15 Nisan 2019 Pazartesi

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ



Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tarihi ile yaşıttır. Dünya tarihi ,Türkler ile başlamış,Türkler ile şekillenmiş,Türkler ile yücelmiştir.

İnsanlık tarihte, ortaya çıktığımız günden bugünü bozmadan,geliştirerek,dünya milletlerini etkileyerek günümüze kadar getirdiğimiz; çok yönlü,köklü,zengin ve renkli kültürümüzü dimdik ayakta tutan unsurlara sahip çıkmamız ve yaşatmamız en büyük görevimizidir.

Günümüzde milli kültürler ,teknolojinin olağanüstü boyutlarda gelişmesi sonunda oluşan teknolojik kültürün hakimiyeti ile anlam ve önemlerini kaybetmeden ayakta kalma savaşı vermektedir. Bu savaşı milli kültürlerine sahip çıkanlar,bunları yazarak geçmişe aktaran kazanacaktır. Bu duygularla Anadolu’yu karış karış gezip,adam adama ilişki kurarak derleme yaptım. Edinilen bilgileri zengin arşiv kaynaklarımızdaki belgelerle bütünleştirerek geçmişe bir şey aktarmaya çalıştım. Bu çalışmamı Türk Sosyal Hayatının bir parçası olan Çadır,Hayvancılık ,Damgalar ve İnançlar üzerinde yoğunlaştırdım.



1.Tarihi::Oğuzlar Anadolu’ya 1071 Malazgirt Zaferinden çok önce gelmişlerdir.1018 yılında başlayan akın Anadolu’yu tanımak amacı iledir. Bu gel-git olayları sırasında bazı aşiretler Doğu Anadolu’ya gelmişler yaylak –kışlak hayatı yaşamaya başlamışlardır. İdari fonksiyonunu yitiren Bizans vilayetleri ile irtibatı kalmamış gibiydi. Her vilayet”Tekfurlar”tarafından yönetilen yarı bağımsız bölgeler halindeydi. Bizans kaynaklarında buna “Tema”diyorlardı. Anadolu halkından olmayan,aslen Batı Makedonya’daki İllirya’ dan geldiği Ermeni Tarihçisi Aslan Kevorkyan tarafından ispatlanan Ermeniler, Doğu Anadolu’da yarı bağımsız tampon beylikler halinde yaşıyorlardı. Anayurttan gelen aşiretler önce bunlarla karşılaştı. Ermeni kaynakları aşiretleri efsanevi bir dille anlatırlar.”uzun saçlı,aslan pençeli,yiğit bakışlı insanlar rüzgar gibi atlarıyla doğudan geldiler. Rüzgar gibi atları üstünde atıkları yıldırım okları asla hedefini şaşamazdı. Bizler bu akın karşısında tutunamadık daha içlere doğru çekildik.” 1071yılına kadar aşiretler doğu Anadolu’daki yaylaların büyük bir kısmına hakim olmuşlardı. Ayrıca her yıl yapılan akınlarda,akıncılarla beraber Anadolu’nun içlerine kadar gidiyor,onlarla beraber geri dönüyorlardı. Bu gel-git olayı 1071 önce Türklere Anadolu’nun yollarını şehirlerini öğretmişti. Bizans Kralı Romen Diyojen ,Türkleri Anadolu’dan atmak için 1071 yılında 200 bin kişinin üzerinde asker ve ağır harp silahları ve araçları ile Anadolu’yu baştan başa çiğnedi,çapulcu askerleri şehirleri ve köyleri yağmaladılar. 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt önlerinden tarihin en büyük zaferini Türkler kazandı. Bu olay Anadolu’yu Türklere yurt yapmıştır.

Malazgirt den önce gelen Oğuz Boyları içinde Karakeçili Yörükleri de vardı. Bunlar Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan Karakeçililerin atalarıdır. Bu bölgede Eyyübiler Devletini kuran Selahiddin Eyyubi ,Kürt Tarihi “Şerefnameye”göre Errandan(Dağlık Karabağ’ dan)gelmiştir.[1]”Rahatü’s-Sudur”ve benzer kaynak eselere göre Türk Aşiretindendir.[2] Devletinin kurulmasında bu bölgedeki Karakeçililerin büyük desteğini görmüştür. Haçlılardan Kudüs’ün alınmasında Karakeçililerin büyük yardımı olmuştur.

Güneydoğu Anadolu şehirlerinden Urfa,Diyarbakır,Antep,Siirt Tunceli, Bingöl, Elazığ,Mardin illerinde ve bu illerinden ilçelerinde yoğun halde yaşarlar. Bu illerde 1965 yılında yaptığım incelemede Karakeçili Yörük köylerinin coğrafi ve ekonomik şartlar zoruyla Türkçe’yi unutmuş,Kurmaç ve Zaza ağzını kullanmaktadırlar. Daha sonra bu bölgede yaptığım alan çalışmalarında bu köylerin folklor ve etnografyasını inceledim. Eskişehir Karakeçililerinden bir farkları olmadığını gördüm. Bilindiği gibi Zazaların ataları Harzemlere, Kurmaçların ataları Orta Asyadaki Guri Türklerine dayandığını büyük Arap Sosyoloğu İbni Haldun Mukaddeme isimli ünlü eserinde belirtmiştir. Ayrıca ünlü Kürt Tarihi “Şerefname’nin”Diyarbakır Halk Kütüphanesinde 2065 numarada kayıtlı el yazma nüshasında bu fikre tamamlar bilgiler vardır. XV1. asra ait Diyarbakır Tapu Tahrir Defterinde Milli,Şavaklı ve benzeri aşiretlerin Karakeçi Yörüklerin den olduğu kayıtlıdır.[3] Sonradan Kurmaç ağzını kullanmışlardır. Arşivimizde bulunan Urfa’nın Suruç ilçesine bağlı Akziyaret Köyündeki zaviyenin üç metre uzunluğundaki H.1165/M.1751 tarihli tarikat seceresinde Karakeçili Aşireti için”Aşireti Tahiredendir”denilmektedir

Karakeçililer, Anadolu ilk Türk Devletlerinden sayılan”Ahlatşahlar Devletini ”kurmuşlardır. Osmanlı Padişahları doğu seferlerine giderken mutlaka Ahlat’a uğrar atalarının mezarlarını ziyaret ederlerdi. Candar Oğulları ve Gaznelileri de Kayılar kurmuştur.

Tarih de kurulmuş en büyük Türk Devletlerinden olan Osmanlı Devletini Karakeçili Yörük Aşiretinin “Softalı” boyundan olan Osman Gazi kurmuştur. Bilindiği gibi Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp’tir.

Ertuğrul Gazi ve kardeşleri aşireti ile ,Orta Asya’dan Anadolu’ya girdiklerinde Selçuklu tahtında Aleaddin Keykubad vardı.1230 tarihinde yapılan Yassı Çimen muharebesinde Selçukların yanında yer alarak zaferin kazanılmasını sağlamışlardır. Bu yardımın karşılığı olarak Selçuklu sultanı Ankara civarını vermiştir. Ertuğrul Gazi oradan Söğüt’e gelmiş. Selçuklu Sultanı o devirde “Uc”bölgesi olan Eskişehir civarından ki Söğüt ‘ü kışlak,Domaniç’i yaylak olarak vermiştir. Daha sonra Ertuğrul Gazi Karaca Şehir’i(antik Melencea) fetheder. Bir süre sonra burası Bizansın eline tekrar geçer. Osman Gazi H.691/M.1291 Cuma günü tekrar fetheder. İlk hutbeyi Dursun Fakih okur.Bu ilk hutbe Osmanlı Devletinin kuruluşunun ilanıdır. Cihan şumül Osmanlı Devleti Eskişehir’de kurulmuştur.

Eskişehir civarına Türk Aşiretlerinin gelişi XII. asrın başlarındadır. İbn-i Said’e göre bu asırda 200 bin, El- Ömer’e göre 300 bin Türk Aşireti vardır. Bizans Tarihçisi Anna Comnenus”Alaxie”isimli eserinde bu rakamı doğrular. Ertuğrul Gazi Söğüt ’e gelmeden önce burada Türk Aşiretleri vardır. Bunların içinde Karakeçililerde bulunuyordu.[4]

2.Boy Tasnifleri:Eski Türk toplumunda göçerlerin sosyal organizasyonu yasa ve törelere bağlı oldukça mükemmeldir. Boyların,oymakların teşekkülü hukuku,hakkı,vazifesi,mevkii, gücü belli ve belirli kurallara göre her zaman tekrarlanan zorunlu ve önemli törelere ve törenlere bağlı idi.



“Türk kavmi,uruklardan mürekkep;”cil”İllerden mürekkep;”il”(şaab) kullardan mürekkep;”kul(kabile)boylardan mürekkep;”boy”(amare)bölüklerden mürekkeb;”bö- lük (batın) tirlerden mürekkeb;”tire”(fahz,semiyye)yarım tirlerden mürekkeb;”fasile” soylardan mürekkeb;”soy”(usbe)ocaklardan mürekkep; ”ocak”(ehil)akevlerdan mürek kep ”;akev”(ayal) baba,ana ile çocuklardan mürekkep.[5]

Osmanlı İmparatorluğunda aşiretlerde boy , yasalara bağlı teşekküllerdi. Bir boya bey tayini irsi olmuyor,atama ile oluyordu.”O boyun başında bulunan kethüdaların, ihtiyarların bir şahsı boy beyi olarak kabul edecekleri hakkında görüşleri açıklandıktan sonra,hükümet tarafından o şahsın tayin edileceğine dair beylik beratı verilirdi. Rişvanlı gibi bazı boylarda ise boy beyliği beratla değil,boy aristokrasisini teşkil eden kimselerin kethüda,ihtiyar ve söz sahipleri eliyle seçildiğini ve istedikleri şahsı boy beyi yapabilecekleri de ilave etmeliyiz. Kethüdalar ise içtimai ve idari bakımdan tabi bulundukları boy beyi tarafından tayin edilmekte idiler .Fakat kethüdalar hakkında oymak ahalisinin kefaletleri lazım olduğu gibi kanunen,tayin edilmiş olan vergilerin Has Voyvadalarına vermeyi taahhüt etmeleri şarttır. Bundan sonra daha ziyade bu hususun hükümet tarafından kabul edildiğine dair bir berat gönderiliyordu.[6]

a)Ünlü Karakeçi Aşiret Beyi Hacı Bekir Sıddık Bey tarafından hazırlatılan ”Karakeçili Aşireti “isimli risalede Eskişehir civarındaki Karakeçili Aşireti şöyle tasnif edilmiştir. Tasnif de kolların beylerinin isimleri de verilmiştir.

Karakeçililer kendi aralarından 12 kola ayırmıştır.

1.Veliler :İsmail Bey

2.Poyrazlı :Hacı İbrahim

3.Kıldonlu

4.Softalı (Osmanlı Patişahları bu koldandır.)

5.Tolazlı(Devlezli):Domaniç ve köylerinde Ahmet Bey

6.Karakayalı

7.Sazlı Kıravdan Köyü ,Durmuş Bey

8.Hacı Halilli :Numan Oluk köyü ve Hikmet Bey bu aşirettendir.

9.Hayyam Kethüda :Kerim Bey

10.Akça İnli :Yusuflar Köyü Devriş Beyzade Mehmet Bey

11.Özbekli :Ünlü Karakeçili Serdarı Hacı Bekir bu boydandır.

12.Karabakılı(Harmandalı):Hacı Mehmet Bey[7]

Karakeçili Yörük Aşiretinin ünlü Beyi Hacı Bekir Sıddık Bey(1848-1909) yukarıdaki beyleri toplayarak,iskan olayını gerçekleştiriyor. Daha sonra bu bölgeye gelerek Avlamış,Bozdağ ve Beyyayla’ ya iskan olan Karatekeliler ve Güney(Örencik)Köyü Adıgüzelli Yörüğüdür. Bu boylarda Karakeçili Aşireti içinde değerlendirilir. Mersin –Konya arasındaki hat boyunca yoğun olarak yaşayan”Bahşişli ve Köseli”Yörükleri , Karakeçili Yörükleri içinde gösterilir. Yaptığım alan çalışmalarında kendileri Karakeçili Aşiretine bağlı olduklarına söylediler.[8]

b)Ünlü Araştırmacı Mehmet Eröz’ün tasnifi:

1.Karnıkaralı 4.Sıçmazlı 7.Şekareli

2.Topallı 5.Karakeçili

3.Durağocalı 6.Akkeçili

Aydın/Ortaklara bağlı Selatin Köyünde son iki obanın ismi”Dırazlı-Gaffarlı”olarak söyleniyor.[9]Gaffarlı’ nın bir kısmı 18.asrın başlarında Bolvadin’e göçtü.[10]

Eskişehir-Seyidgazi,Kütahya-Domaniç köylerinde yaygın olarak yaşayan “Sıçmazlı”boylarına Aydın,Manisa köylerinde “Seçmezli”obası deniyor.



c)Hikmet Şölen ’in tasnifi:

1.Karnıkaralı 5.Şekerli

2.Durukocalı 6.Sıçmazlı

3.Kavruk 7.Topallı

4.Gölovalı [11]

Zamanla boy örgütleri buzuldu. Bireyselleşme kendi obasını ayırma,kendi adını alıp,ayrılma durumları ortaya çıktı. Obalar genellikle kişilerin adlarıyla anılmaya başladı. Aşağıdaki tasniflerde görüldüğü gibi.

Hayta Aşireti Honamlı Aşireti

———————————— ——————————–

1.Hacı Süleymanlı 1.Çoşlu

2.Hacı Aliler 2.Ötkünçü

3.Telliler 3.Elekli

4.Kötekli 4.Karaevli

5.Saçıkaralı 5.Telliler

6.Kerimli 6.Recepli

7.Küçüklü 7.Hacı Mahmutlu

8.Neneli 8.Bekmezci

9.Bacaklar 9.Garsavurdanlı

10.Hacı Nasuhlu

11.Hacıkaralı

12.Gosatlı

Hayta Aşireti yoğun olarak Antalya civarında kışlarlar. Yaylaya Anamas Dağlarına çıkarlar. Zamanla Sultan Dağlarına kadar gelirlerdi. Bolvadin kazasına Perşembe günleri gelerek pazarında alış veriş yaparlardı. Zorunlu iskan sırasında Bolvadin,Çay ve Sultandağı ilçeleri merkez ve köylerine yerleşen aileler olmuştur. Hayta sözcüğü zamanla anlam kaymasına uğramıştır. Bolvadin civarında “eli boş gezene,başka birisinin karşılıksız çıkarı için çalışana ,dalkavukluk yapana hayta derler.[12]



20.asırda yapılan zorunlu iskan sırasında “Honamlı Aşiretine “bağlı obaların kalabalık bir gurubu Isparta,Burdur,Afyon ve Konya(Yunak) köylerine yerleşmişler. Zamanla köylerden şehirlere taşınanlarda olmuştur.[13]

Karahacılı Aşireti Karakoyunlu Aşireti

——————————- ———————

1.Kaldırıcılar 5.Eski Yörük 1.İbişli 5.Dayılar

2.Solaklı 6.Hümmetli 2.Kuşcular 6.Balıklılar

3.Sarı Balı 7.Çüngüllü 3.Hacı Aliler 7.Ebişler

4.Hacı Hamzalı 4.Könterli

İran’da ve Doğu Anadolu’da etkin rol oynayan Kara Koyunlu Aşireti 16.asrın başlarında kalabalık kitleler halinde Batı Anadolu’ya göçmüşlerdir. Bilhassa Seyitgazi ve köylerine gelerek Türkmen Dağlarında yaylaya çıkmışlardır.[14]Zamanla bu aşiretlerin obaları köylere iskan olmuşlar.21.asrın sonralarında şehirlerin sanayileşmesi sonunda şehirlere göç etmişlerdir. Yaptığım alan ve arşiv çalışmalarında bu boyların isimlerinin ailelerde lâkap ve soy adı olarak yaşadığını tesbit ettim.



Sarıkeçili Aşireti Tırtarlı Aşireti

———————– ——————

1.Dağlı Obası 1.Sunular Obası

2.Demirci Obası 2.Kasab Uşağı

3.Üsemli Obası 3.Dombalak Obası

4.Odabaşı Obası

Sarıkeçili Aşireti günümüzde Mersin,Teke, Aydın,Konya (Akşehir, Doğanhisar), Afyon(Bolvadin,Çay,Dinar,Dazkırı, İshaklı,Sandıklı), Burdur,Isparta (Eğridir, Ulu-borlu) şehirlerinin merkez ve köylerinde yoğun halde yaşarlar.

d . Karakeçili Yörük Aşiretinin en kalabalık olduğu Eskişehir ve Civarındaki alan çalışması yapılan Karkeçili Yörük Köyleri:Eskişehir ve civarına iskan olan Karakeçililer uzun yıllar buraları yaylak,Manisa, Aydın,Balıkesir, İzmit. Bursa,Adapazarı’nı kışlak olarak kullanmışlardır. İskanda buralardan gelip yerleşmişlerdir. Bunun dışında Ankara,Yozgat civarında ve Urfa /Suruç’tan gelen Karakeçililerde vardır.

Alan çalışması yapılan Karakeçili Yörük Köyleri:

Merkez:Akçakaya,Avdan,Avlamış,Ayvacık,Bozdağ,Çavlu,Danişment,

Eşenkara,Mamuca,Harmandalı,Karacaşehir,Karamustafa,Karapazar,Kavacık,Kıravdan,Kızılören,Kozlu,Kuyucak,Mollaoğlu,Musalar,Taycılar,Turgutlar, Yarımca, Yörük Akçayır,Yörük Kırka Yörükkaracaören,Yukarı Kartal ve Yusuflar.

Alpu:Ağaçhisar,Alapınar,Arıkaya,Belkese,Büğdüz,Dereköy,Gökçekaya,Karacaören

Çifteler:Büngeşik,Körhasan,Kadıkuyusu

Günyüzü:Beyyayla,Kavacık,Kuzören,Holanta,Gümüşkonak,Yörme

Han:Karaağaç,Akdere,Becene

İnönü:.Kuzfındık,Y.Kuzfındık,Dutluca,Erenköy,Esnemez ,Yörükyayla,

Mahmudiye:Balcıkhisar,Conger

Mihailgazi(Gümeli)

Mihallıcık:Adahisar,Ahurhisar,Akçain,Belencilbert,Çaltı,Çukurviran,Karaçam,Karageyik,Kayı.,Kavak,Kızılbörklü,Koyunağıl,Kozlu,Ömerköy,Sarayören,SekiörenSüleler,Üçbaşlı Sarıcakaya(Bunaklar):Beyyayla,Dağküplü,Güneyköy,İğdir,Mayıslar,Laçin

Seyitgazi:Akin Aslanbeyli,Ayvalı,Bardakçı,Beşsaray,Büyük yayla ,Çürüttüm, Çatören,Değişören,Erikli,Gemiç,Göcenoluk,Gökbahçe(Bahşiş),Gökçegüney(Tonra),

Göknebi,İkizoluk,Karaçalık,Kırka,Kümbet,Numanoluk,Oynaş,Sarayören,Taşlık,Üçsara Yapıldak,Yağbasan.

Sivrihisar:Ballıhisar,Böğürken,Çaygoz,Dumluca,Göktepe,İlyas Paşa,Kadıncık, Kara cakaya,Kaymaz,Sarıkavak

Afyon’un Bolvadin,Emirdağ,Sincanlı,İscehisar yoğun halde Karakeçili Yörükleri iskan edilmiştir.

Bolvadin:Buraya iskan olan Karakeçili Yörükleri üç yerden gelmişlerdir.

1.Aydından gelenler Yörükkarcaviran ve Güney Köye ,

2.Aydın /Çalarasından gelenler Karayokuş ve Taşlıağıl Köylerine [15]

3.Yozgat’tan gelenler Taşlıdere yerleşmişler.

Bolvadin ve civarına gelen Sarıkeçili Aşiretine bağlı aileler:“Tekeliler” Antalya merkezden,”Cılklar”Antalya/Beyköyden,”Ciğerciler”Antalya’ya Hacı Eseli Köyünden,”Gemidelenli oğulları(Hacı Yunuslar)” Antalya/Korkutelinden, ”Macarlı

Antalya / Gündoğmuştan gelmişlerdir.

Emirdağı:Alibeyce,Balcam,Başkonak(Kolanşam),Beyköy,Burunarkaç,Çatallı,

Çaykışla,Çiftlik,Demircili,Dereköy,Gedikevi,Geynik,Güneysaray,Güveçci,Güney,

Kılıçlı Kavaklı,Kurudere,Leylekli,Örenköy,Sığracık,Soğukkuyu,Tepeköy,Türkmen,

Yüreğil .Bu yörüklerin büyük bir kısmı Yozgat civarından gelmişlerdir.

İscehisar:Cevizli,Doğanlar,Karaağaç,Karakaya,Çatağıl,Konarı,Olukpınar.

Afyon Merkez,Sincanlı,Bayat ve İhsaniye köylerinde Karakeçili Aşireti iskan edilmiştir. Başmakçı,Çay,Dazkırı,Dinar,Evciler,Sandıklı ilçe merkezlerinden ve köylerin den Sarıkeçili Aşireti kollarından iskan edilmiştir.

Aşiretlerin tasnifinden “Türkmen”ve Yörüklük”değişik unsunlar gibi görülür. Aslında farklı unsurlar değildir. Kaşkarlı Mahmut,Karluklar hakkında “Göçebe Türklerden bir bölüğün adıdır. Oğuzların ayrıdırlar. Oğuzlar gibi Türkmendirler.”[16]

Osman Gazi’nin oğullarına nasihatında asla iskan olmamalarını,yerleşenlerin asaletinin kaybolacağını,beyliğin Yörüklük ve Türkmenlikte kalacağını söyle-mesi; Türkmenlerinde,yörükler gibi konar-göçer yaşadığını anlatılmak istenmiştir. Bazı kayıtlarda da Türkmen Aşiretlerinin bazılarına “Yörük”;Yörüklerin bazılarına da “Türkmen”denildiği görülmüştür.

Seyidgazi/Bahşişli köyündeki yörükler”Ecdad Horasan’dan beri yürüyerek gelmiş;Yörük yürüdü,kıllı deriyi sürüdü, demişler,adımız yörük olmuş. Bizim atalarımız Toroslardan Mersin civarından gelmiş,hala orada akrabalarımız var.”

Avrupalı araştırmacılardan Leake:”Yörükler,Asya’daki Türkmen ve Kürtler gibi göçer aşiret hayatı yaşar. Trakya ve Mekadonya’ya yerleştikten sonra bu yaşayış düzenini terk etmişlerdir S.Boker:”Asya’dan göç ederek Teselya’ya yerleşmişler-dir.Bunlar göçer yaşayan Yörüklerdir.”G.Lejean:”Türkler nomad ve çoban hayatı yaşayan ırkdaşlarına (yürüyen,gezen manasına gelen)Yörük adını veriyorlar”.[17]

“Yörükler kanun nazarında askerdi,Rumeli Eyaletinde yirmi defterli akıncı,kırk bin yörük ve müsellem vardır. Yörükler,müsellem taifesinden sefer zamanı nöbetle beş-altı bin nefer tayin edilip,sefer malzemelerini taşırlar. Başlarında yörükbeyleri ve başbuğları bulunur.”[18]

Osmanlı dönemine aşiretler bir subaşına bağlanarak,iktisadi açıda faydalanmayı düşünmüştür. Devlet nazarında Yörüklükten çıkmak,ölçüsü şu dur. Göçten vaz-geçip,yerleşip,tarıma başlayıp, 10 yıl belirli bir köyün halkı olarak yazıldıktan sonra göçerlikten çıkarılır. Defter-i Hakaniye şerh düşülürdü.

Cevdet Türkay,arşiv kayıtlarını dayanarak hazırladığı “Oymak,Aşiret ve Cemaatlar”isimli eserinde değişik tesitler yapmıştır.”Konar-göçer Türkmen ekradı yörükan-ı taifesinden” Yine Alanya civarında oturan Hacılar Ekradı,Mehmet Eröz’ün “Yörükler”isimli eserinde “Hacı Aliler,Hacı Süleymanlar”şeklinde değişmiştir. Yine Aksu-Serik çevresinde yaşayan”Murtunalar”nam-ı diğer “Aşiret-i Kürdi” ise “Konar-göçer Yörük taifesindendir.”denilmektedir.

Yörüklük ve Türkmenlik tezlerinden çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da yaşayan aşiretlere genellikle “Türkmen”batıda,güneyde yaşayan aşiretlere “Yörük”denilmiştir. Mesela Karakoyunlular ’a Konya,Adana Afyon,Eskişehir ve Antalya civarında”Yörük”,Doğu Anadolu’da ve İran’da ”Türkmen”denilmektedir. Avşar lar’a Bolvadin civarında yaşayanlarına “Yörük”Doğu Anadolu’da yaşayanlara ”Türkmen” dendiğini tesbit ettim.[19]

3.Konar-Göçer Yaşam:Orta Asya’da iken Türklerin büyük bir kısmı şehirlerin dışında bozkırlarda göçebe yaşıyorlardı. Türk Destanlarında bu yaşam canlı olarak anlatılır.” Ahmet el-Tini’nin rivayetlerine göre:İskender(ilk Aryani İran fatihinin ismi)geldiği zaman Mavereünnehir’de;Kaşkarlı Mahmut:Talas ve Şu alanında,şehir hayatının henüz hiç inkişaf etmemiş olduğu,her tarafta ahalinin çadırlarda yaşadığı”belirtmişlerdir.[20]

Türklerin konar-göçer yaşamları,diğer göçer yaşayan kavimlerden farklıdır. Bu gün bile konar göçer yaşayan Kürt,Arap,Berberi kabileleri aşiret devrini aşamamışlardır. “[21] Eski Türkler siyasi hayatında “tudunluk,yabguluk,hakanlık”devre lerini aşarak “ilhanlığa “ yükselmişlerdir. Türklerin en aşağı derecesi“il”dir. İl ise bir aşiret değil,küçük bir millettir.”

Fuat Köprülü ,II. Tarih Kongresine sunduğu tebliğde:içtimai tekamül bakımından birbirinden çok farklı göçebelik şekilleri bulunduğunu ,göçer-lerin,yerleşik olanlarda daha üstün tekamül mertebesinde olduğu belirtir. Yukarı orta zamanda Avrupa’nın yerleşmiş halkının,kültür bakımından Eurasia’nın göçebe kavimlerinden ne gibi iktibaslarda bulunduğunu tarih ve sosyoloji tetkiklerinin gösterdiğini söyleyerek. Türk göçebeliği hakkında şu hükme varır:”Bazı göçebe Türk zümrelerinin ,bu fatih ve istilacı atlı göçebelerin ,dahili teşkilat yani idari ve siyasi müesseseler bakımından da ileri derecede olmaları gayet tabiidir.”[22]

Cengiz Han,keçe çadırda yaşayan kabilelerin başbuğu idi. Reşidettin (ormanlı) kavimler hakkında Moğolların söyledikleri sözleri naklederek diyor ki:”Onların fikirlerine göre bu hayattan(yani avcılık ve orman hayatından )daha iyi bir hayat olmasına imkan yoktu ve onlar kadar mesud kimse bulunmazdı.”[23]

Bilge Han,kayınbabasına bir şehir tesis ederek,milleti ile beraber yaşayacağını bildirdi. Kayın babası O’na dedi ki.”Şehirde ve köyde yaşamak,bizin işimize gelmez. Şimdiye kadar hür ve müstakil kalmamız göçebelik sayesindedir. Göçebe olduğumuz için istediğimiz dakikada Çin’e akın yaparız. Çinliler iş den haberdar olup, seferberlik ilan edinceye kadar biz aile çadırlarımızla beraber Çinlilerin yetişemeyeceği uzak ülkelere çekiliriz. Bu suretle Çinliler ise beş yüz binlik hatta bir milyonluk askerle üzerimize gelse ,bize hiçbir şey yapamaz.”der. Bilge Kağan şehir yapmaktan yani iskan olayından vazgeçer.

Selçukname müellif “sakın olmaya ki şehirlerde oturasınız,yerleşesiniz. Zira şehirlerde oturanların ili ve boyu malum olmaz. Asalet ve şerefe kalmaz;beğlik ve asalet ancak göçebelikle ve Türkmenlikledir.”diyerek atalarının nasihatını naklediyor.[24]

Yazıcıoğlu rivayetinde şöyle deniliyor.”Merhum Kara Osman dahi daim bu öğüdü oğullarına verirmiş:olmasın ki oturak, olasız ki, beğlik,türkmenlik ve yörüklük edenlerde kalur demiş”Buradaki Kara Osman,Osmanlı Devletini kuran Osman Gazidir.[25]

Okul görmemiş,göçebe Türk kızlarının dokudukları eşsiz halılar,kilimler yükte hafiftir. Rengini,motifini kendi icat etmiştir. Bunlar Türk Milletinin kültür özelliklerin yansıtır. Eserlerinde hiç hata bulamazsınız. Çünkü Türk zekasının ürünleridir.

Türklerde göçerlik iktisadi bir mesleki tür değildir. Örflere,törelere daya-nan,hatırlarla beslenen bir toplumsal hayat tarzı,bir yaşayış şeklidir. Doğar doğmaz

Kendini böyle renkli bir sosyal ortamda bulan çocuk ;kışlar,yazlar,baharlar gelip geçer,göçler olur,hatıralar birbirini kovalar da bütün ruhu ile bu hayat içinde erir,bu hayatla bütünleşir. İnsanlara yeniden doğuşun heyecanın veren İlkbaharda koyunların kuzulaması,keçilerin oğlak vermesi ile birlikte şırıl şırıl sular,rengarenk çiçekler,diz boyu otlar arasında ,tabiat cennetinde yaylalara doğru göçen deve katarlarının önünde kirmanları ile yün eğirerek giden suna boyluları seven gönüllerin içinde yanan ateş,aynı zamanda yörüklüğe de yürekten bağlanmış demektir. Son derece zor şartlara rağmen yaşlılar bu hayattan vazgeçmeye düşünmemişlerdir.

Göçerlerin yaylaya çıkışları töresel törenle yapılar. Eğlenceler düzenlenir. Bu törenlere destanlarda ve Dede Korkut Hikayelerinde de rastlıyoruz.

Bolvadin’e bağlı”Karabağ Köylerinde yapılan”Sultan Nevruz”törenleri Destanlarda ve Dede Korkut Hikayelerinde anlatılan törenlere çok benzer. Karabağ Köylerinde Sultan Nevruz Törenleri,Mart Ayının 21.nci günü yapılır .Bütün köy halkı genci,ihtiyarı,kızı,kızanı köyün meydanın toplanırlar. Büyük bir ateş yakarlar. Köy halkından birisi “Kurt Postunu”sırtına alır,kurdun başını kafasına geçirir. Çeşitli “Seyirlik Oyunları “oynar. Kurt gibi ulur. Sonra köy meydanına yakılan ateşin üstünden bütün köy halkı atlar. Ateşin bütün günahları yakacağı,hastalıkları gidereceği,insanı arındıracağına inanılır. Sonra yaylaya çıkılır. Bu törenlerde,destani dönemde “Kültler”yaşatılmaktadır. Bu törenin benzeri Girasun’un Tirebolu ilçesine bağlı köylerde yaşayan Çepni’ ler de gördüm. Bu törene “Ot Göçü-Ot Töreni”diyorlar.

Çepniler,Mart aynın 21 geldiğinde bütün köy halkı ,köy meydanında toplanıyorlar. Yaylaya götürülecek bütün eşyalar ve hayvanlar hazırlanıyor. Burada yükü katırlar taşıyor. Aynı işi Orta Anadolu ve Güney Anadolu’da develer yapıyor. Bütün gençler bayramlık elbiselerin giyiyorlar. Karşılıklı mahalli oyunlar oynuyorlar. Türküler söyleniyor. Atma türkü yarışları yapılıyor. Daha sonra her aile Yaylaya götüreceği bütün eşyalarını ve hayvanları alıp,yaylaya çıkıyorlar,Burada Ekim ayına kadar kalınıyormuş. Düğünler Yayla dönüşü yapılıyormuş.

Gezdiğim yaylalarda konuştuğum ihtiyarlar hâl göçerliği,yerleşik hayattan üstün tutuyorlar. Onlara göre,yerleşik hayata geçenler aciz,korkak,asaletini kaybetmiş insanlardır. Ege ve Marmara bölgesinde eskiden yerleşik hayata geçen köylere” manav” diyorlar.

4.Aşiretlerin İskanı:Türkler konar-göçer yaşayan bir toplumdur. İlk iskan olaylarına Büyük Selçuklular zamanında rastlıyoruz. Türk göçerleri ,bilhassa Oğuzlar Büyük Selçuklu İmparatorluğu. kurulması ile iktisadi etkilerin tesiri ile yeni yurtlar,yeni yaylalar,yeni ovalar bulmak zorunda kaldılar. Bu arzu ile batıya doğru akmaya başladılar.”Türkmen Oğuz unsuru ,evvelce Cenubi İran ve Hemedan taraflarında yerleşiyorlardı Bağdat Halifeleri hizmetinde olan askerlerin daha Selçukilerden yüz elli sene evvel,kırk kadar Türk emiri riyasetinde Fars taraflarında ikta olarak yerleştiler,kasabalar kurdular.”[26] Türk kütleleri Selçuklulardan sonra batıya akmaya başladı.

“Göçebe Oğuz aşiretlerine istinaden Horasan’da saltanatlarını kuran Selçuki hükümdarları ,yalnız onları değil,muhtelif sebeplerle Orta-Asya bozkırlarından mütemadi surette akıp gelen sair Türk kabilelerini de iskan etmek,onlara maişet vasıtalarını temin eylemek mecburiyetinde idiler .Ne Horasan ne de İran’ın sair sahaları,bu kadar kesif kütlelerin tamamen yerleşmesine müsait olmadığından, Selçuki hükümdarları garba doğru yeni istila hareketleri yapmak zaruretinde kaldılar. İşte İran dahilinde ve cenubi Kafkasya’da Türklerin çoğalması ve bilhassa Anadolu’nu fethi ve Türkleşmesi doğrudan doğruya iktisadi zaruretin neticesidir.”[27]Bu gelen aşiretler Doğu Anadolu’ya iskanı Melikşah zamanında başlamıştır.

Batı Türkistan da iken ziraat uğraşan aşiretler,Anadolu’ya geldiklerinde köyler ve kasabalar kurarak Orta Asya’daki ziraat kültürünü devam ettirmişlerdir. Yeri kurdukları köy ve kasabalara Orta Asya’daki adları vermişlerdir. İlhan Argun zamanında(1284-1291)Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri kesif kitleler halinde Doğu Anadolu’ya nakledildi. Gazan Han zamanında ikta usulü ile iskan oldular. İkta usulü ile iskan siyaseti Anadolu Selçuklular zamanında da devam etti. Osmanlılarda ikta,tımara sistemine dönüştürüldü.

Sultan Orhan zamanında,”Sadrazam ,Bilecik kadısı ile birleşerek piyade askerliğine elverişli Türk gençlerini seçerek alaylar teşkil edildi,Bunların başlarına onbaşı,yüzbaşı,binbaşı adı verilen kumandanlar getirildi,Yaya adı da verilen bu askeri kitle harp zamanında bir dirhem-i şer’inin dörtte birine muadil akçe-i osmani alıyorlardı. Savaş bittiği zaman ücret almıyorlardı .Devlet barış zamanında boş kalan bu büyük insan kitlelerini iskana özendirmek için,tekrar çiftçiliğe dönerlerse mutat vergilerden Tekalif-i Divaniye yahut Örfiyyeden muaf tutuyorlardı.”[28]

Osmanlı Devleti,bir taraftan Anadolu Türkmen Beyliklerini topraklarına katıp,Anadolu birliğini sağlarken,diğer taraftar Rumeli’nin fethine önem veriyordu. Yeni topraklar kazanıyordu. Abdal,ahi,gazi gibi ünvanları altında misyoner ve kolonizatör Türk Dervişlerinin iskan olayında rolü büyüktür.”Köylere ve boş topraklara doğru yayılan ca kabarıp taşan bir cemiyetin kendi varlığına inanışının bir ifadesi olarak daima ileri atılan ,istilaya kalkan ve bu istilalarla beraber istilalarına kuvvetini yapan ve ifadesini teşkil eden bu cereyanların faal ajanları olmuş olan bu dervişler,Orta zamanda Türk cemiyetini bereketli bir maya gibi işlemişlerdir.”[29]

Türk aşiretlerinin Anadolu’da ve Rumeli’de kendi istekleri ile yerleşmeleri , yayla ve kışlak sahibi olmaları yanında devlet de etkili bir iskan politikası uyguladı.

Rumeli’nin fethi sırasında fethedilen yerlere, aşiretler daha verimli topraklara sahip olmak için kendiliğinden göç etmiştir. Bu göçte devletin yardımı olmuştur. Daha sonra bu göçler duraksayınca ,devlet zoraki göçürerek aşiretleri sürgüne tabi tutmuştur. Amaç yeni alınan yerlerdeki Türk nüfusun artırılması ve konar göçerlerin iskanıdır. Bu sürgünlerde dini sebepler ve isyanlar önemli rol oynamıştır. Sürgünler genellikle Rumeli’ye olmuştur.



Anadolu’da ise aşiretler Kolonizatör Türk Dervişlerinin etkisi ile iskan oluyorlardır. Timur’un Anadolu’yu istilasından sonra bozulan Anadolu birliği iskan zorlaştırdı. Aşiretler bu zorluğa rağmen beğendikleri yerlere kendiliğinden iskan oluyorlardı. Mesela,Timur Türkistan’a dönerken,Anadolu’dan götürdüğü Kara Tatarlardan boşayan Yozgat Bölgesini,Şam Türkmenlerinden olan Dulkadirli Ulusun bir kısmı yerleşmiştir. Uzun Yayla ve Sivas civarına iskan faaliyetleri sürüyordu.

XVI. asır başlarında göçebe hayatı durgunlaşmış,Üç-Oklar Çukurovadaki şehir ve kasabalar kurarak yerleştikleri gibi ekinliklerde çiftlilikler kurarak toprağa bağlanmışladır. Bu asırda Anadolu’da Türkmenlerin büyük bir kısmı iskan olmuş durudaydı. Yalnız Halep Türkmenleri ve Diyarbakır civarında ki Boz-Ulus Türkmenleri iskan olmamışlar konar-göçer yaşıyordu. Maraş,Kadirli ve Elbistan yörelerinde yaşayan Dulkadirli Ulu kısmen yerleşmişti.

Halep Türkmenlerinden Emir Cemaatı”devlet müracaat ederek iskan olacaklarını bildirmişlerdir. Konu ili ilgili H.1102/M.1690 tarihinde iskanları kararlaştırılıyor.”Halep ve Yeni İl Türkmen’ ina tabi Emir Cemaaatı Türkmanından el-Hac Ali ve Selim ve Hamza ve el-Hac Tahir ve el-Hac İbrahim ve Mehmet ve Abdullah ve Abdüllatif ve Şamlı Mehmet tevabii ile elli ev miktarı kimesneler arz-ı hal idüb mezkür Türkman-ı Halep ve Yeni İl aklamına tabi konar ve göçer taifesinen olup bir mahalda mahsusu kışlakları ve sakin olacak yerleri olmayıp Kırşehir Sancağında kışlayıp lakin ağalarının teaddilerinden ve sair tekalif ve nevaibin kesreti tevarüdünden perakende ve perişan oldukların ilam etmeleriyle Kırşehir Sancağında vaki Tokat mukatası aklamından Nusratlu nam karyeye hali ve harabe olmağla fi maabad mahalli mezburda iskan ve kendü mallarıyla karye-i mezbureyi ma’mur ve abada eyleyüp mabeyinlerinde teayün kesb eylemiş ihtiyar eyledikleri mutemed adem cemaatına başbuğ tayin olunup içlerinde fesad ve şekavet iden olur ise kendüler ahz ve hakime teslim teslim eylemek üzere ihtiyarları ve iş erleri marifetleriyle birbirine kefil verip ançak ziraat ve hiraset eyledikleri arazide hasıl eyledikleri mahsullerinin humüslerin ve bağ ve bağçe ve bostanlarından bi-has beşer iktizaiden hukuku arazılerin canibi miriye eda üdüb.”[30]

Bu vesikada görüldüğü gibi kültürlü kişiler aşiretlerini iskan için önemli rol oynamışlardır.

XVII. asırda Anadolu’yu kasıp kavuran “Celali İsyanları”aşiretleri dağıtmış,perişan etmiştir. İskan olayı yavaşlamıştır. Eşkiya köylülerin”koyunların ve öküzlerin ve at ve katırların alıp,evlerinden esbap garat idip ambarların kıyıp, zairelerini alıyorlardı. Sis,Kars(Kadirli) ve Bozdoğan kazalarındaki köylülerin bir kısmı malları ve başları havfınan eşkıya yanına varup,eşkıya ordusunu artırmıştır. Bir kısım Hıristiyanlar Rumeli’ye kaçmışlardır. Trabzon ve Rize ‘de kayıtlı 15 bin Hıristiyan reayası Rumeli’ye Kırım’ın Kefe Sancağına firar etmişlerdir. Eşkıya yüzünden derbentçilik hizmetleri terkedilmiştir. Köyler dağılmıştır.”[31] Bolvadin’e ait 15 ve 16.asra ait tahrir Defterlerinden ismi geçen köy,kasaba ve çiftliklerin büyük bir kısmı yok olmuştur.”[32]

Bunun yanı sıra Osmanlılarda vergi tahsili aşiretlerin varını yoğunu alınca ,aşiretler iskan edildikleri yerleri terk ederek dağılmışlardır.H.1039/M.1629 yılında Bağdat’ın alınması için görevlendirilen Hüsrev Paşa ,Halep’ten hareket etmeden önce,kalabalık bir kuvvet göndererek “Beğdili Aşiretinin” borçlarının karşılığı onbin koyun ve yüz katar develerini zaptetmiştir. Bu olay aşiretin yerlerini terk etmesine neden olmuştur. Boşalan yerlere Arap kabileleri gelmiştir.

“Mali hususatta hiç müsamahacı olamayan devlet idarecileri Bozulus teşekküllerinin birkaç seneden beri alınmamış olan vergilerini bir türlü affetmiyor ve bu bakımdan sıkıştırıyordu. Bu sebeple l084/1673 yılında Bozulus’un Bolvadin Akşehir Kütahya hattında bulunan en mühim kısmını yeniden inhilale ve dağılmaya mecbur etmiştir.Bu tazyik neticesinden Bozulus teşekküllerin Karesi,Saruhan,Aydın ve Menteşe mıntıkalarına gelmesi ve hatta denizi geçerek Rodos,İstanköy,gibi adalara iltica etmeleri,o sırada aşiretlerin devlet memurları karşısında yılgın düşmüşlerdir.”[33]Bu olaylar iskan olayını zorlaştırmıştır.

Devlet 15.16 ,17 ve 18 asırda çıkardığı yasalarla,iskan olayını devlet politikası haline getirdi. Türkmenlerin tamamına yakılını ,Yörüklerin bir kısmı iskan oldu

İskanı kabul etmeyenler sürgüne tabi tutuldu. Rumeli’ye,Adalara sürüldüler. Kıbrıs’a sürülen aşiret ,Antalya’dan gemilere bindirildi. Yolda kaptanı öldürüp bir kısmı geri döndü. Bir kısmı adaya çıktıktan sonra kaçıp,Bolvadin ,Aydın,Menteşe,Saruhan ve Kütahya taraflarına kaçtılar .H.1126/M.1714 yılında Nihayet iskan olup ziraat ve sanatla meşgul olmak kaydı ile afvedildiler.

“Kuşcubeğli cemaatı,Anadolu Yörükan cemaatından olup,Bolvadin’e tabi Karamık kazasında Devederesi nam mahalde iskan edilmiştir. Mukaddema aşiretin Devederesine iskan teklifi ile rencide olmaması için 28 Zilhicce 1147/1734 tarihinde emr-i şerifi verilüp,ahkam ve iskan defterine kayd olunmuştur. Karamık Kazasında Devederesi nam maahalde sakin ve hatve hariç mahalle hareket etmemek üzere 3000 guruş nezri mukayyeddir.”[34]Devlet aşiret yakın olduğu sürece iskan kolaylaşmıştır.

“700 hane olan Musacalu Cemaatı kendi sakin oldukları yerlerinden kalkup âhar mahallerde parekende ve mütefeddik olanlar,hala bulundukları mahallerde sakin olalı on sene mürur etmeyip yahut avarız hanesine kayd olmuş değillerse kaldırılıp,kadimi sakin oldukları yerlere asıl cemaatları deruruna akl ve iskan ettrilir. Ve eğer oturdukları yerlerde sakin olalı on sene geçip ve yahut avarız hanesine kayd olmuşlar ise ol makuleler kaldırılmak teklifi ile rencide ettirilmeyip,oturdukları yerlerde üzerlerine edası lazım gelen rüsum-ı raiyyelerini kanun ve defter mucibince asılraiyet kayd olundukları zabitlerine eda etmeleri iskan şurutundandır. Cemaatı mezbure yedi kabileden mürekkepdir:Kabile-i Kaçarlı Kabile-i İncili,Kabile-i Çilli,Kabile-i Tanburacı,Kabile-i Oşili,Kabile-i Hacı Fakılı,Kabile-i Caberli. Musacalu Cemaatı 1146/1733 senesinde Rakkadan ifraz ce malikane füruht olunmağla mukataa’ya kayd olunmuştur. Musacalu Cemaatı Bozulus Aşiretindenidi.”[35] Musaclu Aşireti Afyon’un Emirdağı ilçe merkezi ve köylerine yerleşmiştir.[36] Bozulus Aşiretine tabi olan Türkmenlerinden olup,Aydın Bölgesinde sakin olan Mihadlu,Aksudlu ve Gaffarlı Cemaatları Bolvadin Karaca Ören civarına iskan oldular.[37]

Göçerlerin büyük çapta iskanları XIX. asırda olmuştur.1838 yılında Mustafa Reşit Paşa ‘nın hariciye nazırlığı zamanında yaptırdığı anket sonunda Anadolu’daki nüfusun büyük bir kısmının göçebe olduğunu tesbit etmiştir. Ve bunların iskanına karar vermiştir. Devlet olarak yardım etmiş. Yörük ve Türkmenlere köyler kurulmuştur.19.asırda Marmara,Ege ve Akdeniz’de büyük çapta iskan olmuştur

Karakeçili Aşiretinin”1259/1843yılında bir kısmı Manisa ve Hüdavendiğar vilayetlerine diğerleri sakin oldukları yerlere parakende olarak iskan ve bazı teklifat ile birlikte asker ,öşür alınmıştır. Diğer kısımları 1283/1868 yılında Ahmet Vefik Paşa’nın müfettişliği sırasında iskan olmuştur. Karakeçili Aşiretinin iskanı l936 yılına kadar devam etmiş,bu tarihten sonra iskan işi tamamlanmıştır. Karakeçililerde en son iskan .[38] Eskişehir Karakeçili köyleri olmuştur. Aynı tarihlerde Antalya’dan çıkıp sultan Dağlarına yaylaya gelen parekende yörükler hala gelmektedir. Bunlar çok az birkaç ailedir.



5.Aşiretlerde Sosyal Hayat:

5.1.Çadır:Orta Asya’da yapılan kazılarda ,Türk Göçerlerinin keçeden yapılmış çadırlarda yaşadığı öğrenilmiştir. Bu çadırlar yere kurulduğu gibi arabaların üzerine de kuruluyordu. Bunların iskeleti ağaç olup üzeri keçe ile örtülüyordu. Ayrıca arazi üzerine türbe şeklinde kubbeli çadırlar kullandılar. En çok bu tip çadırları kullanmışlardır. Anadolu’ya göç ettiklerinde bu çadırları beraberinde getirmişler,yerleşik hayata geçtikten sonra bu çadır tipi türbelerde yaşamıştır. Bilhassa Anadolu Selçukluları zamanında yapılan türbelerin bir kısım çadır şeklinde yapılmıştır. Günümüze ulaşan en güzel örneği Akşehir’de Seyyit Mahmut Hayrani türbesi,Çay -Eber Kasabasında Esirüddin Ebheri Türbeleridir.

Orta Asya göçerleri eski devirlerde de keçe çadır kullanıyorlardı.”İskitlerin hayat tarzı kıyafet ve simaları,adet ahlakları hakkında Hipakratus tarafından verilen malumatlar Hunlar ve Göktürkler hakkında yazılanların aynıdır. Akideleri defin merasimleri ve adetleri Altaylıların aynıdır. Bunlar keçeden mamul kubbeli çadırlarda (genellikle tekerlekli arabaların üstüne kurulan) yaşarlardır. Bu evlerin ve aksamına ait isimler Türkçedir. Araplar bu çadırları Kenture yani Türk Çadırı diyorlardı.”[39]

Çin kaynaklarında göre Kırkızlar”Keçeleri birleştirerek reisleri için çok büyük çadırlar yani otağlar kurarlardı. Kabile reislerinin çadırı etrafına halka ait çadırlar kurulurdu.[40] Menkıbelere göre ilk çadırı yapan Türk Han’dır.

Cüveyni,Hülagu’nun bin oklu çadırından,Aksarayı ,Gazan Han’ın süslü çadırından bahseder.

Türk göçerleri Anadolu’ya gelince,değişen coğrafi şartlardan dolayı koyunculuğun yerini,davarcılık almıştır(keçi besleme).Çadırların yapıları ve şekilleri de bu değişime göre şekillendi. Keçe çadırlar terk edildi,kıl çadırlarda yaşarlardı.

Anadolu’da Türk Aşiretlerini kullandıkları çadırlar üç gruba ayrılır.

a. Kara Çadır:Kıl çadır,çul çadır ismi de verilen bu çadırlar keçi kılından yapılır. Uzunca bir ev gibidir. Karakeçi kılından yapıldığı için Kara Çadır demişlerdir.

b. Keçe ev:Bazı yerlerde Alaçık diyorlar. Alaçık eni 3 m.,boyu 5m.dir.Eskişehir ve köylerindeki Karakeçililer Alıcık diyorlar. Tünel şeklinde yapılıyor. Çadırı kubbe iskeleti yay şeklindedir. Bu yaylar ardıç ağacnın dallarından yapılır,delikli ağaçtan geçirilerek,yarım daire şeklindeki kubbe meydana gelir. Kubbenin üstüne kamış,çalı ile örtülür. Bunların üstüne keçe örtülerek kapatılır. Siyah yünden yapılan keçe soğut,yağmur geçirmez.

Yarım çemberi oluşturan malzemeler kamıştan,kargıdan yapılır,24 tanedir. Çadır ın içi kilimlerle bölünür. Bir çadırda 4 bölme için 5 kilim kullanılır. Çadırın etrafına Soğut ve yağmur girmemesi için çadırın etrafına bir metre taş yığılır. .Alacık’ın tek kapısı vardır. Ocak kapının sol tarafında yer alır. Ocağın solunda ise tabak çanak konacak yer yapılır. Alacık tabanı hasır veya karaçul ile örtülür. Alaçıklardan genellikle pencere yoktur. Bazılarında açılan küçük delikler pencere görevini görür.

Afyon,Kütahya,Eskişehir,Adana ,Mersin civarında yaşayan Karakeçili,Kara Tekeli Bahşişli,Keşefli ,Beyazıdlı,Tırtarlı,Köseli,Beyazıdlı, Muratlı, Işıklı aşiretleri bu çadırı kullanıyor. Azeri göçebeler Alaçık’a ıtlak diyorlar.

c.TopakEv: Afyon/Emirdağ ilçesindeki Türkmen Köyleri Topak Evleri” kullanıyorlardı. Bunun örnekleri Afyon Etnoğrafya Müzesinde vardır. Alaçıkta olduğu gibi kamış ve kargılarla kubbe yapılır,Üzeri keçe ile örtülür

5.2.Hayvancılık:Göçerlerin asıl ve tek meslekleri hayvancılıktır. Orta Asya döneminde günümüze kadar gelen en eski kültürümüzdür. Genellikle at,koyun, deve, sığır besleniyordu. Keçi azdır. Namazgah Tepe ’de yapılan kazıda “Koyun,keçi, deve,sığır,at ve köpek kemikleri bolca çıkmıştır. Kalıntılarda bulunan malzemelerden , koyun yünün çok kullanıldığı anlaşılmıştır.”[41]

Anadolu’da göçerler en çok keçi,koyun,deve,sığır beslerler. Katır ve eşek nakliyat için kullanılır. Değirmene buğday götürmek,pazara mal götürmek gibi işlerde kullanılıyor. Gezdiğim yerlerde Tahtacı denilen”Ağaçeriler” ile Alevi Türkmenleri orman ürünleri ile uğraştığı için katır çok kullanmışlardır. İç Anadolu’da göl ve bataklık yakınlarında yaşayan aşiretlerin manda besledikleri görülmüştür. Bilhassa Afyon , Bolvadin,Konya’nın bazı kazaları,Isparta ve Burdur’un bazı kazalarında manda çok görülür.[42] Bazı aşiretler kuş beslemiştir.Arşiv kayıtlarına bu isimle geçmişlerdir.”Bozulus Aşiretinden olan Kuşdoğanlı Cemaatı, Bolvadin Kazasında sakin olurlar.”[43] Ayrıca Kuşçu,Kuşcubeğli, Kuşhanlı ,Kuş-karalı, Kuşlu,Kuşluhanlı cemaatları vardır.



[1] Şeref Han,”Şerefname-Kürt Tarihi”(Diyarbakır Halk Kütüphanesi nr.2065)s.71


[2] Cami’üd Düvel s.243,Sahayifü’l Ahbar . s.7 Rahatü’s Südur s.31


[3] B.A. Diyarbekir Tahrir Defterleri H.924/M.1518 nr.64 s.748-749


[4] Muharrem Bayar”Yörükler” Ankara.1996 .s.64


[5] Prof. Dr. M. Eröz ”Yörükler” İst.1991. s.41.


[6] Prof. Dr. Cengiz Orhonlu”Osm .İmp. Aşiretlerin İskan Teşebbüs”İst.1963. s.14


[7] Karakeçili Aşireti. İstanbul.1321. s.12


[8] Mayıs.2001 tarihinde yapılan”Tarsus Tıp Tarihi Kongresine” katılarak tebliğ sundum. Bu arada Mersin,Tarsus,Ermenek,Mut,Gülnar ve Karaman’da Karakeçili köylerinde alan çalışması yaptım.


[9] Prof.Dr.M.Eröz”a.g.e.” İst.1991. s.47


[10] MAD,nr.8458 s.190-192 ;ATA Vs.nr.178 s.124-127


[11] Hikmet Şölen”Aydın İli ve Yörükleri” s.12,13


[12] Muharrem Bayar”Bolvadin Ağzı”(basılmamış derleme)”Başkasının haytası olmak,sana ne O’nun haytası mısın”Ayrıca Bolvadin’de“Haytalar”ismini taşıyan aileler vardır. Günümüzde “Akgüngör” soyadını taşırlar.


[13] Bolvadin’de”Garsavurdan”lakabını taşıyan aileler vardır. Garsuvurdan bu gün anlam kaymasına uğramı,”Palavracı,boş konuşan anlamında kullanılır.


[14] Muharrem Bayar”Karakeçili Yörük Aşiretinin Tarihi ve Eskişehir’e iskanı”Ankara.2002 s.318

TD.nr.112 s.80 TD. Nr.247 s.80


[15] MAD. Nr.8458 s.190,192 ; ATA. Nr.178 s.124,127


[16] Kaşkarlı Mahmut”Divan-ı Lügati’t-Türk” c.1 ,s.473


[17] Prof.Dr.Tayyip Gökbilgin”Rumelide,Yörükler,Tatarlar ve Evladı Fatihan”İst.1957.s.2-4


[18] Koçibey Risalesi(Haz.Ali Kemali Aksüt) İst.1939 .s.45


[19] Bolvadin/Özburun Köyü ,Avşarlı Yörüğüdür.


[20] Prof.Dr.Zeki Velidi Togan “Umumi Türk Tarihine Giriş-I” İstanbul.l947 s.25,28


[21] Ziya Gökalp”Aşiretler Hakkında Sosyoloji Tetkikleri”Doğu Mecmuası nr.7-8 . l943


[22] Pro.Dr.Fuat Köprülü”Orta Zaman Türk Hukuki Müesseleri.II. Türk Tarih Kong.İst.1943 s.389


[23] Vlademirtsov”Moğolların İçtimai Teşkilatı” Ankara.1944 .s.60


[24] Prof.Dr.Mehmet Eröz”a.g.e” s.78


[25] Prof.Dr.Zeki Velidi Togan”a.g.e” s.101,102


[26] Prof.Z.V.Togan”Azerbaycan Türk Etnoğrafyasına Dair”(Azerbaycan Yurt Bilgisi nr.18) l933 ve Faruk Sümer”Çukurova Tarihi” Ankara,1964


[27] Prof.Dr.Fuat Köprülü”Bizansın Osmanlı müesselerine tesiri” s.226


[28] M.Belin”Türkiye İktisadi Tarihi hakkında tetkikler”(Tercüme M.Ziya)İst.1932. s.97-98


[29] Pro.Ö.Lütfi Barkan”Bibliyoğrafya”(Türk Hukuk Dergisi.I) .s.212


[30] A.Refik”Anadolu’da Türk Aşiretleri”.s.95


[31] Lütfi Güçer”XVI-XVII. Asırda Osmanlı İmp.Hububat Meselesi ve Hububatan Alının vergiler”İst.1964 s.20,24


[32] Muharrem Bayar”Bolvadin ve Civarına iskan olan Türk Aşiretleri”Standart Dergisi”nr.411 Ank.1996


[33] F.Demirtaş”Bozulus Hakkında” DTCFD,VII,nr.1. 1949 s.43


[34] Cevdet Türkay”Osmanlı İmp.Oymak,Aşiret ve Cemaatlar” İst.1979 s.555


[35] Muharrem Bayar”Yörükler”.Ankara.1966 s.96


[36] Emirdağ İlçe Merkezinde :Kaçarlı,Çilli ve İncili,Elhan Köyünda Oşili,Suvermez Köyünde Tanburacı, HacıFakılı Köyünde Hacı Fakılı,Caber’li diğer Türkmen Köylerinde dağınık yaşarlar.


[37] MAD nr.8458 s.190-192


[38] Muharrem Bayar “Karakeçili Yörük Aşiretinin Tarihi ve Eskişehir’e İskanı” Ankara.2002


[39] Prof. Dr .Z. Velidi Togan”a.g.e” s.34


[40] Doç. Dr. Behaeddin Ögel”İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi”Ankara.1962. s.204,209


[41] Doç.Dr.Behaeddin Ögel”a.g.e” s.29


[42] Bolvadin’ki aşiretler Manda sütünden “kaymak ve dondurma”,inek sütünden”tereyağı”,koyun sütünden “peynir”yaparlar. Sütlerin bu tür kullanımı geçerlidir.


[43] Cevdet Türkay”a.g.e”.s.556

Dr. Muharrem Bayar'

29 Mart 2019 Cuma

Rus Hilal-i Ahmer hemşirelerinden ve Moskova Tıb Fakültesi müdavimîninden Madam "Tatyana Karemeli"nin beyanat ve hatıratı.

BAYBURT'TA ERMENI MEZALIMI ile ilgili görsel sonucu
Ä°lgili resimMühim Bir Vesîka-i Mezalim Bayburd ve İspir kazalarında Türklere fecî zulmler, vahşiyane cinayetler, işidilmemiş işkenceler yapan "Arşak Paşa" çetesi hakkında; Rus Hilal-i Ahmer hemşirelerinden ve Moskova Tıb Fakültesi müdavimîninden Madam "Tatyana Karemeli"nin beyanat ve hatıratı... “Sözlerimde doğruluktan ayrılmayacağım. Bütün milletlere karşı hakîkati söyleyeceğim..." 8 Ağustos sene 1917'de Bayburt'a ulaştım. Bayburt’ta da bir Menzil Piyade Taburu, bir Terek Kazak Süvarî Alayı [Daha çok sert ve acımasız kimselerden oluşan atlı Rus askeri birliği], bir Rus topçu bataryası, bir Rus İstihkâm ve [amele ve fennî adamlardan mürekkep] bu taburun bir de ufak hastahanesi [reviri] ve bir de ahalînin tedavîsine mahsûs Ambulatorya denilen bir Belediye Hastahanesi ve bu Ambulatoryaya bağlı olarak yetîm çocuklar için bir Eytamhane var idi. Ben bu eytamhanenin müdîresi idim. O vakit burada yirmi kadar çocuk vardı. Burada elli iki yatak hazırlanmıştı. Ayrıca Ermenilere mahsûs olarak daha büyük bir Eytamhane Ermeniler tarafından hazırlanmış ve idare olunuyordu. Benim Eytamhanemde takrîben beş-altı Ermeni çocuğu da var idi. Bunlara ders gösterilmiyordu. Yalnız sıhhatlerine, banyolarına, yemeklerine, oyunlarına ve gezintilerine bakıyordum. Çocuklarım beni çok seviyorlardı ben de onları severdim. İstihkâm Derujin [Rus istihkam ve levazım taburu] Taburu bütün malzemeleri veriyordu. Rus İhtilali 27 Şubat 1917'de başlamıştı. Ben Bayburt’a geldiğim vakit orduda ve yollardaki inzibat, eskisi gibi mükemmel idi. Eylül ayı ortasında Bayburt’ta mevki‘ kumandanlığı eden bir Kazak Yasaullı, Eytamhane'nin erzakını, Derujin Taburu kumandanının talebine karşı vermedi. [Yasulli;Yüzbaşı demektir. Esasen adliye memuru olup ihtiyat zabitı yani Yedek subaydır]. Çocuklarım beş-altı gün pek az ekmek parçaları ile iktifaya mecbûr oldular. Bu herîf gayet fena bir adamdır. Ermeni dostudur. Ahalîden hiç birisi sevmez. Şayet Bayburt’tan geçerseniz muhtarlardan sorunuz onlar iyi bilirler. Bir de Belediye Re’îsi vardır, akıllı, zekî bir adamdır. Ayrıca Mîralay rütbesinde bir Rus menzil kumandanı vardı Bu ihtiyar Rus, gayet iyi bir insandır. Kazak olan mevki kumandanı, gayet iyi olan Derujin Taburu amirinin muhtelif taleplerine karşı "Türkler benim düşmanımdır. Ben Ermeni Eytamhanesine erzak vereceğim, çünkü keyfim böyle istiyor" diyordu. Bunun üzerine Derujin Taburu amiri Tiflis’teki Umumi Vali'ye yazı yazdı ve bu herifle birlikte çalışmak istemediğini bildirdi. İcra kılınan tahkikatta o Kazak yüzbaşısının dostu olan dört-beş subaydan başka bütün subaylar Derujin Taburu amirinin yazdıklarının tamamen doğru olduğunu tasdîk ve teyît ettiler. Mevki kumandanı, istediğini yapıyor ve kendi başına, bildiği gibi hareket ediyordu. Bu sebeple menzil kumandanı olan mîralay ona söz geçiremiyordu. Çünkü mevki kumandanı cepheden emir alıyordu. Menzil kumandanı rütbece büyük idi ise de diğeri onun emirlerine itaate mecbûr değildi. 15 Eylül 1917den itibaren çocuklarım için gereken gıda ve saireyi muntazam bir şekilde almağa muvaffak olarak 15 Teşrîn-i Evvelde [Eylülde] ben ticari maddeler ve sair ecza malzemelerini getirmek üzere amirim tarafından Tiflis'e gönderildim. Çocuklarımı gayet terbiyeli, kibar, yüksekokul talebesinden, Alman ırkından bir Rus neferine tevdî ettim. Tiflis’teki bu memûriyete sebep bu sırada Ardase'nin Kuzey batısında bulunan kabak tepelerdeki mevzilerde bulunan [Ruslar kartal yuvası diyorlarmış] Rebinski Alayı'na Türkler taarruz ettiklerinden, bu alaydan pek çok yaralı subay ve nefer gelmekte idi. Bu muharebede Türkler muvaffak olmuşlardı. Esasen bu Rebinski Alayı'nın kumandanı, yaralı subaylar ve askerleri için ilaç, sargı vesaire hazırlanmasını telgrafla Derujin Taburu amirine bildirmişti. Ben, Erzurum-Sarıkamış-Kars-Aleksandrapol yoluyla Tiflis'e gitmeğe karar verdim. Bana verilen büyük bir yol otomobiline binerek hasta bakıcı askerimle ayın on sekizinci akşamı Tiflis'e ulaştım. Tiflis'e doğru hareketimde Erzurum'a varmıştım. O gün Erzurum'da menzil kumandanı karargahında Rus askerlerine tütün göndermek için birisine kenakül [ziyafet,temaşa] vermişlerdi. Ben de burada bulundum. Ertesi gün Derujin İstihkam Taburu Kumandanı olan mühendisimin mektubunu Umûmî Vali'ye verdim. Vali benim istediğim her şeyi vermeleri için icap edenlere emir verdi. Ertesi günü askerlerim bütün ilaçları alarak Bayburt’a hareket etti. Hemşirem Tiflis'e geldiği cihetle Umûmî Vali bana ayın sonuna kadar izin verdi ve keyfiyeti telgrafla mühendisime bildirdi. Teşrîn-i Evvelin otuz birinci günü şimendiferle hareket ettim. Sarıkamış’tan otomobil aldım ve Teşrîn-i Sanî'nin [Ekim'in] ikinci günü akşam Bayburt’a vardım. Ertesi günü mühendise gittim. Tiflis’te neler yaptığımı bir raporla bildirdim. Bana teşekkür etti. Bu sıralarda Türklerle düşmanlığa ara verildiği cihetle Kelkit’teki menzil kumandanı birçok zabit ve askerleri terhîs etti ve kendisi de gitti. 3 Teşrîn-i Sanî'de[Ekim] Kazak Süvari Alayı ile batarya, Kafkasya'ya hareket ettiler. Menzil kıtalaları da Ebi Yesir [?] Alayı ile Erzurum veya Trabzon yoluyla memleketlerine gitmek üzere terhis olundular. Kazak Süvarî Alayı Erzurum ve Batarya Trabzon yoluyla hareket ettiler. Dönüşüm sırasında Sarıkamış’ta birçok alaylar, süvarî ve topçular, derujinler, seyyar hastaelerin gelip geçmekte olduklarını gördüm ve niçin geriye gittiklerini sordum. Onlar, harbin Türklerle sona erdirildiğini söylediler. İntizam mevcut idi. Adeta muharebeye gider gibi muntazam ve silahlarıyla birlikte gidiyorlardı. Ben Erzurum'dan Bayburt’a dönerken birçok askerlere ve Ilıca’daki [ilk çeviride "ilçe" diye okunmuş ]bir obüs bataryasına tesadüf ettim ve numarasını sordum. Birinci batarya olduğunu söylediler. Bu bataryada benim kardeşim Mülazım Viladimir Karameli yaver idi. Kendisi[ni] sordum; "Şu atın üstündeki" dediler. Hemen gittim; birbirimize sarıldık. Bu gün benim için pek mesut oldu. Kardeşimm, "Birlikte gidelim" dedi. Çünkü bütün askerlerin ve hemşîrelerin memleketlerine gitmekte olduklarını söyledi. Hâlbuki ben, vazifem olduğu için Bayburt’a gitmeğe mecbûr olduğumu anlattım ve ayrıldık. Dönüşümde Pırnakapan civarında çok kar vardı. Otomobil kara saplandı, çıkarılamadı. Geceyi pek soğukta otomobil içerisinde geçirmeğe mecbûr oldum. Kürküm ve kaputum da yoktu. Bizim askerler bana kaput verdiler. Ben bu gece pek korktum. Çünkü yalnızdım. Dört Rus askeri içinde idim. Tabii ki bir şey olmadı. Esasen uyuyamadım; gözümü kapayıp korku ile açıyordum. 4 Teşrîn-i Evvel'dı [4 Eylül sene 1917] sarılığa yakalandım. Beş günde iyi oldum. Otomobilde çok sarsılmış ve iyi gıda alamamış idim. Bayburt’taki fena adam olan Yasaulli Kazak yüzbaşısı, takriben yirmi kadar Rus askeriyle kalmıştı. Bu herif pek zengin idi. Kafkasya'da birçok çiftlikler, evler ve saire tedarik etmişti. Çünkü kendisi gayet mürtekip [rüşvetçi] ve hırsız bir adam idi. Bu serveti muharebede kazanmıştı. Bu yüzbaşının ismi Popof'dur. Popof, Grozni, Poti ve Sohum şehirlerinde çiftlikleri ve evleri satın almıştı. Evli idi. Rum olan karısı, Poti'de idi. Kendisi bir Donjuan [Çapkın, zampara, eğlenceye düşkün kimse] idi. Bayburt'ta bir sistra [hemşire] ile vakit geçiriyordu. Kendisinden daha büyük bir kimse olmadığı için her istediğini yapıyordu. Bir gün fakîr kadın ve çocuklar, hastalar, penceresi önüne geldiler ve un (dakik) istediler. Çünkü artık Bayburt'ta ekmek pişmiyordu. Fakat un var idi. Zavallı kadınlar rica ettiler. O, pekiyi dedi, fakat vermedi. Bugün yarın diye zavallı fukara ve hastaları dört gün bu şekilde süründürdü. Sevgilisi hemşire Anna'ya gittim. Bunun da Türk ismi benim Türk ismim gibi Gülizar idi. Türklere hürmeten Rus hemşireleri olan bizler birer Türk ismi takıyorduk. Kocana söyle de bu zavallılara un versin dedim. O zavallı iyi kalpli idi ise de dimağı fakir [Anlayışı kıt] idi. Ağladı ve "Ben vermek istiyorum ama ne yazık ki bu adam vermiyor." dedi. "Kendim bir şey yapamadım çünkü bir levazım reisi değilim." diyerek izhar-ı acz ve teessür etti. [Acziyetini ve üzüntüsünü belirtti] Bir gün bu Anna yanıma geldi ve ağladı. Dedi ki: "Ben bu adamı seviyorum ama yaptığı şeyleri sevmiyorum." Ben dedim ki: "Kendisine söyle, böyle yapmasın! Çünkü Türkler geldiği vakit bu kumandanın yaptıkları Ruslar için utanılacak bir durum olur." Ben Anna'ya dedim ki, Popof'a söyle "Eğer beni seviyorsan böyle yapmazsın; irtikap etmezsin. Şayet yaparsan ben hemen seni terk edip gideceğim." Gitmiş Popof'a böyle söylemiş o da "Bu benim işimdir rica ederim karışma!" demiş. Lakin kendisinden ayrılmaması için Popof ağlamış. Çünkü bu kızı çok seviyormuş. Filhakîka Popof'un karısı iyi bir Rum güzeli imiş ama terbiye-i ictimaiyyesi [görgüsü] noksan imiş. 15 Teşrîn-i Sanî'den [Ekim] itibaren Kafkasya ve Rusya ile posta ve telgraf işlemleri kesildi. Artık ne mektup ne gazete ne de telgraf alıyorduk. Çünkü bu askerler de işlerini bırakıp memleketlerine gitmişlerdi. Bu tarihten sonra kumandan Popof Bayburt ve civarındaki sivil Ermeni ahalîsinden 18-45 yaşında olanları çağırarak kendilerine Bayburt'taki depolardan silah ve cephane dağıttı. ve "Bu topraklar sizindir. Bunları müdafaa‘a ediniz; Türklere vermeyiniz" dedi. Türkler, Ermenilerin bu mükemmel şekilde silahlandırıldıklarını görür görmez korktular ve bizim Rus askerleri, mukaddes silahlarını Türklerin gizli müracaatları üzerine para karşılığında sattılar. Popof, Ermenilere mitralyöz ve havanlarını verdi. [ilk çeviride “hayvanlar” şeklinde yanlış okunmuştur. Doğrusu bir silah çeşidi olan “havan” dır] Bayburt'ta, bir miktar Rus ordusunda talîm ve terbiye görmüş Ermeni askerleri de vardı. Bunlar sivil ahaliyi talime başladılar. Silah atış talimleri yapıyorlardı. Takrîben dört Ermeni subayı da var idi. Kanûn-ı Sanî [Ocak] sene 1918 başında cepheden Ermeni subayları ve askerleri Bayburt’a geldiler. Fakat sivil Ermeniler askerlerden daha çok idi. Bu tarîhlerde sivil iken tensîk olunan[Düzenli asker haline getirilmiş] Ermeni askerleri yüz nefer idi. Çünkü Anna o kadar elbise dağıtmıştı. Bana her şeyi söylüyordu, o hatıra tutmuyordu, ben hatıra defteri yazıyordum. Bu sebeple bana yazdırıyordu. Tensîk [düzenli asker] olunmak istemeyen sivil ve müsellah [Silahlandırılmış] Ermeniler bu hesaba dahil değildir. Miktarları çoktur, fakat adetlerini öğrenemedim. Ermeni askerleri arasında bir miktar Rus neferleri de var idi. Bunlar talim ve terbiye yapıyorlardı. Bundan başka Ruslardan mîralay rütbesinde bir telgraf zabiti ile Gürcülerden bir piyade zabiti de var idi. Ermenilerin teslihi keyfiyetini [Silahlandırılma işini] bu Yasaullı Yüzbaşı Popof yaptı. Ermeniler kendisini çok seviyorlardı, hatta o gezmeğe gittiği vakit sekiz-on Ermeni atlısı ona refakat ve muhafaza ediyorlardı. Bu herif çok rakı içiyordu, her gün her saat sarhoş idi. Bir gün Anna ile birlikte gezinmeye gittik. Yolda nizam karakolu önünden geçtik. Burada ihtiyar bir Rus askeri bizi kapının önüne çağırdı. Söylemek [Konuşmak], nöbetçilere yasaktır. Bizi işaretle çağırdı. Bu zamanda Popof'un yanında ancak beş asker kalmıştı. Zîra Türklerle aramızda harp yoktur diyerek memleketlerine gittiler. "Size gizlice bir şey söyleyeceğim" dedi. Anna ile benden başka kadın da kalmamıştı. Nöbetçi şöyle söyledi: "Burada birçok sivil Türkler mahpustur. Popof her gece bir kaç Ermeni ile buraya gelir, Türklerden para ister, verenleri salıverir; vermeyenleri çizmesiyle, mahmuzuyla, kırbacıyla fena halde tepeler, veremeyen zavallı Türklerin vücutları şişmiş ve çürümüştür. Bunlara pansuman yapmak lazımdır." Pekiyi kalpli olan bu ihtiyar Rus neferinin bu ifadelerinden sonra ben ve Anna gittik sargı ve pamuk aldık. Pek yasak olduğu halde gidip bu bedbahtların yaralarını sardık. Ne yazık ki, bu iyi neferin ismini unuttum. Çünkü kendisini ilk defa görmüştüm. Nefer bu hali kimseye söylememekliğimizi rica etti. Bu melûn Popof zaten Türkleri soyuyordu. Halı, lira ve saireyi zorla dayak ile her türlü işkence ile her yerden ve herkesten topluyordu. Bu halleri Anna görünce pek müteessir oldu. Gece geldi; ağladı, "Artık bu aşkı burada kesmek ve bu heriften ayrılmak lazımdır." dedi. 24 Kanûn-ı Sanî'de [Ocak] İstihkam Derujin Taburunun üç bölüğü, kademesi ve vicdansız sevgilisini terk eden "Anna Gülizar" Bayburt'tan hareket ettiler. Benim muharebede bir zevc gibi sevdiğim ve halen kocam olan Georgi yahut Yura da bu Anna'ya refakat etti. Yalnız benim Eytamhanemle bir bölük derujin istihkam kaldı. Çünkü Yura'yı, istihkâm taburu kumandanı, kademenin sevkine memur etmişti. Bu sebeple biz ayrıldık. İstihkam taburu kumandanı yaverini bıraktı. Bu taburun bütün askerleri Alman, Leh, Yahûdi idi. Çünkü bunlar Türklere iltica ettikleri için cepheden çekilmişlerdi. Yura Adliye memûru olduğu için yüzbaşı yetkisine sahipti. 24 Kanûn-ı Sanî 1917[18] 'den sonra Eytamhanem resmi olarak ilga edildi. Bu tarihte herkes hareket etmiş idi. Bir bölük derujin ile bir kaç asker kalmıştı. [Burada zikredilen tarih 24 Ocak 1918 olması gerekir. Zira aşağıda anlatacağı en son 15-16 şubat olayları 1918 yılının şubat ayında cereyan etmiştir. Bu tarihte Eytamhanedeki vazifesine devam ettiği anlaşılıyor. Kendilerinin de 13 gün sonra gideceğini belirttiğine ve 19 Şubat 1918 tarihinde Bayburt’tan ayrıldığını belirttiğine göre buradaki tarih1917 değil 1918 olması gerekir. Çeviri metninde rakam hatası vardır.] Bizim için gerekli olan hayvanat ve arabalar on üç gün sonra Trabzon'dan avdet edecekti. Bu [eşolon=kademe] ile giden arabacılardan birisi daha sonra bana dedi ki: "Türk veya Kürd olması muhtemel 19 neferlik bir müfreze, bize Zigana dağlarında ateş ettiler. Bunun üzerine kademedeki efradımız da mukabele etmişler. Yollarına devam edemediklerinden Ardase'ye dönmüşler. Bir hayvan gebermiş. Daha sonra Rus subayı Zigana'da bulunan bir Türk subayına müracaat etmiş. Bu subay kademeyi ertesi günü Cevizlik'e kadar götürmüş ve bu sefer çete bir şey yapmamıştır. Bu kademe Daltaban'da [Gümüşhane’nin bir mahallesi] iken 18'inci ve 23'üncü Türkistan alayları da birlikte imişler ve bu alaylar efradı Zigana'da taarruz eden çeteye mukabele eylemişlerdir. Bu tarihte birçok Rumlar yaya olarak hicret etmekte imişler. Hatta bir kısmı Yura'nın arabasına binmek için müracaat etmişlerse de yer olmadığından dolayı almamıştır. Kanûn-ı Sanî'de,'[Ocak ayında] Arşak isminde bir Ermeni, apoletsiz subay elbisesini giymiş olarak üç-dört Ermeni dostu ile Bayburt'a geldi. [Arşak denen bu adam Bayburt’ta katliamı organize eden bir Ermeni çeteci başısıdır. 16 Haziran 1919 tarihinde Doğu Anadolu hudutları haricinde bir Kürt aşiret reisi olan Reşit zade Eyüp Paşaya yazdığı ve Osmanlıya karşı işbirliği teklifinde bulunduğu mektubunda kendisini “Müstakil Ermeni dördüncü fırkası Kumandanı” olarak tanıtmaktadır. Osmanlı Ordusu’nun On beşinci Kolordu Kumandanlığı tarafından ele geçirilen bu mektupta Osmanlı Devletini suçlayarak bu bölgede yaptıkları katliamları itiraf etmektedir. Ayrıca Müslüman olan bu Kürt aşiret reisi Eyüp Paşaya işbirliği teklif ederken bunu yapmazlarsa Allah katında mesul olacaklarını da beyan etmekten geri durmamaktadır.] Bu bayramın birinci günü yılbaşı, kumandan Popof'u ziyarete ve tebrike gittim. Büyük bir masada yemeğe oturduk. Orada Arşak'ı, Popof'un sağında ve arkadaşlarını sofrada gördüm. Arşak'ın arkadaşlarından birisi Harkof Darü'l-fünûnu [Üniversite] talebelerinden genç ve güzel bir Rus idi. Bunun kim olduğunu Anna'dan sordum. O da söyledi. Bu adamla konuşmayı faydalı buldum. Çünkü ben de talebe idim. Odada bahane ile biraz gezindikten sonra hemen bu gencin yanında oturdum ve "Talebe misiniz?" diye konuşmaya başladım. Bu adam bir sivil idi. Rus subayı değildi. Kendisinin Rus olduğu halde niçin buraya geldiğini sordum; kızardı ve bana "Niçin soruyorsunuz? Bu benim işim, çünkü Ermenilerle Ruslar dost bulunuyoruz" dedi ve bana izahat vermekten kaçındı. Gerçi bu adam böyle söylüyorsa da hiç bir Rus Ermenileri katiyen sevmez. Beraber bulunulduğu zaman bittabi böyle söylemek lazım. Sevgilim Yura'nın Trabzon'a hareketinden dört-beş gün sonra Yasaullı Popof, Ermenilerle bozuşarak Erzurum'a hareket etti. Bu dargınlığın sebebi Rus metrûkatından birçok şeyler almasından mütevellit idi. Hâlbuki Ermeniler vermiyordu. Bununla beraber kendisi giderken altı-yedi araba dolusu eşya ve erzak ile gitti. Erzurum civarında Ermeniler bunu mükemmel bir şekilde soyarlar. Hatta parasını ve askerî eşyasını bile alırlar. Erzurum'da Ermenilerin en büyüğüne [en yetkilisine] müracaat ederek parasını kurtarmıştır. Popof'un hareketinden sonra Bayburt'ta hiç bir Rus subayı kalmadı. Yalnız benimle bir kaç asker, kaldık. Sebebi de Derujin Taburu ambarlarında olan giyecek ve techîzatı Ermenilere vermek istemiyorlardı. Bu sebeple bana bunları emanet ederek gittiler. Esasen ben doktor olarak kalmıştım. Bundan başka Bayburt’ta büyük Zemestova yani Belediye Hastahanesi vardı. Tabiatıyla harp olduğu için bu hastahane askerlere bakıyordu. Harp olmadığı zaman Rusya'da bu teşkîlat ahalîye bakar. Bunun için Rusya'da büyük teşkîlat vardır. Memleket hastahanesi de diyebilirsiniz. Bu hastahane takrîben Kanûn-ı Sanî başında Bayburt’tan Trabzon'a hareket etti. Eski tarîhle Şubat'ın –hatırımdan çıkmamış ise– altıncı akşamı Türkler Bayburt'u işgal ettiler. 19 Şubat, yeni tarîh. Ben de bu gece Türklerin şehre girdiğinden sonra yedi araba ile beş-altı Rus askeri ve bir mühendis subayı ile Bayburt'u Türklerin malûmatı altında terk ettim. [19 Şubat 1918 de bu hatıratın yazarı Tatyana Karameli Bayburt’tan ayrıldığını söylüyor. 21 Şubat 1918 tarihi ise Bayburt’un düşman işgalinden tamamen kurtuluşu olduğu için Kurtuluş Bayramı olarak kutlanmaktadır, yani tarihler doğrudur.] Rus işgali sırasında Bayburt'ta Eytamhane Müdürlüğü yapmış olan Rus hemşire Tatyana Karameli hatıratının bu bölümünde Bayburt'ta Çoruh Nehri'nin iki tarafındaki köylere yaptıkları geziler sırasında Rus komutanların himayesindeki Ermeni askerlerin yaptıkları melanetleri anlatmaktadır. Ayrıca Bayburt'un işgalden kurtuluşuna kadar yaşadıklarını ve Ermeni çetelerinin çekilirken yaptıkları katliamları dile getirmektedir. "20 Kanûn-ı Sanî'de (Ocak 1918) Popof, benimle gezmeye gitmek istediğini söyledi. Bende memnuniyetle kabûl ettim. Popof, bu gezintinin bir kaç gün devam edeceğini söyledi. Ben de vazîfemi (geçenlerde Graduk hastahanesi civarında rast geldiğimiz) hemşîre Maryana'ya verdim. Kar münasebetiyle kızakla Konisi köyüne gittik. (Burası bu günkü adıyla Konorsu kasabasıdır. (a.g.y de) “Kotis” şeklinde yanlış okunmuştur. Zira tarif edilen yerde “Kotis” adıyla bir köy yoktur. Tarif edilen yerde ve bir Rus hemşirenin talaffuzuyla “Konisi” diye söylediği bu köy bu günkü Konorsu kasabasından başkası değildir.) Sekiz-on kadar Ermeni süvarîsi vardı. Konisi (Konursu) köyünde muhtar imamın evini bize hazırladı. Yemeğimizi de muhtar temîn etti. Güzel güzel yemekleri getirdiler. Daha sonra ben kendi odama çekildim. Popof'da kendi odasında idi. Gece yarısı sularında bir takım feryat, vah, efgan sesleri ile uyandım. Hemen odamın kapısını açtım. Orada bir Türk genci vardı. "Ne var!" diye sordum. O, benim Popof'un dostu olduğumu zannederek "bir şey yok" dedi. Popof'un odasında olup olmadığını sordum. Onun uyumakta olduğunu söyledi. Bîçare benden korktu. Orada bir Ermeni askeri gördüm. Sordum, "Niçin böyle yapıyorsunuz" dedim. O güldü ve benimle alay etti. Hâlbuki ben iyice biliyordum ki bunları Ermenilerle müşterek olarak Popof yaptırıyordu. Ermeni askerlerine ben Popof'a söyleyeceğim dedim. Onlar "Ah, istersen söyle!" dediler. Hemen Popof'un oda kapısını çaldım. Gecelik elbisesiyle idi. Af diledim ve meseleyi anlattım. O, güya haberi yokmuş gibi Ermeni askerlerine göz kırparak darıldı ve "Yapmayınız!" dedi. Hâlbuki ben odama çekildikten sonra Popof’un Ermenilere ne kadar lira aldıklarını sorduğunu işittim. Ermeniler, Türk evlerini abluka ederek para, eşya, erzak, meyve her ne var ise alıyorlardı. Zavallı kadınları, ihtiyar ve gençleri fena halde dövüyorlardı. Fakat benim yanımda kimseyi öldürmediler. Güzel kız ve kadınların namûslarına da taarruz ettiler. Ertesi sabah diğer bir köye hareket ettik. Ermeniler eşya ve erzak götüremediler. Yalnız lira ve paraları aldılar. Fakat Popof, Ermeni askerleri için köylerden inek, öküz, koyun, keçi, kuzu, bargîr, katır, eşek alıyordu. Görünüşte para ile satın alınmış gibi oluyordu. Halbuki asla parası verilmiyordu. Her köyde Popof, imam ve muhtarı çağırarak böyle tenbîhat veriyordu. Üç köyden böylece geçtikten sonra dördüncü köyde geceyi geçirdik. Popof tekalîf-i harbiyye tarh ediyordu. (Harp vergisi topluyordu.) Bu köylerin cümlesi Çoruh vadisinin tarafeynindedirler. (a.g.y de burası “Çoruh ve Ersinek taraflarındadır” şeklinde yanlış olarak okunmuştur. Doğrusu “Çoruh vadisinin tarafeyninde” olacaktır. Yani bu geziye çıktıkları dört köy Çoruh vadisinin iki tarafındadır. Bu tarife göre de yukarda zikredilen “Konisi” köyü bu günkü Konorsu kasabasıdır.) Konisi köyü, Ulu caddesi (Büyük yol, ana yolu) üzerinde, Bayburt'tan sekiz versta uzaktadır. (Versta bir Rus uzaklık ölçüsü birimidir. Yaklaşık 1060 metre /1,06 km'ye tekabül etmektedir.) İçinde büyücek bir Ermeni kilisesi vardır ki bu şimdi haraptır. (Burada hatıratın yazarı Tatyana Karemeli’nin bahsettiği bu dört köyün isimleriyle özellik ve mesafelerini karıştırdığını düşünüyorum. Zira adını zikrettiği Konisi/Konorsu köyünün Bayburt’a uzaklığı yaklaşık 15 km'dir. İçerisinde kilise de bulunmamaktadır. 8 Versta – yaklaşık 8,5 km uzaklıkta ve içerisinde kilise bulunan köy ise aynı yol üzerindeki Hayık-ı Süfla bu günkü adıyla Dikmetaş köyüdür. Arşiv kayıtlarından da anlaşılacağı gibi bu Hayık-ı Süfla köyünde kilise mevcut idi. Dördüncü köy olarak zikrettiği köy ise Coruh vadisinin iki tarafında bu sıraya göre Konorsu köyünden sonra ya Çoruh Nehri'nin diğer kenarındaki İşbonos, bu günkü adıyla Adabaşı köyü ya da Konorsu ile hudut olan ve yine Çoruh kenarındaki Ağunsos, bu günkü adıyla Çayırözü köyüdür. Konursu'ya yakınlığı dikkate alındığında İşbonos/Adabaşı Köyü olması ihtimali daha kuvvetlidir.) Muharebede topçu ateşi ile harap olmuştur. Bu dördüncü köyde de geceleyin yine aynı mezalim ve fecaati yaptılar. Sabahleyin kalktık. Oda bulunmadığı için o gece ben, bir de Serkis isminde bir Ermeni neferi bir odada yatmıştık. Çay içerken 19 yaşlarında gayet beyaz ve güzel fakat üstü başı yırtık, kirli bir kadın geldi. Zavallı ağlıyordu. Ben "Ne var!" dedim. Popof, "Bunun kocası asker iken esîr olmuş, Palu'da bulunuyordu. Oradan firar etmiş, burada imiş. Kocasını teslîm ederse gitsin. Aksi takdîrde kendisini kollarını bağlayarak Bayburt'a götüreceğim ve kendisini askerlerime orospu olarak vereceğim." demiş. Kadın kocasından haberi olmadığını söyledi. Kendi namûsundan pek korkuyordu. Bana yalvardı. Nihayet hareket ettik. Popof, kadını kızağa aldı. Yolda Ermeniler, "Bu kadın benim!" öteki "Yok benim!" diyorlardı. Yüzü kapalı, yalnız gözleri açıktı. Bir Ermeni, güzel olup olmadığını bana sordu. Kadının yüzüne gizlice baktım. Cidden pek güzel idi. Askere dedim ki "Gözleri güzel, ama yüzü pek çirkin, çiçek bozuğu, murdar ve hastalıklı bir kadın" dedim. Ötekiler tükürdüler. (İğrendiler.) Ayın 23'ünde, (23 Ocak 1918) Bayburt'a gittiğimiz vakit bu kadına dikkat etmesi için Anna'ya tenbih ettim. Sonra Bayburt mahallelerinden birisinin muhtarı akrabası çıktı. Kocasını tuttular ve bu ihtiyar bu kadını evine aldı. Emînim ki bu kadının namûsuna dokunamadılar. Çünkü ben ve Anna muhafaza ettik. Kocası olan o Türk esîrini tekrar Erzurum yoluyla Tiflis'e sevk ettiler. Bu zavallı askeri Maden Hanları'nda yolda öldürmüşlerdir. Çünkü en adî bir bahane bularak Ermeniler Türkleri yollarda öldürüyorlardı. Bedbaht kadın, Ermeniler zorla ırzına geçse kocasının kendisini keseceğini söyleyip ağlıyordu. Henüz Ruslar Bayburt'ta iken Popof'un sevgilisi Anna'nın isim günü idi. Popof büyük bir balo verdi. Bu baloya ben de davetli idim. Gittim. Fevkalade mükemmel yemekler, meyveler ve her şeyler vardı. Ben onlara kendimi Moskova'da zannettiğimi söyledim. Çünkü muharebe yerlerinde bunları bulmak kabil değildir. Gece yarısına kadar yedik, içtik, eğlendik, avdet ettik. Baloya Nikitin isminde bir menzil doktoru davet edilmişti, gelmedi. Bu, şahsen çirkin fakat kalben pek güzel, değerli bir genç idi. Gayet güzel şarkı söylüyordu. Nikitin, Anna'yı fevkalade seviyordu. İhtimal, Popof olmasaydı bu doktor Anna ile evlenecekti. Fakat Anna, Popof'u seviyordu. Ertesi günü Anna bana geldi. Pek kederli idi. Sebebini sordum. Dedi ki: "Doktor acaba niçin gelmedi?" Ben, "Belki hastadır. İhtimal, işi var." dedim. O "Hayır!" diyerek göğsünden bir mektûp çıkardı. Doktor Nikitin yazmıştı ki, "Doğum yıl dönümünüzü tebrik ederim. Memnuniyetle gelmek istiyordum. Fakat, oradaki yemeklerin ve sairenin kırbaçla, dayakla, vahşiyane işkencelerle zavallı fakîr Türklerden cebren, zulmen alındığını bildiğim için gelmedim. Çünkü böyle şeyler beni boğar, boğazımdan geçmez. Bu sebeple beni affediniz." Ne yazık ki biz bu yemeklerden yemiştik. Pek müteessir olduk. Esasen ben biliyordum. İhtilalden sonra Popof'a, subay yerine Havrin isminde bir nefer yaver olmuştu. Bu melûn, Türklere pek çok fenalıklar yaptı ve o balo için zannederim bu neferin büyük gayreti geçmişti. Anna o mektûbu yaktı ve pek müteessir döndü. Filhakika balodan bir-iki gün evvel birçok adamlar getirmişlerdi ki yüzleri gözleri mosmor olmuş, şişirilmiş bî-çarelerdi. Bittabi paraları, neleri var ise alıyorlardı. Zavallı fakîrler, elbette gönül rızasıyla bunları veremezlerdi. Zîra çoluk çocuklarının yegane medar-ı maîşeti idi. Popof, Ermenilere silah dağıttıktan sonra mescit önündeki büyük meydanlıkta Arşak'ı soluna alarak at üzerinde askerler ile birlikte fotoğraf çıkardılar. Popof Anna'nın da fotoğrafta bulunmasını arzû etti. Fakat Annakabûl etmedi. Popof'un hareketinden sonra Arşak, İspir ve Bayburt kazaları meliki ve askerî reisi sıfatını takınarak mezalim icra etmeye başladı. Türklerin paşalara hürmet ve itaatini bildiği cihetle kendisine bir de paşa unvanını tevcîh etmişti. Gitgide kuvvet ve mezalimini artırıyordu. Bereket versin Trabzon yolu Türk yerlileri tarafından kesilmişti. Trabzon'da toplanan Rus kuvvetleri içindeki Kafkasyalı ve yerli gönüllü Ermeniler gelemediler. Evvelce geldilerse de çok az idi. Yollar, Ermeni çeteleri tarafından kesilmişti. Yollardan geçmek mecbûriyetinde kalan bedbaht Türkler kadınlara, çocuklara varıncaya kadar kesiliyordu. İhtilal münasebetiyle Rusya'dan firar eden binlerce Türk esirleri Tiflis'den itibaren yollarda Ermeniler tarafından itlaf ediliyordu. Köyler zaman zaman basılıyor, soyuluyor ve bilhassa gençler imha olunuyordu. Türklere karşı yaptıkları hıyanetten dolayı harbin ilk devirlerinde Rusya'ya hicret eden ve alî cenap Türkler tarafından tehcîr esnasında himaye edilip korunmuş olunan Ermeni erkek, kadın ve kızları hemen umûmuyla yerli yerlerine gelmiş idiler. Bu nankörler, diğer vahşîleri itidal ve sükûnete teşvîk edecekleri yerde bilakis ön ayak olarak diğerleriyle birlikte her türlü mezalime iştirak ediyorlardı. Arşak, Erzincan'daki Antranik'den emir alıyordu. Bu canavarın Erzincan'da yaptığı fecayi‘i Arşak da Bayburt’ta tekrara başladı. Erzak dağıtılacağı her tarafa i‘an olunarak, köylüler Bayburt’ta davet olundular. Ermenilere itimat ve emniyet olunamayacağını pek çok defalar acı sûrette tecrübe etmiş olan Türklerin bir kısım erkekleri her ne vesîle ile olur ise olsun Bayburt'a toplanacak insanların akıbetinin feci olacağını bildikleri cihetle karla kaplı olan sarp dağlara, kayalıklara iltica ettiler ve Türk ordusuna haberler göndererek imdat talep ettiler. Arşak'ın davetnamelerine saf ve masûm köylülerin icabet ve itaatini temîn etmek üzere Bayburt müftüsüne baskı yaparak tezkireler de yazdırılmıştı. Gördüğüm bir tezkirede müftü, 'şayet gelmezseniz hakkınızda pek vahîm olacaktır' diyordu. Arşak'ın, daha doğrusu müftünün davetnamesine icabet eden saf ve zavallı Türk köylülerinden Bayburt'a girenler hemen tevkîf olunarak büyük evlere, hanlara, mağaza ve mahzenlere dolduruldular. Bayburt’taki ahalînin ileri gelenleri daha evvel tevkîf olunmuştu. Hariçteki köylüler, Bayburt'a girenlerin bir daha çıkmadıklarını görünce bir daha gelmediler. Dağlara çekildiler. Onlar da hayatlarını, ırzlarını müdafaa etmek üzere silah tedarikine başladılar. Fakat bulabildilerse de bu da bir müdafaaya kifayet edemezdi. 12 Şubat tarihinde (Yeni tarîhiyle 15/16 Şubat -1918- gece) akşam çocuklarımın yemeklerini yedirdikten sonra evlerine gidenleri gönderdim. Kalanlarını yatırdım. Saat 8.00'den sonra da bir gezinti yaptım. Olağanüstü hiç bir şey yoktu. Ermeni askerleri muntazam şekilde sokaklarda geziyorlardı. Yarım saat promonaddan sonra geri döndüm, yattım. Yanımdaki odada benim için verilen hasta bakıcı ihtiyar nefer vardı. Çünkü Yura gittiği için korkuyordum. Takrîben saat 1.00'den evvel idi. Büyük bir çığlık içinde uyandım. Dışarıda ve benim eytamhanemde bir çok çocuk, kadın ve erkek feryatları işitiyordum. Fena halde korktum. Askerim gelerek kapıya vurdu. Sordum: "Ne var!" dedim. O da fena halde korkmuş ve ağlıyordu. İhtimal ki Türkler Bayburt'a geldiler diye ağlıyordu. Ben hemen paltomu, fotinlerimi giydim, birlikte çıktık. Fena halde korktum. Birlikte ağlıyorduk. Bir de baktım ki benim yetîm çocuklarımdan bir kısmı hançerlenmiş, öldürülmüş. Bir kısmı yaralı olarak kanlar içinde feryat ediyor. Geriye kalanları kapıdan sokağa fırlatılmış, orada kesilmiş. Yatakları karma karışık, kapılar pencereler kırılmış. Sokaklardaki bu feryat, takrîben yirmi dakîka devam etti. Sonra her taraftan tüfenk sesleri başladı. Bu silah sesleri üç-dört saat devam etti. Belki benim için iyi değilse de (yanî vazîfem itibarıyla) yaralı çocuklarıma bakamadım. Çünkü sinirim tutmuştu. Kendimi şaşırmıştım. Sabahleyin Bayburt'u gezdim. Her tarafta sokaklarda birçok Türk çocuk, kadın ve erkek cesetleri gördüm. Cenazeleri mollalar kaldırıyorlardı. Tek-tük Ermenilerin leşleri de var idi. Bu gün Ermeni Eytamhanesini hemen Erzurum'a doğru yola çıkardılar. Ermeniler Bayburt'tan çekilirken 150 kadar Türk çocuğunu cebren toplayarak beraber götürmüşlerdir. Bu bedbaht masûmlardan bir kısmının vahşiyane bir şekilde katledildikleri bilahere yollarda ötede beride bulunan cesetlerden anlaşılmıştır. Ermeniler Bayburt'ta tevkîf ettikleri Türkleri tamamen öldürmüş ve bazı evleri yakmışlardı. Yanık, kavrulmuş cesetler enkaz arasında gözüküyordu. Bu gece Ermeniler, hemen umûmiyetle evlere de girmişler, buldukları erkek, kadın, çocuğu vahşi bir şekilde öldürmüşler, kuyu bulunan evlerde kuyulara atmışlardı. Genç kız ve kadınların namûsuna taarruz ettiklerini Türk ve Ermeni dostlarımdan haber aldım. Bayburt'un bugünkü manzarasını görmek cidden zor ve çok hüzün verici idi. Yalnız kargir (Taş ve betondan yapılmış) bir evde hapsedilmiş yetmiş kadar Türk genci kapının arkasına döşeme taşlarını çıkararak yığmışlar ve bu şekilde canlarını müdafaya kıyam etmişlerdi. Yakılması mümkün olamayan bu evdeki Türk gençlerini imha için Ermeniler pencerelerden bir çok bomba atmışlarsa da bu bombaların patlamasına meydan vermeden içindeki Türkler bombaları dışarıya fırlatmışlar ve Türk askerinin Bayburt'u işgali gecesine kadar hayatlarını korumaya muvaffak olmuşlardır. Orada birçok fotoğraflar aldım. Maatteessüf bu fotoğraflar Moskova'da bulunan kocamın yanında kaldı. Maamafîh müsaid bir fırsatta bu fotoğrafları hatıratımla birlikte neşredeceğim. Bayburt'tan Batum'a kadar seyahatim sizi menfaatdar etmeyeceği cihetle bahsetmeyeceğim. Yalnız şurasını söyleyeyim ki Bayburt'ta sevgilim olan Yura ile Batum'da resmî izdivacımız vukû buldu ve izdivacımızın üçüncü günü Moskova'ya hareket etti. Ben de Batum'da kaldım. Mazlûm Türklere hizmet ve aynı zamanda kendi maîşetimi de temîn eylemek üzere burada bir hasta bakıcı olarak bulunuyorum." BOA. HR. SYS. 2877/1


Bayburt Postası

KARAKEÇİLİ YÖRÜK AŞİRETİNİN TARİHİ

Bir milletin kültürü,geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin bütününden meydana gelir. Büyük Türk milletinin tarihi dünya tari...