı zamanda Semudluların mühendislik sahasında ulaştıkları üstün seviyeyi de göstermektedir. Bu hususiyetleri, Kur’an da Hz. Salih’in dilinden şöyle tasvir ediliyor:
“Siz burada güven içinde bırakılacağınızı mı (sanıyorsunuz) Bahçelerde, çeşme başlarında ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hurmalıklar arasında Bir de ince san’atla dağlardan hayrete değer evler yontuyorsunuz!?” Şu halde ey kavmim, Allah’tan korkunuz ve bana itaat ediniz”.

Dünyanın bu lezzet ve metaı, Semud halkını o halde getirdi ki artık bu hayatın ötesini, baktıkları halde göremediler. Onunla rahat ve huzur bulduklarını zannettiler. Ahiret yurdunu unuttular ve onun için çalışmaya vakit bile bulamadılar, Onların dünya hayatına ne derece önem verdiklerini onun ötesine pek aldırış etmediklerini ve bıraktıkları eserleri gören bir kimse onların maddeci bir cemiyet olup manevi değer ifade eden hiç bir şeye iman
etmediklerini hemen anlar. Semud kavminin bu maddi refahı, onları aynı zamanda putperest bir toplum haline de getirmiş ve şirk ve küfür bataklığına itmişti.

Hz. Salih (a.s.) kavmini, Allah’dan başkasına ibadet etmemeğe çağırmış ama kavim, şirk ve küfürde alabildiğine inatlaşmıştı. Allah(cc), Hz.Salih’i “Semud’a Allah’a kulluk etsinler diye göndermişti. Salih bir de baktı ki, birbirleri ile çekişen iki bölük oluverdiler. Bunun üzerine Hz Salih (a.s.): ‘Ey Kavmim! İyilikten önce neden kötülüğü tercih ediyorsunuz? Allah’tan mağfiret dilemelisiniz, belki esirgenirsiniz” demişti.

Allah (cc) Ad kavminden sonra, onların evlatları ve torunları olan Semud kavmini Kur’an’ın ifadesi ile “Hükümdarlar” yapmış ve yeryüzünde yerleştirmişti. Fakat maddi refah, zenginlik rahatlık ve bolluk Ad kavmini nasıl bozdu ise, Semud halkını da menfi yönde etkilemekten geri kalmadı. Yani bir yandan hayat seviyeleri yükselirken, bir yandan da ahlak seviyesi ve insanlık seviyesi alçaldıkça alçaldı. Bir taraftan şehirlerde göz kamaştırıcı binalar ve saraylar inşa ediliyor, dağlarda ve mağaralarda kayalara şekiller veriliyor, san’at eserleri ortaya çıkarılıyor fakat diğer taraftan ise, toplumda şirk ve putperestlik yerleşiyor, milletin en şerirleri iktidar koltuklarında ahkâm kesiyor, elit tabaka da gurur ve kibir kompleksleriyle böbürleniyordu. Hz. Salih’in daveti ancak fakir ve mustaz’af insanların bir bölümünü etkileyebiliyordu. Elit tabaka ise, bu daveti hakaretle reddediyordu.”

Semud kavminin bu mimari sanat harikalarını yapmaktaki gayesi ne idi? Kur’an, Semud’un bütün bunları kendisini büyük gösterme ve görme hevesi ile yaptığını açıklamaktadır. Yani sırf gösteriş merakı, servet ve ihtişam ile kuvvet ve iktidarın bir icabı olarak, bu eserleri meydana getirmişlerdi. Bunların arkasında ulvi bir gaye, ebedi bir gerçek yoktu. Umumi menfaat diye bir şey de kalmamıştı. Kısacası, yozlaşmış ve kokuşmuş bir millet ne yaparsa, Semud kavmi de aynı şeyi yapmıştı.
Semud medeniyetine ait tarihi eser ve harabelerden bazıları iyi korunmuştur. Mevdüdi, bunları 1959 yılında bizzat gördüğünü söylemekte ve gördüklerini şöyle anlatmaktadır:
‘Medayin-i Salih veya el-Hicr olarak bilinen yerde bulunan bu tarihi kalıntılar, Medine ile Tebuk arasında el Ûla’ ya birkaç kilometre kuzeydedir. “El-Ûla” güzel bir vadi olup, etrafında yemyeşil bağ, bahçe, dere ve pınarlar vardır. Fakat, ‘el-Hicr’, hazin ve virane bir manzara arzetmektedir.
Burada ne su var, ne bağ, ne de bahçe!.. Nüfusu da yok denecek kadar az. Bir kuyu var ki, Hz. Salih’in devesinin oradan su içtiği bildiriliyor. Osmanlı devrine ait metruk bir askeri karakolun içinde bulunan bu kuyu halen kurumuş vaziyettedir. El Ûla’ya vardığımızda, çatlamış, yıkılmış ve kısmen çökmüş dağ ve tepelerle karşılaştık. Bunların, Kur’an-ı Kerim’de zikrolunan büyük bir zelzele sonucu bu hale geldiği hemen anlaşılıyor. Benzeri dağları, doğuda el-Ula’dan Hayber’e kadar uzanan bölgede de gördük. Bundan, Allah’ın gadabı ve azabı olarak meydana gelen zelzelenin yaklaşık 500 km uzunlukta ve 200 km
genişlikte bir alanı tesiri altına aldığı anlaşılıyor. El-Hicr’de gördüğümüz Semud kavmine ait binaların kalıntılarının benzerlerini Akabe körfezinin kıyısında, Medyen’de ve Ürdün’de “Petra” mevkiinde gördük. Bilhassa Petra’da Semud ve Nebti yapıları yan yana bulunuyor. Ve bunların aralarındaki mimari farkı hemen belli oluyor. Herkes bu yapıların çeşitli devrelerde ve çeşitli kavimler tarafından yapıldığına kanaat getiriyor.”

Bir İngiliz oryantalist, Kur’an-ı Kerim’in ifadelerini yalanlamak için, ‘el-Hicr’deki binaların Semud kavmine değil, Nebtiler’e ait olduğunu iddia ediyor. Fakat bu milletlerin mimari tarz ve an’anesi o kadar değişiktir ki, ancak kör bir kişi bunların tek bir millete ait olduğunu iddia edebilir. Tahminimiz odur ki, dağlar ve kayaları oyarak bina yapma san’atını Nebtiler, Semud kavminden öğrendiler. Ve binlerce yıl sonra İsa’nın (as.) doğumundan önce 200-100. yılları arasında bunu zirveye ulaştırdılar.

KAYNAKLAR
1) El-A’raf: 74.
2) Eş-Şuara: 146-149.
3) Kamil Miras, Tecrid-i Sarih, C. IX, s.137.
4) Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, C. I, s. 419.
5) Mevdudi, a.g.e. C. I, s. 420.
6) Kamil Miras, Tecrid-i Sarih, C.IX, s.137
7) Mevdudi, a.g.e., C. I, s. 420.
(X) Selçuk Üniv. Sos. Bilim. Enst. ‘Dinler tarihi’ Doktora Öğrenimi
8) Mevdudi, a.g.e.. C. I, s.420
9) Evliya Çelebi, Seyahatname, C. IX, s. 222
10) Mevdudi, Tefhim’ül-Kur’an, C. IV, s. 45,
11) Evliya Çelebi, a.g.e., C. IX, s.221
12) Mevdudi, a.g.e., C. IV. s.45.
13) Mevdudi, a.g.e., C. II, s. 53.
14) Eş-Şuara: 146-149.
15) Şemseddin Sami Kamus’ul-A’lam, C. III, s.1743.
16) En-Neml: 45-46.
17) El-A’raf: 74.
18) Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, C. I, s. 420.
19) Mevdudi, a.g.e., C. I, s. 420,
20) Mevdudi, a.g.e., C. I, s. 424.
21) Mevdudi, a.g.e., c. I, s. 424.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...